Uluslararası ceza hukukçusu ve insan hakları savunucusu Dr. Gökhan Güneş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yüksel Yalçınkaya kararının ardından AKP rejim yargısına yol göstermek için ‘İHAM Büyük Daire’nin “ByLock Kararı” Nasıl Yorumlanmalı?’ başlıklı bir yazı kaleme alan Prof. Dr. Ersan Şen’e cevap verdi. AİHM’in ByLock’u tek başına ‘silahlı terör örgütüne üyelik’ suçu için delil kabul etmediğine dikkat çeken Şen, ByLock’un başka delillerle de desteklenmesi istedi.
Şen’e cevap veren Dr. Gökhan Güneş, ‘‘ByLock, tek başına ve hem de otomatik bir cezalandırma aracıdır. Hükümetin bu kabulü bile Şen’i ikna etmemiş olacak ki, ByLock’u aklayabilmek için destekleyici delil aramaktadır. ByLock’u destekleyecek yan delil acaba nedir? Banka mı, Dernek mi, tanık mı, ankesör mü ya da uydurulan başka bir delil midir? Hiç biridir! Zira sorun ByLock’un başka delillerle desteklenmesi değil, suçun unsurlarının oluşup oluşmadığı araştırılamadan ceza verilmesidir. Bu husus araştırılsa bile ne ByLock ne de yan bir delil suçun unsurlarının gerçekleştiğini göstermeye yetmeyecektir. Zira delil diye sunulan hususların hepsi yasal ve rutin faaliyetlerdir.’’ İfadelerini kullandı.
17/25 Aralık rüşvet, yolsuzluk ve kara para operasyonunda onlarca delile rağmen ‘takipsizlik’ kararı verilmesinde rejim yargısına rehberlik eden ve son olarak 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılan bahis baronu Veysel Şahin’in kesinleşmiş mahkeme kararını birkaç dakika içinde sildirmesiyle gündeme Prof. Dr. Ersan Şen, AİHM’in Türkiye’yi mahkûm ettiği Yüksel Yalçınkaya kararına ilişkin rejim yargısına yine yol gösterdi.
Şen’in Hukuki Haber sitesi için kaleme aldığı yazıya Uluslararası ceza hukukçusu ve insan hakları savunucusu Dr. Gökhan Güneş şöyle cevap verdi:
‘‘Sn. Ersan Şen, AİHM’in Yalçınkaya kararını değerlendirmiş.[1] AİHM kararının ayrıntılarına hakim olmayanlar için kulağa hoş gelen şeyler söyle de satır aralarında yine rejim yargısına yol göstermeyi ve kararı saptırmayı başarmıştır. Makalede yer verilen hususlardan bazılarına, kısmen katılıyoruz. Kısmen diyorum çünkü kararın birçok paragrafında AİHM, mahkemenin delil ve ceza normları yorumlamasını ve yaklaşımlarını sert biçimde eleştirmiştir.
Sn. Şen’e şu soruları soruyoruz ve bu makaleyle neyin amaçladığını okuyucunun takdirine bırakıyoruz. Hadi başlayalım.
1. Şen’e göre ihlal kararı; “…ByLock, sendika ve dernek üyeliği ile sınırlı verilmiş olup, FETÖ üyeliğinin diğer unsurları ve delilleri bir açıklama içermemektedir.”Aslında Şen, daha makalenin başında sınırı çizmiş ve ne mesaj vereceğini ortaya koymuştur. Karar, incelenen deliller açısından böyle görünse de ortaya konulan ilkeler ve kararda güncel yargılamalar kapsamında delil kabul edilen diğer hususlar olan; çocuğunu okula gönderme, bir gazetede yazı yazma, TV programı yapma, yetkisiz ve görevsiz hakimler tarafından tutuklanma, mesleki koruyucu kanunları devre dışı bırakma, sohbete katılma ve tanık beyanları konusunda AİHM’in, önceki verdiği Taner Kılıç, Ahmet Altan, Mehmet Altan, Alparslan Altan, Şahin Alpay kararlarına Yalçınkaya kararında atıf yapması dikkate alındığında, durumun hiç te Şen’in dediği gibi olmadığı görülecektir.
Öte yandan 7. madde ihlali, suçun maddi ve manevi unsuru araştırılmadan otomatik cezalandırma yapıldığı verilmiştir ki, güncel yargılamaların tamamında da durum aynıdır. Hiçbir dosyada suçun unsurları araştırılmadığı gibi kriter kabul edilen hususlar sanki delil değil, suçun unsuru gibi kabul edilerek, bunlara dayanılarak şablon cezalar verilmiştir. Yani, Yalçınkaya kararının 7. madde ihlaline gerekçe yapılan hususlar tüm yargılamalar için aynen geçerlidir. Ayrıca, mevcut dosyaların neredeyse % 90’ı Bylock, banka ve dernek/sendika iddialarından oluşmaktadır. Sanki diğer dosyalarda başkaca delil varmış ve bu karar onlar için emsal olmaz gibi oluşturulmaya çalışılan algının, amacı kararın gücünü kırmaktır.
Ayrıca, yukarıda vurguladığımız gibi Yalçınkaya kararında atıf yapılan AİHM’in önceki kararlarında Şen’in de tartışıldığını söylediği deliller tutuklama başvuruları kapsamında ele alınmış ve bunların hepsiyle ilgili ihlal kararı verilmiştir. Çok büyük ihtimaldir ki, bu dosyalar yargılama bitiminde tekrar AİHM önüne gelirse Mahkeme yine hak ihlali tespiti yapacaktır. Zira tutuklamada anılan delilleri yetersiz ve keyfi gören AİHM, mahkumiyet başvurularında evleviyetle ihlal verir.
2.Şen makalede, 7. madde ihlaliyle ilgili hususları güzelce özetlese ve AİHM’in bu ihlali, suçun unsurlarının başvurucu bakımından gerçekleştiğinin iç hukuka uygun şekilde ortaya konulmaması sebebiyle verdiğini söylese de;[2] daha sonra; ”…Ancak tüm bunlara rağmen özel kastın arandığı örgüt üyeliği bakımından, örgütün faaliyetleri çerçevesinde, süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gösteren fiiller arasında ByLock’un delil sayılıp, tespit ve değerlendirme raporu ile mahkumiyete gidildiği görülmektedir. Ancak İHAM Büyük Daire kararına bakıldığında; sadece tespit ve değerlendirme raporu ile yetinilemeyeceğini, ayrıca elde edilmişse mesaj içeriklerinin ve bunlara ulaşılamamışsa, sanığın kimlerle görüştüğünün mutlaka incelenip değerlendirilmesi gerektiğinin beklendiği anlaşılmaktadır”diyerek, sanki AİHM’in, sadece tespit ve değerlendirme tutanağı ile yetinilmemesi gerektiğini, ayrıca elde edilmişse mesaj içeriklerinin ve bunlara ulaşılamamışsa, sanığın kimlerle görüştüğünün mutlaka incelenip değerlendirilmesi gerektiğini beklediğini söylemiş gibi bir algı oluşturarak, konuyu suçun unsurları yerine mesaj içeriklerine ve başvurucunun kimlerle görüştüğüne getirmiştir. Yani Şen’e göre, bunlar dosyada olsa AİHM ihlal vermeyecektir. Oysa ki AİHM, uyduruk TDT’ler ile otomatik ceza verilmesini ve Bylock’un araştırılmayan suçun unsurlarının yerine ikame edilmesini sorunlu bulmuştur.
Başka bir ifadeyle, Şen ince bir işçilikle rejim yargısına yol göstermiştir. Yazışma içerikleri çıksa ya da başvurucunun kimlerle görüştüğü incelense suçun maddi ve manevi unsurun gerçekleştiği nasıl anlaşılacaktır? Peki o zaman, bu gerekçeyle ceza verilecekse, o kadar itirafçı içinden bu zamana kadar aleyhine ifade verdikleri kişilerin suçun manevi unsuru olan darbe teşebbüsünü bildiklerini söyleyen neden bir tane tanık çıkmamıştır? Yine, mesaj içerikleri çıksa nasıl otomatik olarak suçun maddi ve manevi unsuru gerçekleşmiş olacaktır? Bylock’un darbe teşebbüsünden aylar önce kapandığını söyleyen bizzat AİHM değil midir? Suçun manevi unsuru olan darbe teşebbüsünü aylar öncesinden insanlar nasıl bilebilir, eğer böyleyse neden bir tane bunu doğrulayan içerik çıkmamıştır? Ayrıca, aylar öncesinden davulla zurnayla duyurulan darbe mi olur?
3.Yazının devamında da aynı algıya devam ederek, makalenin başında 7. madde ihlaliyle ilgili hususları kendisi yazmamış gibi; “…sırf CGNAT ve HIS kayıtları ile kolluk tarafından hazırlanan tespit ve değerlendirme raporu ile getirilmesinin örgüt üyeliğinin ispatı bakımından yeterli olmayacağı, savunmasında suçunu inkar eden fail bakımından haberleşme programını kullandığı kişilerin kimler olduğunun belirlenmesi, bu kişilerle irtibatların tespit edilmesi veya görüşme ve mesaj içeriklerinin elde edilmesi suretiyle bir sonuca varılması gerektiğini ifade etmiş”diyerek konuyu yine mesaj içerikleri ve diğer kişilerin dinlenmesine getirmiş ve bunlar olsa suçun unsurlarının nasıl gerçekleşebileceği hususunu yine es geçmiştir. Zira Şen de bilmektedir ki, bunların hiç birisi suçun unsurlarını ortaya koymaya yetmemektedir.
Yine Şen, AİHM’e atfen; “…ByLock’un başka delillerle desteklenmesi halinde mahkumiyete esas alınabilecek delillerden olabileceğini ifade etmiştir” diyerek kararı çarpıtmaya devam etmiştir. AİHM’in kararda vurguladığı husus, Bylock ve diğer delillerin çok ötesinde olup suçun unsurlarının varlığının dahi araştırılmaması ve bu eksikliğin kriter kabul edilen yasal ve rutin faaliyetlerle giderilmeye çalışılmasıdır. Şen, kendince 7. madde ihlaliyle ilgili hususları perdeleyerek, AİHM’in 6. madde kapsamında verdiği ihlal gerekçeleri üzerinden Bylock’u aklamaya çalışmıştır. Hükümete göre bile kişilerin tek cezalandırma gerekçesi Bylock’tur ve uydurulan diğer hususlar ise destekleyici ve yan delildir. Hükümet dahi bunu söylerken ve Bylock’u AİHM’e yutturabilmek için diğer delillerden vazgeçerken; Şen, diğer delillerden bahsetmektedir. Mevcut yargılamalar açısından Bylock’un destekleneceği bir delil yoktur. Zira Bylock, tek başına ve hem de otomatik bir cezalandırma aracıdır. Hükümetin bu kabulü bile Şen’i ikna etmemiş olacak ki, Bylock’u aklayabilmek için destekleyici delil aramaktadır.
Sn. Şen, AİHM ve Hükümet Bylock’un en güçlü ve tek delil olduğunu ve başka bir şeye bakılmaksızın Bylock’a dayanılarak ceza verildiğini söyledikleri yer de Bylock’u destekleyecek yan delil acaba nedir? Banka mı, Dernek mi, tanık mı, ankesör mü ya da uydurulan başka bir delil midir? Hiç biridir! Zira sorun Bylock’un başka delillerle desteklenmesi değil, suçun unsurlarının oluşup oluşmadığı araştırılamadan ceza verilmesidir. Bu husus araştırılsa bile ne Bylock ne de yan bir delil suçun unsurlarının gerçekleştiğini göstermeye yetmeyecektir. Zira delil diye suulan hususların hepsi yasal ve rutin faaliyetlerdir.
Diğer taraftan Şen, AİHM’in uzun bir süre Bylock verilerinin MİT’in elinde denetimsiz kalmasını, bu delilin güvenilirliği konusunda başvurucu açısından haklı şüphe oluşturduğunu ve Hükümetin ve yargının bu duruma cevap vermediğini de görmezden gelmiştir. Şüphesiz bu durum tüm dosyalar için geçerlidir. Yine AİHM, MİT’in delil elde etmesini CMK 134. madde gibi denetleyen bir düzenlemesi olmaması yönüyle de eleştirmiş ve adette MİT’in delil elde etmesinin adli bir değeri olmadığını ima etmiştir. Sn. Şen maalesef bunu da görmemiştir.
4.Bylock’la ilgili “örgütün kayıt defteri”tanımlamasını yapan Şen’dir ve çıktığı yayınlarda ve yazılarında bunu sıklıkla vurgulamıştır. Ama yazıda sanki bu sözün mucidi kendisi değilmiş gibi; “ByLock” adlı haberleşme programını silahlı terör örgütü olarak kabul eden FETÖ’nün münhasıran kullandığı bir haberleşme vasıtası olduğunun ispatlanamadığını söylemektedir” diyebilmiştir. Hükümetin ve sizin her şeyi üstüne bina ettiğiniz münhasırlık iddiası da çöktüğüne göre, Bylock’ta ismi geçen herkesi örgüt üyesi olarak suçladığınız için bu kişilerden özür dileyecek misiniz?
5.Şen’e göre Yalçınkaya kararı, AİHM içtihatlarını takip edenler için şaşırtıcı değildir ve daha önce haksız tutuklulukla ilgili verdiği kararların bir devamıdır.[3] AİHM, Bylock yanında bankaya para yatırmayı ve gazete dergi aboneliğini “makul şüphenin”varlığı için yeterli görmemiştir ve birçok davada, başvurucuların tutuklanmasına dayanak oluşturan deliller ile mahkumiyetine esas alınan deliller arasında nitelik bakımından bir fark yoktur. Yani demektedir ki, tutuklayamadığınız bir delilden mahkumiyet de veremezsiniz. Evet doğru ve yerinde bir tespit ama o zaman Bylock nedeniyle tutuklama dahi yapılamayacağını ve daha önemlisi mahkumiyet kararı verilemeyeceğini bildiğiniz halde 7 yıldır Bylock hukuksuzluğuna neden odun taşıdınız ve rejim mahkemelerine yol gösterdiniz?
Aynı şekilde Şen; “İHAM’a göre; kişinin örgütsel faaliyette bulunma kastıyla hareket ettiğini gösterir başka somut deliller olmaksızın, bu fiillerin tek başına ve bir araya gelerek terör örgütü üyeliği suçunun işlendiği hususunda şüphe doğurduğunun kabul edilmesi mümkün değildir” demiştir. Mevcut yargılamaların büyük kısmında delil kabul edilen en önemli hususlar bunlarken (Bylock, banka, dernek/sendika/vakıf üyeliği, gazete/dergi aboneliği) ve AİHM bunları tutuklama için makul şüphe sebebi dahi kabul etmezken, bahsini ettiğiniz başka somut deliller nelerdir? Böyle deliller var da bizim mi haberimiz yoktur?
6.AİHM’in 7. madde ihlal gerekçelerini perdelemek için ciddi efor sarf eden Şen; “İHAM kararında; terör örgütü üyeliliği suçunun delili sayılan programla ilgili sanığa yeterli inceleme ve tartışma hakkı tanınmadığı, ayrıca konuştuğu kişiler veya mesaj içerikleri değerlendirilemeden karara varıldığı belirtilmiştir. Kanaatimizce; başvuruya konu dosya yönünden bu sorunların varlığı gözükmektedir ki, zaten ByLock ile ilgili tespit ve değerlendirme raporu dosyaya karardan sonra girmiştir, ancak Yargıtay tarafından incelenip verilen kararlarda tüm süreç bu şekilde işlememiştir. …bu programın sanıkta varlığının tespitinin terör örgütü üyesi olarak kabulü gerektiğine dair kararlar şu an için verilmemektedir” diyerek, içerik, TDT vb hususlara sanki AİHM 6. madde kapsamında değil de 7. madde kapsamında yer vermiş gibi kararı çarpıtmaya devam etmiştir. AİHM 6. madde kapsamında bu hususlara değinse de; asıl önemli olan 7. madde kapsamında yaptığı değerlendirmede, 7. maddeden verdiği ihlal nedeniyle 6. madde kapsamındaki bir çok hususu inceleme gereği bile duymadığını söylemesidir. Sanki AİHM sadece 6. maddeden ihlal vermişçesine, temcit pilavı gibi konuyu sürekli aynı hususa getirmesinin sebebi, suçun unsurları oluşmadığı için AİHM’in 7. maddeden ihlal kararı verdiğini söylemekten kaynaklanan sıkıntıdır.
Eğer AİHM 7. maddeden ihlal vermemiş olsa, incelemediği bir çok hususu bu kez 6. maddeden inceleyecek ve bu dosyada yapmadığı delil değerlendirmesine girecek ve her yönden hukuka aykırı ele geçirilen Bylock, bu sefer de bu gerekçelerle paçavraya çevrilecekti. AİHM’in bu hususları incelemeye dahi gerek görmemesinin nedeninin 7. madde ihlali olduğunu bildiği halde, sanki içerik olsa ya da Yargıtay’ın bile gerek görmediği TDT daha önce dosyaya girse AİHM Bylock’la ilgili ihlal yok diyecekmiş gibi bir hava oluşturmakta ve kendince rejim yargıçlarına bu şekilde yaparak ceza verebilirsiniz demek istemektedir. Oysa bunların AİHM kararında vurgulanan hususlarla hiçbir alakası yoktur. Ortada kapı gibi 7. madde ihlali ve bu ihlale gerekçe olarak da suçun unsurlarının dahi araştırılmadan ceza verilmesi gibi garabet bir durum vardır.
Benzer şekilde, Şen’e göre Bylock’un sanıkta varlığının tespitinin örgüt üyesi olarak kabulü gerektiğine dair kararlar şu an için verilmemekte ve AİHM’de tespit edilen ihlal gerekçeleri zaten yerel mahkemeler ve Yargıtay tarafından da dile getirilmektedir. Bu da külliyen yalandır ve her gün onlarca kişi hakkında verilen cezalar, sadece kişiler Bylock kullandıkları için verilmektedir. Benzer şekilde, bırakın Bylock’u, yalnızca sohbete katıldığı, Bank Asya’da hesap açtığı, gazete/dergi abonesi olduğu, çocuğunu okula gönderdiği ve hatta aile fertleri nedeniyle cezalandırılan binlerce insan vardır. Madem iç hukukta mahkemeler AİHM’in ihlal gerekçelerindeki gibi değerlendirmelerde bulunuyorlar, o zaman on binlerce dava neden açılmış ve mahkumiyet kararları verilmiştir? Bu hukuksuz kararlara imza atanlar hangi ülkenin hakim-savcılarıdır?
7.Makalede dikkat çeken bir diğer husus, Şen’in AYM’nin İbrahim Er kararını değerlendirdiği önceki bir yazsında[4]; “Sonuç olarak;AYM kararlarının objektif etkisinin ne olduğu hakkında tartışmaların giderilmesi amacıyla açık bir yasal düzenleme yapılması yerinde olacaktır. Aksi takdirde, gerek ihlal kararı verilen başvurulara konu olaylarla aynı durumda bulunan kişilerin mağduriyeti giderilemeyecek ve gerekse de AYM tarafından sıklıkla dile getirilen iş yükü artmaya devam edecektir. Ortada açık yasal düzenleme olmasa bile, AYM’nin ihlal kararlarının objektif etkisi gereğince CMK m.311/1-e’de geçen “yeni olay” sebebi dikkate alınmak suretiyle yargılamanın yenilenmesi yolu kullanılabilmelidir” demesine ve AYM’nin ihlal kararlarının ortada yasal bir düzenleme olmasa da CMK’nın 311/1-e de geçen “yeni olay” sebebi kabul edilerek yargılamanın yenilenmesinde kullanılması gerektiğini söylemesine rağmen; AİHM’in Yalçınkaya kararının yeniden yargılama sebebi olabilmesi için yasal düzenleme yapılması gerektiğini söylemiştir.[5] Acaba, bu tavır değişikliğinin sebebi, dosyalardan birinin Hizbut Tahrir ile diğerinin de güncel yargılamalarla ilgili olması mıdır? Beş ay arayla yazdığınız makalelerdeki görüş değişikliğinizin sebebi nedir? AYM ya da AİHM bilmediğimiz bir karar mı verdi?”
DİPNOTLAR
[1] https://www.hukukihaber.net/iham-buyuk-dairenin-bylock-karari-nasil-yorumlanmali
[2] “İHAM öncelikle TCK m.314/2’nin, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Yargıtay içtihadı ile birlikte değerlendirildiğinde, İHAS m.7’nin gereklerini karşıladığını belirtmiştir. Dolayısıyla;, buradaki sorun Kanundan değil, yargı organlarının öngörülemez ve genişletici yorumundan kaynaklanmaktadır.
FETÖ/PDY’nin bir terör örgütü olduğuna dair ilk yargı kararı 16.06.2016 (Erzincan ACM), ilk nihai karar ise 07.03.2017 (Samsun BAM) tarihlidir. Türk Hukuku’na göre, bir örgütün terör örgütü olarak kabul edilmesi prensip olarak ancak yargı kararı ile mümkündür. Dolayısıyla İHAM’a göre, bu tarihlerden önce MGK veya Devlet yetkilileri tarafından yapılan açıklamalara kesin bir hukuki sonuç bağlamak olanaklı değildir. Ancak başvurucuya isnat edilen fillerin gerçekleştiği dönemde; ortada henüz ulusal hukuk uyarınca bir “terör örgütü” bulunmaması, tek başına, İHAS m.7’nin ihlal edildiği sonucuna ulaşmak için de yeterli değildir. Çünkü ulusal yargı kararları; bir yapının yargı kararı ile “terör örgütü” olarak kabul edildiği tarihten önce, örgütün kurucuları ve üyeleri tarafından “bilerek ve isteyerek” gerçekleştirilen fiillerden dolayı cezai sorumluluğun doğabileceğini kabul etmektedir. Öte yandan, F. Gülen’in terör örgütü kurma suçundan yargılandığı davada beraat etmiş olması, bu yapının daha sonra ortaya çıkan delillere dayanılarak terör örgütü olarak nitelendirilmesine engel teşkil etmemektedir. Belirtmeliyiz ki, suç veya terör örgütleri ile bu illegal yapıların faaliyetleri bakımından örgütten ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için, ortada mutlaka bir kesinleşmiş mahkumiyet kararına ihtiyaç da bulunmamaktadır.
Olayda; İHAS m.7’nin ihlaline yol açan husus, TCK m.314/2’de düzenlenen suçun maddi ve manevi unsurlarının (İHAM’ın birçok yerde özellikle manevi unsura vurgu yaptığı görülmektedir), başvurucu bakımından gerçekleştiğinin iç hukuka uygun şekilde ortaya koyulamamış olmasıdır. Yargı kararlarında, ByLock kullanıcısı olan herkesin, otomatik olarak, silahlı terör örgütü üyeliği suçunu işlediği kabul edilmektedir. Bu bir nev’i otomatik suçluluk karinesi oluşturmakta ve başvurucunun suçsuzluğunu ispat etmesini nerede ise imkansızlaştırmaktadır. Bu yorum, TCK m.314/2’de düzenlenen suçun iç hukuktaki tanımıyla ve Yargıtay uygulamasıyla da bağdaşmamaktadır. Bazı kullanıcıların profilinden veya mesajlaşmalarından hareketle; bütün kullanıcıların suçluluğu konusunda kesin sonuçlara ulaşmak, öngörülemez bir tutum olduğu gibi, “kanunilik” ve “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkelerine de aykırılık oluşturmaktadır. Paylaşılan mesajların içeriğine veya paylaşımda bulunulan kişilerin kimliğine bakılmaksızın, ByLock kullanıcısı olan bir kişinin, FETÖ/PDY’nin terörist amaçlarını ve şiddete başvuracağını bildiği, kendisini örgütün iradesine teslim ettiği, örgütün amaçlarını gerçekleştirmek kastı ile hareket ettiği, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olarak örgütsel faaliyetlere katıldığı veya örgütün varlığına ya da gelişimine maddi veya manevi yönden somut destek sağladığı sonucuna nasıl ulaşıldığına dair hiçbir açıklama yargı kararlarında bulunmamaktadır. Kamu otoritelerinin ByLock içeriklerini elde etme konusunda karşılaştıkları güçlükler, FETÖ/PDY’nin terör örgütü ilan edilmesinden önce bu programı kullanan herkesin otomatik olarak suçlu sayılması için yeterli bir gerekçe değildir. Nitekim, FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında ifade veren bazı şüpheliler, ByLock’un örgütün haberleşme aracı olarak başta özellikle yöneticiler tarafından kullanıldığını, ancak daha sonra tabanı oluşturan kişilerce de kullanılmaya başlandığını, hatta bir süre sonra bütün “Cemaat” tarafından kullanıldığını dile getirmiştir. Bu koşullarda, ByLock kullanan herkesin kesin ve otomatik olarak örgüt üyesi ilan edilmesini anlamak güçtür.
[3] Mahkeme içtihadını takip edenler açısından şaşırtıcı değildir. Gerçekten İHAM; kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında daha önce yaptığı incelemelerde ByLock kullanımının, tek başına, örgüt üyeliği suçunun işlendiği yönünde makul bir şüphe oluşturmayacağına karar vermişti (Akgün/Türkiye, B. No: 19699/18, 20/07/2021). Dahası Mahkeme, ByLock kullanımına ek olarak, örgüte müzahir yayınlara abone olunmasını ve Bankaya para yatırılmasını da makul suç şüphesinin mevcudiyeti açısından yeterli görmemişti (Taner Kılıç/Türkiye (No. 2), B. No: 208/18, 31/05/2022).
[4] https://sen.av.tr/tr/makale/bireysel-basvurularda-verilen-ihlal-kararlarinin-objektif-etkisi
[5] “Bunlardan henüz olağan kanun yolları aşamaları tamamlanmayan dosyalarda AYM ve İHAM tarafından verilen ve emsal nitelik taşıyan bireysel başvuru hak ihlallerinin dikkate alınabileceği, fakat bunun emredicilik taşımadığı, olağan kanun yolu bitip kesinleşmiş, bireysel başvuru süresini kaçırmış veya kullanmışlar bakımından hukuki açıdan yapılacak bir şey olmadığı, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un ve CMK m.311’in bu konuda herhangi bir hüküm içermediği, AYM’de bireysel başvuru aşamasında olanların ise İHAM kararlarının emsal nitelik açısından etkileyeceği, başvuruların İHAM aşamasında olduğu durumda ise, iç hukukta yasal bir düzenlemeye gidilmedikçe “hukuk devleti” ilkesi bakımından keyfi yöntemlerin izlenemeyeceği, hem eşitlik ve hem de adalet ilkelerinin korunması amacıyla, bu konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde değerlendirilmesi gerektiği,”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***