(Hayatın Anlamı 3)
YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Başta varoluşçu filozoflar ve Darwinistler olmak üzere modern dönemde birçok düşünür ve bilim insanı, hayatın içkin ve nihai bir anlamının, bir gaye ve hedefinin olmadığı üzerinde durdu. Hatta çokları, varoluşa dair sorular sormayı, bu sorulara cevap aramayı bile abes buldu. Çünkü bu tür sorulara zihin gücüyle ve entelektüel çabayla nesnel cevaplar verebilmek sadece zor değil, imkânsızdı. Onlara göre kâinat, tabiat yasalarına göre kendi kendine işleyen devasa bir fabrika; insan da evrimsel süreçlerin ortaya çıkardığı biyolojik bir varlık veya maddi tatmini için maksimum faydayı amaçlayan homo economicus’tu. Yaşamın bir anlam ve amacı varsa o da hayatta kalmak ve yaşamaya devam etmekti.
Ne var ki psikoloji ilminin gelişmesi ve insan üzerine yapılan araştırmaların derinleşmesiyle birlikte hayata tutunmak için bir anlam ve nedene sahip olmanın ne kadar önemli olduğu anlaşıldı. Bir kere insan, kendisini ve içinde yaşadığı evreni merak eden, anlamaya çalışan, bunlara dair sorular soran bir varlık. Bu sorularına tatmin edici cevaplar bulmak istiyor. Belki bilimin, varlığın akış ve düzenine dair yaptığı açıklamalar bir yere kadar insanı tatmin ediyor. Fakat o, nasıl’ın yanında niçin’i de merak ediyor. Niye dünya denilen varlık sahnesine fırlatıldığını, fenomenler dünyasının arkasında metafizik bir gerçekliğin olup olmadığını, varlığın hakikat ve sırrını anlamak istiyor. Sorularına tatmin edici cevaplar bulamadığı sürece huzursuz oluyor.
Diğer taraftan, modern dünya da anlamsız ve amaçsız bir hayatın ne kadar tatsız, renksiz, tekdüze, yavan ve can sıkıcı olduğunu gördü. Zararlı alışkanlıkların, bağımlılıkların, karamsarlığın, ümitsizliğin, kaygıların, mutsuzlukların, can sıkıntılarının ve intiharların arkasında büyük ölçüde kitlesel bir olgu hâline gelen anlamsızlığın yattığını anladı. Hayatın boş ve anlamsız olduğu düşüncesinin, sünger gibi insanın bütün yaşam enerjisini emdiğini tecrübe etti. Belli bir yaştan sonra çaresizce ölümü beklemenin nasıl dayanılmaz ve kahredici bir şey olduğunu fark etti. Evet, insanoğlu anlamlı bulduğu ölçüde hayatı yaşamaya değer görüyor ve önüne tatmin edici hedefler koyduğu ölçüde motive oluyor.
Modern dünya, anlamsızlık duygusunun, insan hayatına nasıl patojenik (hastalık yapıcı) bir etkisinin olduğunu anladıktan sonra hayata anlam katmak ve insanın önüne hedefler koymak için kolları sıvadı. Ne var ki kadim öğretileri ve metafizik bilgileri bir kenara atan modernite, hayatın sahici, nesnel, derunî ve nihaî anlamını keşfe koyulmak yerine; başarı, kariyer, konfor, refah gibi araçsal ve maddî hedeflerle insanı oyaladı. Hayatın kendisine ait olduğu ve dolayısıyla da ona istediği anlamı verebileceği yanılgısına düştü. Bireycilik ve özgürlüğü değerler hiyerarşisinin en üstüne yerleştirdiği için, hayatın anlamının da bireysel bir mesele olduğunu varsaydı ve insana sürekli kendi kaderini kendisinin çizebileceği düşüncesini aşıladı.
Modern insan da bulduğu hobilerle, boş zaman aktiviteleriyle, başarı ve kariyeri yakalamakla mutlu olabileceğini, yaşamın içini doldurabileceğini ve hayatına anlam katabileceğini zannetti. Madem yaşadığı hayat kendi hayatıydı, ona anlam ve amaç tayin edecek kişi de kendisi olmalıydı. Hayatın kendinden menkul bir anlamı olmadığına göre bu anlamı kendi çabasıyla inşa etmeliydi. (Gerçi modern insanın bu konuda ne kadar özgür olduğu da tartışmaya açık) Çok çalıştı, çok kazandı, iyi eğlendi, rahat ve konfora erişti ama yine aradığı tatmini bulamadı.
Biraz daha açacak olursak, modern dünyada kimilerine göre hayatın anlamı çok para kazanmak. Ne de olsa para demek güç demek. Mutluluk ve huzur da dahil onun satın alamayacağı bir şey yok. Hele hele sermayeyi kutsayan kapitalist dünyada. Gerçekten bazılarının iddia ettiği gibi çalışmak, para kazanmak ve servet edinmek hayatın anlamı olabilir mi? Hayatın anlam ve amacını, gelecekte elde edilmesi muhtemel bir koşula bağlamak ne kadar makul? Bu durumda fakirlerin, iflas edenlerin tesellisi ne olacak? Acaba para kazanmak, arkasından koşulacak bir hedef mi, yoksa üretilen bir değerin arkasından gelen bir sonuç mu? İnsan, para ve servete ulaşma yolunda gayret ederken duyduğu heyecan ve mutluluğu, amacına ulaştıktan sonra da devam ettirebiliyor mu? Kısaca, zenginler hayatın anlamını buluyor ve tatmin oluyorlar mı? Uzatmaya gerek yok, herkes yaşadığı tecrübe ve gözlemlerinden hareketle bu soruların cevabını bulabilir.
Kimilerine göreyse hayatın anlamı zevk ve eğlencede. Keyfince yiyip içtiklerinde, dünyanın lezzet ve nimetlerinden doya doya istifade ettiklerinde hayatın yaşamaya değer olacağını düşünüyorlar. Ne var ki hayat sadece bunlardan ibaret değil; acılar, kayıplar, hastalıklar, ölümler, mahrumiyetler de hayatın bir parçası. Hayatın anlamını sadece hedonist bir yaşam şeklinde gören kişi, bütün bunlara nasıl anlam verecek ve hayatın zorluklarına nasıl tahammül edecek?
Öte yandan, iştah ve şehvet, maddî hazlarla tatmin edilebilir mi? İnsanın sahip olduğu arzu ve tutkular dünyevî lezzetlerle doyuma ulaşır mı? Dünyada elemsiz lezzet var mıdır? Geçen her günle birlikte ömür sermayesi tükenen, sağlık ve dinçliğini kaybeden, ölüme bir adım daha yaklaşan bir insan, yaşadığı hayattan ne kadar tat alabilir? Eğer hayatın anlamı haz ve zevk ise hayvanların hayatı daha anlamlı olmaz mı? Bu tür sorulara dürüstçe cevap verebilen biri, haz peşinde koşmanın da insan gerçekliğinin içini doldurmadığını görecektir.
Yoksa hayatın anlamı bazılarının iddia ettiği üzere mutlulukta mı gizlidir? İnsan, hayatı boyunca mutluluğu mu aramalı, onun için mi yaşamalıdır? Sathi bir nazarla meseleye bakılacak olursa mutluluk hayatın anlamı gibi görülebilir. Ama bu sefer de mutluluğun ne olduğu ve insanın nasıl mutlu olacağı soruları karşımıza çıkar. Mutluluk gerçekten tarifi zor oldukça belirsiz bir kavramdır ve mutluluk vesilelerinin neler olduğu cevaplanmaya muhtaç bir sorudur.
Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki mutluluk bir sonuçtur ve sadece yaşanan tecrübelerle maddi durumlara da bağlı değildir. Aynı zamanda insanın beklentileriyle ve hayata bakışıyla yakından ilgilidir. Bu yüzden insanlar farklı farklı şeylerden mutlu olurlar. Hatta kimini mutluluğa boğan şey diğeri için hüzün vesilesi olur. O zaman insanın hayattan beklentilerini ve bakış açısını belirleyen şey nedir? Hayata yüklediği anlam ve amaçtır. Yani mutluluk hayatın anlamı değil, çoğu durumda bu anlama göre ortaya çıkan zihinsel bir durum ve içsel bir huzurdur.
Peki, bazı filozofların dile getirdiği gibi entelektüel faaliyette bulunmak hayatın amacı olabilir mi? Yani insanın okuyarak, düşünerek, tabiatı temaşa ederek ilim ve hikmet sahibi olması, yüksek bir idrak seviyesine ulaşması varoluşunun anlamı olabilir mi? İnsanın ilmini, ufkunu, bilincini geliştirme ve genişletme çabası, gerçekten yüce ve soylu bir hedeftir. Çünkü insan bu sayede hayvansal hayat seviyesinden çıkma, gerçek özgürlüğü elde etme, kendini gerçekleştirme, özüyle tanışma imkânı elde eder.
Ama burada da bazı sorular karşımıza çıkıyor. Her şeyden önce şunu biliyoruz ki entelektüeller tarih boyunca farklı sebeplerden ötürü toplum içinde sadece küçük bir azınlık olarak kalmıştır. Bu durumda avam halkın anlamsız bir hayat yaşadığını mı kabul edeceğiz? Diğer taraftan, ilim ve irfan sahibi olmak kendi başına bir amaç olabilir mi? Yaşamlarını okuma ve öğrenmeye vakfeden birçok filozof niye hayatın anlamsızlığından şikayet etmiş, hatta niye birçoğu intiharı düşünmüş veya intihar girişiminde bulunmuştur? O hâlde ilim ve irfan da anlamın kendisi değil de bu anlam ve amaca ulaşmanın bir vesilesi olabilir mi?
Bütün bunların yanında, aile kurmak, çocuk sahibi olmak, onurluca yaşamak, erdem sahibi olmak, aşk, sevgi, sorumluluk, yaratıcılık, başarı, güç, özgürlük, sanat, refah gibi daha birçok şey hayatın anlamı olarak görülmüş ve gösterilmiştir. Hiç şüphesiz bunların her biri insanı mutlu kılacak, onun hayatına anlam katacak önemli birer değerdir, hedeftir. Fakat hayatın anlamı olarak gösterilen bu şeylerin bir kısmı maddî, dünyevî ve araçsaldır; bir kısmı belli koşullara bağlıdır; bir kısmı herkesin her zaman sahip olacağı şeyler değildir; bir kısmı rastlantılara bağlıdır; bir kısmı da hayatın görkemi ve insanın kıymeti yanında küçük kalan değerlerdir. Hayatın anlamı bütün bunlara da anlam katan bir şey olmalı. Hayatın bütün anlarını, bütün durumlarını kapsamalı. Bütün insanî faaliyetlerin hedefinde olmalı, bütün olaylar onunla anlama kavuşmalı. Koşulsuz olmalı, herkesin elde edebileceği bir şey olmalı. Hatta doğumla ölüm arasındaki kısacık hayat serüvenine sıkıştırılmamalı; öncesini ve sonrasını da kapsamalı.
Hemen ifade etmek gerekir ki böyle üst bir anlama ulaşmak sınırlı insan idrakini aşar. Hayatı kim var ettiyse, niye var ettiğinin anlam ve amacını da ondan öğrenmek gerekir. Hilkatin gayesini, insanın nereden gelip nereye gittiğini, niye bu dünyaya gönderildiğini, nasıl bir varlık olduğunu anlamadan hayatın anlamı da bulunamaz. Bu konularla ilgili aklın ve modern bilimin söyleyebilecekleri oldukça sınırlıdır. Üstelik kimsenin, bir başkasının hayatına anlam ve hedef tayin etmesi, ona sorumluluklar yüklemesi makul ve reel de değildir. Bu yüzden kadimden bu yana insanlar, varoluşun anlamını dinlerden öğrenmişlerdir. Dolayısıyla biz de bir sonraki yazımızda İslâm’a kulak verecek, onun hayatın anlamına dair ortaya koyduğu öğretiyi ele alacağız.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***