Evrencan Gündüz’ün ‘Aşkın Sesini Duyuyorum’ teklisi bizi sadece zamanda gezdirmekle kalmıyor, aşkın sesini duyma edimi açısından, iki müzisyenin alımlama biçimlerindeki farklılıkları görmemizi de sağlıyor.
Aşkın sesini duyuyorum diyor Evrencan Gündüz, önemli müzisyen Asım Can Gündüz’ün sesini tekrar hatırlatmak ve sürdürmek adına. Babası Asım Can Gündüz’ün seksenlerde yazdığı, yorumladığı ‘Aşkın Sesini Duyuyorum’ şarkısını, oğlu Evrencan Gündüz yeniden düzenleyip, yorumladı ve babasının doğum gününde yayınladı. Geçen yıl da babasının yazdığı ‘Yavrum’ adlı şarkıyı onun doğum gününde yeniden yorumlamıştı. Bunu her yıl tekrarlamayı, gelenek haline getirmek istediğini söylüyor Evrencan.
Bu tavrın birkaç açıdan önemi var. Hem kişisel olanın hem toplumsal olanın bir aradalığı olarak ele alınabilir bu tavır. İlki (yani kişisel olan) babadan oğula aktarılan müzikal deneyimi gösteriyor, diğeri ise kuşaklar arası bağın müzik aracılığıyla ileriye taşınmasını.
Bu iki durumun birleştiği en önemli nokta; önceki sesin, sonraki seste kendini duyurması. Şimdiye geçmişin anısını, melodisini yüklemek bir yanıyla varoluş meselesine bir yanıyla da zamansallığa götürüyor bizi. Önceki sesle sonraki ses arasındaki farklılıkları ya da benzeştikleri noktaları görmemizi sağlarken melodinin geçen süre içeresindeki yolculuğuna da tanık ediyor bizi. O nedenledir ki cover şarkılar, hem zamanın hem de şarkıyı yorumlayanların bıraktıkları izleri bulabileceğimiz bir okuma alanı yaratıyor dinleyene.
Kuşkusuz Evrencan Gündüz’ün öncelikli arzusu, babasının sesini unutturmamak olabilir. Fakat devraldığı bu sesi, kendi deneyimi ve birikimiyle birleştiriyor ki, bunu da müzikal belleği diri tutma çabası olarak değerlendirmek gerek. Dolayısıyla yeni çıkardığı ‘Aşkın Sesini Duyuyorum’ teklisi, yani iki kuşağın iki farklı zamanda yorumladığı bu şarkı, bizi sadece zamanda gezdirmekle kalmıyor, aşkın sesini duyma edimi açısından, iki müzisyenin alımlama biçimlerindeki farklılıkları görmemizi de sağlıyor.
Evrencan Gündüz’ün düzenlemesinde, şarkının orijinalinden farklı olarak, parçaya girişte (yanılmadıysam) yaylı çalgılar dörtlüsü karşılıyor bizi. Bu, hüzünlü, içinde özlem de barındıran bir sesleniş etkisi yaratıyor. Asım Can ise egzotik bir koku duyumsatıyordu söyleyişinde; aşk halihazırda kollarında dans ediyordu. Evrencan ise kollarında özlemi tutuyor. Ancak şarkının yapısı gereği, her ikisi de son derece soft dokunuşlarla yorumlamışlar parçayı.
Evrencan Gündüz’ün hem kendi yazdığı şarkılar, hem yeniden düzenleyip yorumladığı cover parçalar, hepsi de belleği diri tutma çabasının yanı sıra bir varoluş meselesini de işaret ediyor. Müzikle kendi dilini, özünü bulma anlayışı denilebilir buna.
2018’de çıkardığı beş parçalık ‘Bu Toprakların Sesleri’ adlı albümde türküleri yeniden düzenleyip yorumlaması, yine altmışların aranjman dönemini yansıtan, Semiramis Pekkan’ın seslendirdiği üç şarkıyı Akustik Seri adı altında toplayıp onunla düet yapması; Türkiye’de yapılan müzikleri, sesleri keşfetmek dışında, kendi sesini onlara eklemleyerek çoğaltmak anlamına da geliyor.
Batı müziğini de oldukça iyi bilen Evrencan, yaptığı şarkılarda tüm bu bileşenleri, kendini oluşturan unsurları birbiri içinde eritiyor. Ama bunu bir sentez anlayışıyla yapmıyor. İçinde akan birçok sesi kaynaştırıyor, ortaya kendi üslubunu, sesini koyuyor. Söylediği şarkı, çıkardığı melodi veya yaptığı düzenlemeler kendi oluşunun bir yansıması aslında.
Bu özelliği en açık biçimde gördüğümüz parçanın, Erdem Buri’nin düzenlediği, Tülay German’ın yorumuyla geniş kitlelere ulaşan, Yozgat yöresine ait bir türkü olan ‘Burçak Tarlası’nın yeniden yorumlanması olduğunu söyleyebilirim. Bu türküyü yeniden düzenlemesinde, yorumlamasında, hem müzikal hem kültürel anlamda, kendi oluşlarının birçok nüvesine rastlayabiliyorsunuz. O halde başa dönelim…
ANADOLU FUNK
Blues, caz, funk, rock, zaman zaman da pop tarzında şarkılar yazan, söyleyen Evrencan Gündüz’ün, on beş, on altı yaşlarında başladığı müzik serüveninin ilk önemli durağı sokak oluyor. Daha doğrusu, müzikteki ilk döneminin sahnesi, en önemli mekanı sokak.
Kariyerine sokak müzisyenliğiyle başlamasının, muhtemelen gözlem yeteneğinin geliştirmesine katkısı olmuş. Daha önemlisi, duyduğu tüm sesleri içselleştirmiş. Şarkı yazarlığında bunun etkisi hemen hissediliyor. Çok renkli, çok sesli, çok samimi, coşkulu, yer yer hüzünlü ama zamanın ruhunu sokağın sesiyle tecrübe eden ve bunun da doğrudan müziğine nüfuz ettiğine tanık olduğumuz iyi bir müzisyen o.
İlk EP’si ‘Evrencan ve Uzaylılar’ı 2017’de, ilk albümü ‘Mevsim Çiçekleri’ni 2018’de; Sade, Orta Şekerli ve Şekerli olmak üzere üç bölümden oluşan ‘Sabah Şarkıları’ adlı üçlemesini 2019 ve 2020 yıllarında, Anadolu Funk (vol1)’ı 2021’de çıkaran Evrencan’ın bir çok tekli çalışması da son hızla gelmeye devam ediyor.
Bu arada Anadolu Funk albümünün altını çizmek gerek. Anadolu müziğini funk ezgileriyle buluşturan, hızlı gitar ritimlerine, davula, klavyeye, bas’a, bağlamanın eşlik etmesinin yanı sıra Evrencan’ın o çok renkli sesini, şarkı yazarlığını, müzikal zekasını ve yeteneğini her açıdan görebileceğimiz bir albüm bu.
Özellikle ‘Banane’ şarkısı size hem horon çektiriyor, hem de Karadeniz’in yaylalarından, asi denizinden gelen rüzgar gibi gitarların çağlaması sayesinde müzikal bir ziyafet sunuyor. Üstelik albümde, kendi kişisel yolculuğunu, dedesi Adanalı Rıza’yı ve babası Asım Can Gündüz’ün Jimi Hendrix hayranlığını Hey! Douglas’la yaptığı ‘Bir Öyle Bir Böyle’ şarkısında anlatıyor.
Üç kuşağı; dede, baba, oğul üzerinden anlatan Evrencan’ın bu şarkısı, içinde bir sitem de barındırıyor. “Sen benim hatırımı hiç sormadın/ bir masalım vardı anlatamadım” sözleri babaya yönelik bir sitem. Bu sitemi hem kendisi hem dedesi adına yapan Evrencan, bir anlamda baba ve oğullar arasında tamamlanmamış, eksik kalmış bir hikayeyi dile getiriyor.
Elbette bu kırgınlığın içinde babaya duyulan hayranlıkla beraber büyük bir özlem de var. Müzik bir anlamda bu duyguların da sesi oluyor. Tüm bunların ışığında, aidiyet duygusunun onun şarkılarında önemli bir yer teşkil ettiğini söylemek gerek.
Zaten aidiyet meselesinin son yirmi yıldır müzisyenlerin büyük kısmında her zamankinden daha fazla öne çıktığını görüyoruz. Anadolu’ya dair ezgileri kendi müzikleriyle harmanlama anlayışı yeni değil elbette. Dünden farklı olarak bugün çok daha başka kaygılar ve başka bir estetik anlayışla yapıyorlar bunu. Bu durum, belirsizlik, geleceğin şimdide takılı kalması gibi bir çok nedene bağlı olabilir. Ama bu başka bir yazının konusu. Şimdilik beklesin. Biz Evrencan Gündüz’e kulak verelim ve aşkın sesini duyalım.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***