Merve KÜÇÜKSARP
1941 yılında Norveç’in Sandefjord şehrinde dünyaya gözlerini açan yazar Dag Solstad, 1965 yılında kısa öykü kitabı Spiraler ile edebiyat dünyasına adımını atar ve ilk dosyası edebiyat çevreleri tarafından büyük övgü ile karşılanır. Dünyanın pek çok ülkesinde okurla buluşan Solstad’ın “Mahcubiyet ve Haysiyet” isimli romanı, 2018 yılında Türkçeye çevrilir ve ülkemizde nitelikli edebiyat okurunun büyük ilgisi ile karşılanır. Eleştirmenler Ödülü, İskandinav Konseyi Edebiyat Ödülü, Dobloug Ödülü, Dilbilim Koleksiyonu Edebiyat Ödülü, Aschehoug Ödülü, Gyldendal Ödülü, Brage Ödülü ve Brage’ın Onur Ödülü onun aldığı hatırı sayılır ödüllerden bazılarıdır. “T.Singer” (1999), “Lise Öğretmeni Pedersen’in Ülkemize Musallat Olan Büyük Siyasi Uyanışına Dair Anlatısı” (2020), “Profesör Andersen’in Gecesi” (2021), “On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap” (2022) dilimize kazandırılan diğer eserlerindendir.
Dag Solstad’ın 2009 yılında kaleme aldığı “17. Roman” ise geçtiğimiz günlerde, Yapı Kredi Yayınları etiketi ve Banu Gürsaler Syvertsen’in çevirisi ile yayımlandı. Solstad’ın aynı zamanda on yedinci romanı olan eserde, geçmişi ile geleceği arasında kalmış bir adamın ekseninde, hatırlayış, baba-oğlu ilişkileri, toplumsal utanç gibi meseleler de ele alınıyor.
AİDİYET MESELESİ
İnsan hayatı boyunca çok defa yol ayrımlarına gelebilir. Geçmişi ile geleceği, ait olmak ile özgür olmak arasında tedirgin ve kuşkulu bir ruh haletine demir atabilir. Kiminin arafı bir lahza sürerken, kimininki bir ömür alabilir. Yola çıkmak, yeni serüvenlere teşne olmak, bunu yaparken sahip olduklarını kaybetmeyi göze almak, belirsizliğin netameli halleriyle boğuşmak ve yolda karşısına ne çıkarsa çıksın yürümeye devam etmek cesaret ister. O cesaret ki, bilgi ağacı söylencesine bakılırsa insanoğlu/insankızının asırlardır tabi olduğu sınavıdır. Alışkanlığın tanıdık dünyası ile yeni olanın tekinsizliği arasında; kiminin kaldığı, kiminin ise başarıyla tamamladığı…
Dag Solstad’ın yeni eseri “17. Roman”, işte tam bu noktada, insanın hayatındaki ikirciklerle nasıl baş ettiğini, ya da edemediğini, bu ikirciklerin üzerinden nasıl yeni bir hayat inşa edebileceğini hikâye ediyor. Değişim ile ait olmak arasındaki kararsız ruh hallerinin kişinin prangası olabileceğini gösteriyor. Geçmişin kişinin omuzlarında bir yük olacağını, ondan arınmanın ve yalnız bir yolcu olarak serüvene çıkabilmenin mümkün olup olmadığını romanın baş karakteri üzerinden sorguluyor.
Solstad’ın 1992 yılında kaleme aldığı “On Birinci Roman, On Sekizinci Kitap” ile başlayan serinin ikinci kitabı olan bu eserinde de, ilk kitabından tanıdığımız Bjorn Hansen isimli karakterin ekseninde romanı örüyor. Hansen, bir zamanlar Norveç’in küçük bir şehrinde saygın bir bürokratken devleti dolandırma suçundan hapse atılır. Roman bu olaydan yıllar sonrasını anlatır. Tekerlekli sandalyeye mahkûm gibi davranan Hansen’in yalanı ortaya çıkmış, hapse girmiş ve cezasını tamamlamıştır. O artık ellili yaşlarında bir adamdır. Yıllar önce eşinden ayrılmış ve yıllar boyunca oğlunu görmemiştir. Zira bunu istememiştir. Hapishanede kaldığı yıllarda istediği tek şey kendiyle baş başa kalmaktır. İletişim kurmaktan hazzetmez. Ancak yine de oğlunu merak eder. Ait olmak ile olmamak arasında arada kalmış gibidir. Nereye gitse yabancıdır etrafına en çok da kendine.
Bu arada kalmışlığı oğlunun ısrarlı iletişim çabalarıyla ait olmak lehine değişir. Torununu ve oğlunu ziyaret etmeye karar verir. Bunun için yolculuğa çıkar ve bu yolculuk sırasında hatırlayış ve düşünüş onu esir alır. Nitekim metin hatırlayışlarla, Hansen’in bürokratlığı sırasında tasarladığı ve sonu yakalanmakla biten planının geçmişten gelen yankılarıyla, yalanının ortaya çıkışının hayatını nasıl değiştirdiği ve hapiste hayatının nasıl olduğu ile ilgili bilgilerle ve Hansen’in girdiği her ortamda hissettiği yabancılığa dair psikolojik tahlillerle zenginleşir. Bilhassa Hansen’in etrafına hissettiği yabancılık oğlu, torunu ve geliniyle birlikteyken ayyuka çıkar. Keza torunuyla karşılaşma anı da öyledir. Bu an, anlatının lirik bakımdan taçlandığı noktalardan biri olsa da, Solstad bu yabancılığı vurgulamakta beis görmez.
Solstad zaman zaman ruh bilimci olarak Hansen’in davranışlarının altında yatan nedenleri de ele alır. Bazı davranışlarının altındaki gerçek güdülere, hatta bilinçaltının gizli dehlizlerine doğru okuru yolculuğa çıkarır. Nitekim hatırlayışın anlatıya egemen olduğu duraklarda, Hansen’in tekerlekli sandalye numarasının ifşa olmasının onda uyandırdığı duygulara dair yazdığı şu satırlar, bilinçaltında böyle utanç bir durumu içten içe arzuladığına dair bir emaredir:
“Belgelerde sahtecilik yapmak, sosyal yardımları kötüye kullanmak ve sigortayı dolandırmaktan hüküm giyen Bjorn Hansen’in zihninde, cezasını çektiği sekiz ay boyunca her gece bunun gibi sanrılar dolaşıp durmuştu. Geceleri üzerine kafa yorduğu düşünceler. Ruhunu kaybetmiş olduğuna dair düşünceler. Kim olduğunu artık bilemiyor olduğuna dair düşünceler. Demek istediği gerçekten demek istediği midir, hissettiği gerçek hisleri midir, düşündüğü gerçek düşüncesi midir, bunlardan emin olamamak. Elde etmeyi her şeyden çok istediği şeyin zannettiği şey değil de başarmak için kendinden bile saklayarak böyle gizli bir şekilde planlamak zorunda kaldığı şey olması…”
Solstad, “17. Roman”da okurlarının artık enikonu aşina olduğu üslubuyla, canlı ve etkileyici diliyle, orta yaşlarında hayatının muhasebesini yapmaya soyunan bir adamın yalnız kalmak, gözlerden uzak bir yaşam tahsis etmek isteyişini ve bu arzusuyla olan imtihanını anlatıyor. Ve toplumsal normlar ile kendi benliği arasında gidip gelen, varoluş sancılarını ihtiva eden derinlikli bir metin inşa ediyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***