Almanya’da sığınmacı tartışmaları, hükümetin anketlerde giderek puan kaybettiği ve önemli eyalet seçimlerinin yapılacağı bir dönemde yeniden alevlendi. Göçmen karşıtı tutumuyla bilinen aşırı sağ Almanya için Alternatif (AfD) partisi, ana muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik’in (CDU) ardından ülkenin en güçlü ikinci siyasi partisi konumuna yükseldi.
Suriye, Afganistan gibi ülkelerden sığınmacıların yanı sıra savaştan kaçan 1,1 milyon Ukraynalı’nın varlığı belediyelerin de imkanlarını zorluyor. Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in geçen hafta sığınmacılar konusunda “Sınıra dayandık” açıklamasının ardından eyalet ve federal düzlemden çok sayıda politikacıdan benzer açıklamalar geldi, Başbakan Olaf Scholz da “Bize gelenlerin sayısı, kaldırılabileceğin çok üstünde” açıklaması yaptı.
Sığınmacı yanlısı politikalarıyla bilinen Yeşiller partisinden Başbakan Yardımcısı Robert Habeck, “İltica hakkını koruyabilmek için gerçeği kabul etmek ve etik olarak zor kararlar alınması pahasına da olsa somut sorunları çözüme kavuşturmak zorundayız” ifadelerini kullandı.
Danimarka modeli başarılı oldu mu?
Almanya’da şu an tüm partiler sığınmacılara karşı daha kısıtlayıcı politikalar uygulanması konusunda fikir birliğine varmış görünüyor. Bu ortamda başta Danimarka olmak üzere çeşitli Avrupa ülkelerinden modeller masaya yatırılıp tartışılıyor.
Danimarka’daki sosyal demokrat hükümet, yıllar önce göç politikalarını sertleştirerek sert ve kısıtlayıcı önlemler aldı. Sığınmacılara sosyal ödenekler belirgin bir şekilde kısılırken aile birleşimi zorlaştırıldı. Bu yıl Temmuz ayında iltica başvurusunda bulunanların sayısı 6 milyon nüfuslu ülkede 183 iken 84 milyon nüfuslu Almanya’da 25 bin 165 civarında.
Avusturyalı göç araştırmacısı Judith Kohlenberger, Danimarka’nın bu tür önlemlerinin sadece kısmi başarı sağladığını belirtiyor. Kohlenberger, “İnsanların ya hiç gelmemesini, ya da gelmiş olanların da daha hızlı bir şekilde istihdam piyasasına dahil olmasını hedefliyorlardı. Ama ikinci hedef sadece kısmen başarılı oldu. Sosyal ödeneklerin kısılması sonucunda suç oranları arttı, göçmenlerin eğitimdeki başarısı azaldı. Halbuki bu öngörülebilir bir sonuçtu. Bunu yoksulluk araştırmalarından biliyoruz” değerlendirmesinde bulunuyor.
Kohlefelder, “Danimarka modeli”nin kısmi başarısını ise komşu ülkelere borçlu olduğu görüşünde. Danimarka’ya gelenlerin sayısının azalmasının, çevre ülkelerin sığınmacı kabul etmesi sayesinde olduğunu belirten göç araştırmacısı, “Yani göç baskısı başka ülkelere kaydı. Danimarka’ya gidenlerin sayısının azalmasında, örneğin Almanya’nın sığınmacı kabul etmeye devam etmesi rol oynadı” diyor.
İltica sürecini üçüncü ülkelere kaydırma planı
İsveçli göç uzmanı Bernd Parusel de Danimarka’nın aile birleşimine önemli engeller getirdiğini, Suriyelilerin geçici koruma statüsünü kaldırdığını ve ülkelerine geri dönmeye teşvik ettiğini hatırlatıyor. Danimarka hükümeti bunun da ötesinde, sığınmacıların Danimarka topraklarında iltica başvurusunda bulunmasını tamamen engelleyecek tartışmalı bir anlaşmaya da imza atmıştı. 2022 yılı Eylül ayında Ruanda ile imzalanan anlaşmayla, iltica için Danimarka’ya gelenlerin bu ülkeye gönderilmesi ve iltica işlemlerinin burada yapılması öngörülüyordu. Benzer bir plan İngiltere’de de hukuki engellerle karşılaşmış ve askıya alınmıştı.
İsveçli göç uzmanı Parusel, Danimarka’nın da Ruanda planını bir süreliğine rafa kaldırdığını belirtiyor. Kohlefelder bunun en önemli nedenini, ilticacılara hukuk devleti standartları içinde bir iltica süreci sunulması zorunluluğu olarak açıklıyor ve Ruanda’nın bu şartlara sahip olmadığını belirtiyor.
İltica başvurularının AB dışındaki üçüncü ülkelere yönlendirilmesi planı Ruanda örneğinde başarılı olmasa da bu yönde arayışlar Almanya’da da var. Bu planı savunanlar, sığınmacıların korunma hakkının olduğu, ancak ülke seçme hakkının bulunmadığı gerekçesini öne sürüyor. Bu konuda en sık verilen örneklerden biri Avustralya. Canberra hükümeti, hukuken tartışmalı bir adımla iltica başvurularını Papua Yeni Gine’ye yönlendirmiş ve bu şekilde Avustralya’ya giden sığınmacı sayısı azalmıştı.
Sınır dışı tartışması
Almanya’da en çok tartışılan konulardan biri de sınır dışı kararları. Almanya’da 2022 yılı sonu itibarıyla sınır dışı edilmesi gereken 304 bin kişiden yaklaşık 248 bini, “müsamaha gösterilenler” kapsamında ülkede yaşamayı sürdürüyor. İltica başvurusu reddedilenler arasında hasta olanlar ya da ülkesinde savaş yaşanan kişiler bu grupta yer alıyor. 2022 yılında sadece 13 bin kişinin sınır dışı edilmesini eleştirenler sınır dışıların daha etkin hale getirilmesini talep ediyor.
Bu konuda örnek gösterilen ülkelerin başında Avusturya geliyor. Avusturyalı göç araştırmacısı Judith Kohleberger ise işin gerçek yüzünü şöyle açıklıyor:
“Avusturya’dan sınır dışıların son yıllarda arttığı gerçekten de doğru. Ama bu sınır dışı işlemlerinin büyük bölümü, ilgili kişilerin diğer Avrupa ülkelerine gönderilmesi şeklinde gerçekleşiyor. İltica başvurusu reddedilip de menşe ülkeye sınır dışı edilenlerin sayısı çok az.”
İsveçli göç uzmanı Bernd Parusel de asıl sorunun AB içinde sığınmacılarla ilgili yükün, sorumluluk ve maliyetin dağıtıldığı işler bir sistemin bulunmaması olduğu görüşünde. Bu nedenle ülkelerin sığınmacılara cazip görünmemek için tek taraflı önlemlere yöneldiğini kaydeden Parusel, AB ülkeleri arasında bir nevi “caydırıcılık yarışı” yaşandığını belirtiyor. Parusel, Kuzey ülkelerinde sosyal ödeneklerdeki kısıntılara gidilirken Yunanistan gibi Güney ülkelerinde de son derece sert önlemlere başvurulduğuna dikkat çekiyor.
Alman göç araştırmacısı Petra Brendel de tüm bu caydırıcılık yarışında hukukun gözardı edilmemesi uyarısında bulunuyor. Göç ve iltica politikalarında mükemmel bir yolun bulunmadığını, politikaların çeşitli düzlemlerde çeşitli araçlar kullanılarak katman katman örülmesi gerektiğini belirten Brendel, “Bu noktada en önemlisi hukuki çerçevelere riayet edilmesi. Yani devletler hukuku, AB hukuku ve Alman anayasasının gözardı edilmemesi. Ancak pek çok noktada bunun dikkate alınmadığına tanık oluyoruz” diyor.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***