Bir yönetmenden çok daha fazlası: Christopher Nolan (5)
YORUM | M. NEDİM HAZAR
Christopher Nolan, yönetmen olarak çıkışını önceki yazıda anlattığımız Following adlı düşük bütçeli bağımsız bir psikolojik gerilim filmiyle yapar, ancak onu baştan sona dikkat çeken benzersiz bir hikâye anlatıcısı olarak haritaya yerleştiren şey, 2000 yapımı gizem draması Memento olmuştur. Akademi Ödülüne aday gösterilen senaryo, yönetmenin kendisi tarafından yazılmış ve doğrudan kardeşi Jonathan Nolan’ın kısa öyküsünden uyarlanmıştır.
Toplam 3 bin pound (6 bin USD) gibi inanılmaz bir bütçeyle çekilen Following, 240 bin dolar gibi beklentilerin çok üzerinde bir hasılat yapınca, Emma Thomas ve Christopher Nolan, gittikleri yolun doğruluğunu test etmiş oldular.
Film ayrıca pek çok uluslararası festivalde aday gösterildi, övgü ve ödül aldı.
En büyük bahtsızlığı ise o yıl çekilen ve yine bir İngiliz yönetmen olan Justin Kerrigan’ın Human Traffic isimli enteresan filmiyle yarışma bahtsızlığıydı. Bir kere Human Traffic 4,5 milyon dolarlık bütçesiyle asimetrik bir avantaja sahipti!
Şu anda bile, özellikle sinema sektörünün uzmanlarının ortamı olan Metacritic’te 11 eleştirmenden 7’si olumlu yönde ve 60 puan gibi mühim bir dereceye sahip. Filmle ilgili en ortak eleştiri ise “aşırı kısa” oluşuydu. Maddi imkanların yetersizliğine bakılacak olursa, bu durum anlaşılmayacak bir şey değildi ama son filminin (Oppenheimer) süresine (3 saat) bakıldığında Nolan’ın bu eleştirilere “Alın size uzun film” dercesine cevap verdiğini düşünmek yanlış olmaz!
Eğer bu filmi orijinal DVD’den izlerseniz şöyle bir şansınız olacak:
Filmin hem orijinal kurgusu hem yönetmenle yapılmış bir söyleşi hem de zamanın klasik akışlı kurgusunu izleyeceksiniz.
Bir gün öleceksin!
Latince bir terim olan “Memento Mori” “ölümü hatırla” anlamında kullanılmaktadır. Kavram daha çok insanın faniliğini ve hayatın geçiciliğini ifade etmek için kullanılır. Ve o kadar yaygındır ki, sanatta, felsefede ve edebiyatta sıklıkla karşımıza çıkar.
İslam kültüründe de bir karşılığı vardır: lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.
Bediüzzaman Said Nursi ise bu hadisi önemle ele alır. Tirmizi’nin Zühd bahsinde geçen hadis Bediüzzaman’ın pek çok risalesinin esin kaynağı olmuştur.
Bediüzzaman unutmanın insana verilmiş büyük bir ödül ve -tabiri caizse- lanet olduğunu söyler ve bunun üzerine pek çok meseleyi inşa eder.
Çünkü unutmak, hatırlamanın simetrisidir.
Ve dünya hayatı unutulmak üzerine kurgulanmıştır.
Unutmak, hastalığı, çileleri ve ızdırapları, gerçekleri ve en çok da ölümü unutmak. İnsan ölümü gerçekten unutmamış olsa, dünya hayatı yaşanılmaz olurdu sanırım.
İşte “Memento mori”, özellikle Orta Çağ’da, insanların dünyevi zevklerin ve başarıların geçiciliğini ve ölümün kaçınılmazlığını hatırlamaları için kullanılan bir tema olarak popülerdir. Bu kavram, sanatta genellikle kuru kafalar, bozulmuş meyveler, solan çiçekler ve diğer ölüm sembolleri ile temsil edilse de özellikle derin din adamları ve felsefeciler için muazzam açılımlara sebebiyet vermiştir.
Kavram, aynı zamanda insanları ahlaklı ve dürüst hayat sürmeye ve ölümden sonraki hayata hazırlanmaya teşvik etmek amacıyla da kullanılmıştır. Memento mori, insanların hayatın kısa ve geçici olduğunu ve bu nedenle her anın değerini bilmeleri gerektiğini hatırlatırken “emrolunduğu gibi dosdoğru ol” gibi tamlayıcı kavramlarla birleşerek muazzam dersler sunar.
Jonathan Nolan…
Nolan kardeşler üç kişidir. Ağabey Mathew (ki kriminal biridir, 2009 yılında Kosta Rikalı muhasebeci Robert Kohen’i öldürmekten tutuklanmış ve suçlanmıştı) ve küçük kardeş Jonathan. Cristopher ve Jonathan ağabeylerinin aksine, kafaları uyumlu ve sanat işine yatkın iki kardeştir. Kader her ne kadar Christopher’i ön plana itse de hayatı boyu onun gölgesinde kalan Jonathan çocukluktan başlayıp, şu anda bile hep ağabeyinin yanında olmuştur. Emma Thomson Nolan’ın eksik bir parçasını tamamlamıştır, diğer yandan Jonathan ise ağabeyinin tam olan parçasının önemli bir bölümü anlamına gelir.
Following’in beğeni toplamasından cesaret alan Nolan, araya süre koymadan yeni bir proje düşünür, aslında ellerinde sürüyle fikir ve yazılı hikâye vardır. Bunların çoğunu küçük kardeş Christopher yazmıştır.
Ancak “Memento mori” kavramından ilhamla yazılan Memento bunlardan biri değildir. Aslında beraber yazmışlardır, demek daha doğrudur, çünkü iki kardeş Nolan’ın Emma ile beraber Los Angeles’a taşınırken yaptıkları uzun bir seyahat esnasında bu hikâyeyi kurgulamışlar, Jonathan ise kâğıda dökmüştür.
Hikâye, ana karakter Leonard’ın kısa süreli hafıza kaybı yaşaması ve bu durumu aşmak için vücuduna dövmeler yapması üzerine kuruludur. Christopher Nolan, bu hikâyeyi sinemaya uyarlamaya karar verdiğinde, hikâyenin kronolojik olmayan yapısını korumaya azami özen gösterir.
Nolan bu senaryoyu eşi Emma’ya okuttuğu an bu kadar hızlı çekeceğini aklına getirmemiştir. Emma Thomas’ın en önemli özelliklerinden biri iyi bulduğu fikirleri anında projeye dönüştürebilmektir. Thomas projeyi anında Newmarket Films yöneticisi Aaron Ryder’e iletir. Ryder filmin gücünü anında anlar ve her türlü desteğe hazır olduğunu söyler Emma’ya.
Matrix filmi Nolan için ayrı bir öneme sahiptir ve Memento çekilirken iki önemli oyuncuyu listenin başına eklerler: Carrie-Ann Moss ve Joe Pantoliano… Nolan’ın tek tereddüdü vardır, Pantoliano’nun üzerine yapışık duran kötü karakteri canlandırması. Ancak, daha ilk görüşmede bu tereddütlerinin gittiğini anlatır bir röportajında.
Memento, bağımsız bir bütçeyle çekilir ve Nolan’ın Hollywood’daki kariyerinin başlangıcını simgeler. 25 gün gibi Hollywood için çok kısa bir süre içinde tamamlanan filmin çekimleri Los Angeles’ta gerçekleştirilir. Nolan, Following’in seyircide bir karşılık bulmasından aldığı cesaretle filmi çekerken doğrusal olmayan anlatım tarzını benimser, bu da izleyicilerin Leonard’ın hafıza kaybını deneyimlemelerini sağlar. Bu, filmi izlerken izleyicinin de ana karakterle aynı kafa karışıklığını ve belirsizliği hissetmesine neden olur.
Nolan daha sonradan artık bir hikâyeyi kronolojik sırayla sunmak yerine, bir bilmece gibi karmaşık katmanlı olay örgüleri oluşturmasıyla, bunları izleyicinin zekasına meydan okurken aynı zamanda zihnini psikoloji kavramlarıyla meşgul edecek şekilde göstermesiyle tanınır. Bunun mihenk taşı ise Memento’dur. Film, 21. yüzyılın en klasik ve kafa karıştırıcı psikolojik gerilim filmlerinden biri olarak liste başına geçer. Memento, kısa süreli hafıza kaybı yaşayan ve karısını öldüren kişiyi bulmakta zorlanan Leonard Shelby’nin etrafında döner. Memento’nun benzersiz konusu, filmin başarılı hikâye anlatma tekniğinde önemli bir faktör haline geliyor. İzleyicileri hikâyeyi takip etmeye zorlayan kronolojik olarak geriye doğru yapısı iki dikkat çekici etki oluşturur: izleyicileri kahramanın zihinsel durumu ve algısıyla sınırlandırır ve aynı zamanda izleyicilerin filmdeki karakterlere ilişkin sahip olabileceği varsayımları sorgular. Bahsi geçen bu başarıların tümü izleyicilerin Memento hakkındaki anlayışını şekillendirir. Nihayetinde Leonard’ın ileriye dönük hafıza kaybı yaşadıktan ve yeni anılar oluşturamadıktan sonra başına gelen her olaya yönelik belirsizliğini ve şüpheciliğini ifade eder.
Ters kronoloji!
Nolan, geriye doğru kronolojik kurgunun seyirci ile kahraman arasındaki ilişkiye daha da içiçeleştirdiğini bu filmde fark eder.
Bu da seyircinin Leonard’ın yerinde olmasını ve onun deneyimiyle empati kurmasını neticesini verir. Soruşturma macerası onun bakış açısından gelişiyor, ancak olay örgüsü aynı zamanda izleyicilerin bilgilerini Leonard’ın gözlemleriyle sınırlıyor ve bu da sonuçta filme dair anlayışlarını şekillendiriyor. İzleyicinin anlayışı Leonard’ın bakış açısıyla sınırlı olduğundan, zamanda geriye doğru yolculuk yaptıkları için bir sahne başladığında ne olduğunu asla bilemiyorlar.
Bu konuyu “senaryoda boşluk” bahsinde daha derinlemesine analiz edeceğiz.
Filme dönecek olursak, her renkli sahne tersten akar ve her biri hikâyenin yaklaşık on dakikasını gösterir; bu da Leonard’ın hafızasının uzunluğunu temsil eder. Bu bölümler, Leonard’ın bilinmeyen bir polisle telefonda konuştuğu bir alt olay örgüsünü oluşturan siyah beyaz sahnelerin kronolojik sırayla daha kısa bölümleriyle iç içe geçmiştir. Film ilerledikçe siyah-beyaz ve renkli sahneler pazılda yerini alır ve hikâye anlam bulmaya başlar. Burada, Nolan, kısıtlayıcı anlatımı büyütmek için ters olay örgüsünü kullanır ve yalnızca Leonard’ın algısını ve duygularını açığa çıkarır. Bu kısıtlayıcı anlatımın oluşturduğu belirsizlik ise hem seyircinin merak hissini tetikler hem de izleyici kendi zekasını ve hafızasını kullanarak parçaları birleştirmeye başlar. Tabiri caizse her hatıra izleyicileri bulmacanın parçalarını kahramanın zihniyetine göre bir araya getirmeye zorlar. Örneğin Leonard’ın bir restoranda Natalie ile buluştuğu sahne, Leonard’ın Natalie’nin vücut dilini okumaya ve onun nasıl bir insan olduğunu anlamaya çalıştığını görürüz. Aynı şekilde izleyiciler de bu kadını filmde ilk kez gördüğünden dolayı, onun amaçlarını, filmdeki rolünü tam olarak anlamak onlar için zihinlerini zorlarlar. Bu sahnede Natalie, Leonard’ın kendisini hatırlayamaması nedeniyle görsel olarak hayal kırıklığına uğramış görünür, ancak sonunda Leonard’a John G adında bir adamın plakasını verir.
Çekim tekniği açısından da enteresan bir filmdir Memento. Pek çok sahnede kamera ya Leonard’ın omzunun üzerindedir ya da ana karakterin yakın çekimlerini yapmaktadır. Bu sinematografi sayesinde izleyicilerle Leonard arasında sağlam bir ilişki kurar. Ezcümle, kısıtlı anlatıma yol açan geriye doğru kronolojik olay örgüsü nedeniyle izleyiciler dikkatli ve zihinleri sürekli tetikte olur ve Leonard’ın eylemlerinden ve diğer karakterlerin bunlara tepki verme şekillerinden filmin bağlamı hakkında sürekli ipuçları toplar.
Öte yandan Memento filmi, geriye doğru kronolojik olay örgüsü aynı zamanda izleyicilerin filmdeki her karaktere yönelik sahip olabileceği varsayımlara ve stereotiplere de apaçık meydan okur. Filmin güncel ve geriye dönüş sahneleri boyunca her karakterin kişiliği yavaş yavaş ortaya çıkar ve beraberinde dönüşüm yaşayarak seyirciye seyir zevki zerk eder. Filmin sonuyla başlayan Nolan’ın ters tekniği kullanmasının oluşturduğu mebzul miktardaki gerilim ise izleyiciyi Teddy’nin ölümünün gizemine davet edecek şekilde olay örgüsünü yapılandırır. Filmi izleyenler, Teddy’nin Leonard’ın karısını öldüren kişi olduğunu ve Leonard’ın da filmin muhalifi olduğunu varsayarak yönetmenin kurduğu ilk tuzağa seve ve bile isteye düşer. Ancak film ilerledikçe gerçek düşmanın kim olduğu sorusu tekrar gündeme gelir. Leonard’ı Dodd’u kaçırması için yönlendiren Natalie mi, yoksa karısını öldürmesi gereken John G mi, yoksa Leonard’ın kendisi mi? Esas soru şudur; yoksa birisi gerçekleri görmezden gelip mutlu olmak için kendine yalan söylemeyi seçmiştir? Nolan, temel bir bilgiyi filmin sonuna kadar saklayarak izleyicilerin tahminde bulunmasına fırsat verir. Bundan az biraz narsistçe haz aldığını bile söylemek mümkün!
Leonard’ın kendini kandırması.
En ilgi çekici açıklama şüphesiz filmin katarsisinde saklıdır. Memento, Leonard’ın iç çatışmalarını sadece içinde bulunduğu malul durumun neticesi değil, aynı zamanda marazi bir şeyin neticesi olduğunu seyircinin zihnine adeta bir el bombasının pimini çekip fırlatması gibi atar. Belki de kahramanımız bir hastalığın kurbanı değil, aynı zamanda kasıtlı olarak kendine yalan söyleyen bambaşka bir hastalığa duçar biridir ve zannettiğimiz kadar masum bile değildir!
Bu bahis daha da detaylandırıp ve hatta günümüzde yaşananlar ile; özellikle cemaatin başına gelenlerle bir bağlam oluşturmak için çok daha çarpıcı ayrıntılara girmek isterim. Bunun için bir sonraki yazıya bırakalım, zira bugün zihninizi çok yorduğumu düşünmeye başladım.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***