YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
Güçsüz olabilirsin. Korkabilirsin hatta. Direnemeyebilirsin. Engellemeyebilirsin de. Zafiyet durumundasındır. Karşı tarafta her türlü olanak mevcuttur. Kul olmuş kolluk, kulübesinde sahibini bekleyen yargı, lejyonerleşmiş ordu, muhaberatlaştırılmış istihbarat, muma çevrilmiş bürokrasi, üç kuruşa satın alınmış beş para etmez akademi, ulufesini hayal eden ezik halk – bunların hepsi bir tarafa, ses çıkartanın kafasını eden bir sistem…
Kimse sana güçlü ol demiyor. Korkmanı ayıplamıyor. Direnememenden dolayı gönül koymuyor. Engelleyemediğin için kınamıyor. Zafiyetini eleştirmiyor.
Fakat kul olmuş polislerin de, itliğe razı olmuş hâkimlerin ve savcıların da, paralı asker olmayı sindirmiş askerlerin de, organize işlere girişmiş partici istihbarat elemanlarının da, uşak bürokratların da, fikir fahişesi akademisyenlerin de, kemiğini uman halkın da temel sorunu şahsiyetsizlik!
Portakalı soydum başucuma koydum. Duma duma dum.
Altın portakal diye bir ödül vardı. On yıllardır Türk sinemasının Oscar ödülü oldu. Eskiden herken gibi ben de önem verirdim. Sonuçlar ne olacak, hangi prodüksiyon kazanacak, kim ödül alacak falan, ilgiyle beklerdim. Demokrat ve solcu falan geçinen bir organizasyondu. Değer verilir, önemsenirdi.
Geriye dönüp bakıyorum, vesayet Türkiye’sinin karanlık günlerinde bile çoğu zaman dik durmuş, durabilmiş bir sürü sanatçı, filmci, yönetmen, oyuncu, müzisyen geldi geçti. Çok mu güçlüydüler? Korkmamışlar mıydı sanırsınız! Sürekli direnebildiler mi? Engelleyebildiler mi haksızlıkları, hukuksuzlukları, acıları? Hayır. Ama şahsiyetliydiler. Eskiden el pençe divan duranı, eğilip büküleni, dalkavukluk edeni, yağcıyı, yalakayı, yandaşı, menfaatini karakterinden öne koyanı, aman efendim, sepet efendimcilik edeni falan ayıplardı insanlar. Özellikle sanat, basın, akademi, yargı, ordu gibi birçok meslek grubunda dik durmak, erdemli olmak, şahsiyetli olmak önemsenirdi.
Türkiye çok değişti.
KHK’lıların uğradığı haksızlıkları ele alan belgesel filmi önce linç ettiler. Sonra kişilikli bir tepki geldi, geri adım atıldı. Tam insanlar sevindi, umutlandı, derken yeni bir açıklama geldi. Rejim diskurunu reddedenleri rejim diskuruyla vurma taktiği sonuç verdi. Korkutma, sindirme, şantaj, tehdit, yıldırma, ezme, itme-kakma, baskı ve zulüm – rejim artık klasikleşmiş metotları üzerinden istediğini yine aldı. “Kayyum atarım ha!” ya da “ya bizdensin, ya onlardan!” türü denklemlerle, sadece kendilerine sempati duyanları değil, esasında ideolojik olarak kendilerinden yüz seksen derece farklı olanları bile yörüngelerine sokabiliyorlar. Belki de rejimin en önemli başarısı budur.
Bir gün önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) çok önemli bir karar aldı ve Bank Asya ve ByLock gibi ip çekici, linç kolaylaştırıcı, aspirin gibi her şey için kullanıma açık türden “irtibat ve iltisak” kanıtlarını bir sağlam kürekle rejimin ağzında patlattı. Bunun ardından Altın Portakal’ın geri adım atması insanlara bir başka umut oldu. Fakat rejim pısırık muhalefetten aldığı güçle toparlandı ve karşı hamlelerini yaptı. Tüm bu gayet açık, adeta gözümüzün içine bakarak sırıtan cüretkâr haksızlıklar karşısında insanlar yine üç maymunu oynamaya başladı.
Oysa Altın Portakal yönetimi topluca istifa edebilirdi. Tüm sanat camiası yumruk olup birlikte tavır alabilirdi. CHP’li Antalya Belediyesi kararlı bir duruş sergileyebilir, sanatı ve ifade özgürlüğünü vurgulayarak özgürlükleri savunabilirdi. Toplum, farklılıklarını bir kenara bırakarak, vatandaş olmanın bilinciyle anayasa ve yasalardan yana bir pozisyon alabilirdi. Bunların hiçbiri olmadı. Yine el etek öpmeyi, dalkavukluğu, ezikliği, paçozluğu, haysiyetsizliği, şahsiyetsizliği seçtiler. “Yeter be!” deyip kapıyı çarp, çık git! Hayır! Bunu yapacak kadar onur, izzet, omurga yok bunlarda.
Bakın hiçbir şey kendiliğinden düzelmez. Hiçbir şey kendiliğinden bozulmaz.
Bu rejim bugünkü cehennemin sorumlusu değil.
Eğer toplumdaki bu edilgenlik, bu boş vermişlik, bu oportünizm, bu omurgasızlık, bu karaktersizlik olmasaydı, Erdoğan rejimi bu denli konsolide olamazdı. Hatırlayın, bu Milli Görüş’çülerin taş çatlasa oy oranı yüzde on civarındaydı. Merkez sağ olarak nitelenen DP/DYP/ANAP çizgisindeki seçmen kendi hayat biçimini, duruşunu, dünya görüşünü, değerlerini, ideolojik ve ekonomik tercihlerini falan on yıl içerisinde unuttu, Erdoğan ve avanesinin güdümüne girdi. Aynı şekilde, SODEP/CHP/DSP ekolündeki potansiyel sosyal demokrat eğilim, ulusalcılığa/Avrasyacılığa teslim oldu! Oy oranı marjinal seviyelerde olan Ülkücü Hareket ve MHP, sağ nasyonalist ideolojiyi Türkiye siyasetine ölümcül bir zehir gibi damardan yaydı. Böylece bir taraftan İslamcılık, öbür taraftan sağ ve sol nasyonalizm, Türkiye’yi esir aldı, onu kendi kendisini yok etme sürecine soktu. Toplumun edilgenliğinin nedeni, bu siyasal kültürden başka bir gerçekliği hatırlamaması!
Rejimin arka planını bu halet-i ruhiye oluşturuyor. Cüretkâr kifayetsiz muhterislere eğilip bükülerek engel olunamaz. Kurumsallaşmış yaygın şahsiyetsizlikten hukuk ve demokrasi doğmayacak. Kolektif eziklik Erdoğan gibilerine yol açan esas mesele. Bunun bir tedavisi var mı, bilmiyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***