Mehmed S. KAYA
Türkiye’deki seçim Avrupa’ya ürkütücü milliyetçi sinyaller gönderdi. Bilhassa cumhurbaşkanlığı seçimi Avrupa’da çok konuşuldu, tartışıldı. Tartışmalar milliyetçilik odaklıydı. Bu milliyetçi çılgınlık nereye kadar? diye soruluyor. Türk milliyetçiliği tüm çeşitleriyle oldukça otoriter olarak algılanıyor. Yorumların birçoğunda Türklerin Avrupa’dan uzak tutulması gerektiği açıkça ifade ediliyor. “Türklerin milliyetçilikten vazgeçmemesi onlara pahalıya mal olmuştur” görüşü sıkça dile getiriliyor. AB üyeliği ile ilgili zorluklar bu temelde açıklanmakta.
AB’nin Türkiye ile üyelik müzakereleri sırasında yayınlanan ilerleme raporlarında, Atatürk milliyetçiliğinin demokrasiyle bağdaşmadığı ve Türkiye’nin üyeliği önünde ciddi bir engel olduğu defalarca dile getirildi. Ancak ne hükümet, ne ana muhalefet partisi, ne de iktidara yakın milliyetçi kesimler, seçim döneminde olduğu gibi AB uyarılarını umursamadılar. Tam tersine AB’yi sert bir dille eleştirdiler. Avusturya dışında, Batı Avrupa ülkelerinin büyük çoğunluğu savaşın hemen ardından aşırı milliyetçilikle hesaplaştı. Ve İspanya AB üyeliği için başvurduğunda, İspanyollar da milliyetçi Franco rejimi ile hesaplaşmak zorunda kaldılar. Bu nedenle İspanya Parlamentosu, Franco dönemini kınadı ve böylece AB’ye 1986 da tam üye olabildi. Franco taraftarları da (Partido Popular) Franco döneminin kınanmasını desteklediler. Aralarında İsmail Beşikçi’nin de bulunduğu pek çok ünlü siyasi araştırmacı, Franco rejimi ile Atatürk rejimi arasındaki benzerlikleri vurgulayalı epey zaman geçti. CHP’nin Franco destekçileri gibi Atatürk milliyetçiliğini kınaması şimdilik zor görünüyor.
Batıdan bakıldığında, Türkiye’de adil ve demokratik bir seçim yapılmadı. Avrupalı liderler Erdoğan’ı seçimi kazandığı için tebrik ettiler. Ama sadece diplomatik bir gelenek çerçevesindeydi bu. Türkiye’deki gelişmelerden kimse memnun değil. Ülkede demokrasi, otoriter milliyetçilik ile otoriter İslamcılık arasında eziliyor. Otoriter milliyetçiliğin kökleri, kurucusu Atatürk olan Kemalizm’e atfedilir. Ancak milliyetçi hareket ortadan ikiye bölünmüş durumda. Yarısı Erdoğan’ı destekledi, geri kalanı ona karşıydı. Erdoğan, aşırı milliyetçileri ve İslamcıları Kemalistlerin önderliğindeki muhalefete karşı bir araya getirmeyi başardı.
ATATÜRK VE İNÖNÜ DÖNEMİ
Türkiye demokrasinin zayıf olduğu ve birbirine karşı otoriter alternatiflerin yarıştığı tipik bir ülke örneğidir. Türk demokrasisi hâlâ o kadar kırılgan ki, insanlar günlük hayatlarında daha iyiye giden bir değişiklik görmediklerinde otoriter, milliyetçi hareketlere oy veriyorlar. Ve Kürt düşmanlığı o kadar güçlü ki, Erdoğan, muhalefete destek sunan ılımlı Kürtleri, Türk ırkçı-milliyetçi kitlelerden destek almak için kullandı. Yine de adalet adına şunu söylemeliyim ki bugünkü Kürt düşmanlığı Atatürk’ün hüküm sürdüğü dönemle mukayese edilemez. Kürtler, Atatürk ve İnönü dönemlerinde şiddetli bir devlet terörü yaşadılar. Şu örnek çok şeyi anlatıyor:
İran’la ticareti sağlayan ana kara ve tren yolu Elazığ, Bingöl, Muş üzeri Van sınırına uzuyor. Fakat insanlar korkudan dolayı jandarmanın gözü önünde görünmemek için yakın zamana kadar yol kenarına yerleşmeye cesaret edemediklerini söylemektedirler. Askeriyeden uzak olmak için köylerini yoldan uzakta, vadilerin ve derelerin derinliklerinde veya dağların gerisinde gizlemişlerdir. Korku, onları kendilerini fiziksel olarak dış dünyadan yalıtmaya zorlamış. Turgut Özal hükümete geldikten sonra daha fazla sayıda insan ana yol civarında yaşamaya başlamıştır.
Atatürk’ün katı totaliter milliyetçilik deneyi demokrasiyle bağdaşmıyordu. Türklerin Atatürk’ün devlet oluşumunun Batı modeli liberal hukuk devletine dayandığı iddiası bir propaganda yalanıdır. Türkiye’deki devlet anlayışı Batı’dakine çok uzak.
Liberal bir devletin en önemli özelliklerinden biri bireylerin veya etnik azınlıkların kanun önünde eşitliğidir. Türk devlet anlayışında etnik gruplar arasında eşitlik ilkesi yoktur. Hayatınızı şekillendirme fırsatlarının hangi etnik gruba ait olduğunuza bağlı olduğu bir toplum, liberal bir toplum değildir.
Atatürk’ün kurduğu ve halen inatla sürdürülmekte olan devlet Türkler ve Kürtler arasındaki etnik, kültürel ve ekonomik eşitsizlik biçimleri, liberal bir bakış açısıyla açıklanamaz. Türk devleti özgürlükten neredeyse Hitler’in Yahudilerden veya İran’daki Mollaların eşcinsellerden nefret etmesi gibi nefret eder. Ancak insanların devlete karşı itaatkâr davranmasını sever.
ATATÜRK MIİLLİYETÇILİĞİNİN YENI VERSİYONLARI: OĞAN, ÖZDAĞ…
Türkiye Cumhuriyeti katı totaliter milliyetçi prensipler üzerine kuran Mustafa Kemal ve arkadaşları, uzun süreli siyasi baskıyla birlikte ülkeyi birçok sefer kanlı savaşlara sürükledi. Çünkü Türk üstünlük fikri temel alındı ve cumhuriyet bunun üzerine inşa edildi.
Günümüz Türkiye’si ise çağımızın en büyük tehditleri tarafından sıkıştırılıyor: İslamcılık ve otoriter milliyetçilik. Bu yeni bir Türk-İslam sentezi ifadesi mi? Yani Ziya Gökalp’ın manevi milliyetçi tezini hatırlatıyor: Türkçe konuşan Müslümanlarla bir Türk milleti yaratmak. Türk milliyetçi sitelerine girmek, insan ruhuna olan inancından vazgeçmek gibidir. Sinan Oğan, Ümit Özdağ, Devlet Bahçeli ve daha başka aşırı milliyetçiler ile övünen bu siteler, Türkçü düşünmeyenlere karşı küfürlü bir dille süslenmiş sonsuz bir düşmanlık, nefret ve önemsizlikler dizisine benziyorlar. Ancak Oğan ve Özdağ’ın seçim dönemindeki çıkışları bize kalite ve önyargı arasındaki ayrımın nihai olarak bulanıklaşmasını gösterdi.
Oğan ve Özdağ’ın ortak noktası, her ikisinin de son derece aşırı milliyetçi bir ideolojiyi temsil etmesi ve milliyetçi güçleri yeniden birleştirmeyi amaçlamasıdır. Avrupalıların çok korktukları bu akımları temsil eden bu iki lider, Türk medyasında biraz çocuksu, biraz da saf deli olarak yer almakta ve Kürtler hakkındaki son derece dışlayıcı görüşlerini Atatürk’ün milliyetçi ideolojisinin yeni versiyonları olarak sunmaktadırlar. Bunlar, kurdukları Ata ittifakı ile kendilerine Türklerin ataları rolünü vermekten geri kalmadılar ve zaten saf delilikleri, kendilerini Türklerin ataları olarak adlandırmalarında yatmaktadır. Burada komik olan, ikisinin de göçmen kökenli olması. Biri Azeri diğeri Çerkez. Türk siyaseti meydanı, Türk-Kürt çelişkileri üzerine kurulmuş söylemleri temel almış göçmen kökenli siyasilere bırakmamalı. Çünkü bu tehlikeli bir fitnedir.
Bu seçim gösterdi ki en çok muhacir kökenli siyasiler ve Erdoğan-iktidarı, Kürtlerin meşru ve yasal mücadelesini terör terörist olarak gösterilmeye hevesliydi ve bu şekilde siyasi çıkar elde ettiler. 14-28 Mayıs tarihlerinde tanık olduğumuz manevra oyunu sadece bir hırsızlık girişimi değildi. Aynı zamanda alaycıydı. Oğan: “Anahtarın Kürtlerde değil milliyetçilerde olduğunu gösterdik” söylemi seçimin nasıl ve hangi yöntemlerle kazanıldığını özetliyordu aslında.
Kürtler bu tür hırsızlık girişimlerine yabancı değiller. Oğan ve Özdağ örneği, Mahsa Amini’nin öldürülmesinden sonraki ayaklanma sırasında yaşananları anımsatıyor. 22 yaşındaki Mahsa Amini, İran polisinin gözetiminde öldürüldükten sonra, Kürtlerin önderliğinde İran rejimine karşı büyük gösteriler düzenlendi. Ancak Fars milliyetçileri bu rolü Kürtlerden almaya ve çalmaya çalıştılar. Ya da General Sisi liderliğindeki Mısırlı laik askeri milliyetçilerin Arap Baharı’nı çaldıkları gibi.
TÜRK MÜESSES NİZAMI CUMHURİYETİN TARTIŞMALI YAPISINI DEĞİŞTİRMEK İSTEMİYOR
Bati toplumları eşitlik, demokrasi ve insan hakları ilkeleri üzerine kurulmuş ve geliştirilmiş. Bu değerler ve düşünceler, Türkiye’nin de dahil olduğu demokrasinin olmadığı ülkelerde siyasi düzen ve geleneklerine meydan okur gibi algılanıyor.
Yukarıda değindiğim AB’nin Türk milliyetçiliğne yönelik eleştirilerini biraz daha detaylandıracağım. AB’deki siyasi çevreler Atatürk milliyetçiliği ırkçılık bağlamında görüyor. “Ne mutlu türküm diyene” gibi veya “anayasanın ilk dört maddesi değiştirilemez” ve de “Atatürkçülüğün tartışılmazlığı” gibi katı totaliter ilkelere itiraz sıkça ifade ediliyor. Bu ilkeleri tartışmaya açanlar dahi vatan haini ilan ediliyor ve bu ilkeler sıklıkla dile getiriliyor. Bunu sokakta, kamuoyu tartışmalarında ve başka yerlerde yaşıyoruz. Yani bireysel düzeyde bunun anlamı mutlu olmak için Türk olmalıyım, anayasanın ilk dört maddesinde değişiklik önermemeliyim ve Atatürkçülüğün tartışılmaz olduğunu kabul etmeliyim demektir. Ama Türk olmadan da mutluyum ben. Bu ilkeler mutluluktan çok insanlara boyun eğmeyi ifade eder. Atatürk başta devleti kutsallaştırdı ve kutsal devlet mekanizmasıyla devlet halkın üzerine vesayet kurdu.
Atatürk iradesini, kararnamelerle milletin iradesi olarak ifade etmiştir. Ayrıca Atatürk’ün (birçok anıtta görünür kılınan) millet iradesinin vücut bulmuş hali olarak sunuluyor. Atatürkçülük ideolojisi buradan türemiştir. Bu beyin yıkama neredeyse hayatın tüm alanlarında ifade edilir.
Atatürkçü ideolojinin Türk toplumunu homojen kılmak için Türk dili, kültürü sosyal davranış, düşünce tarzı vb. Türk kökenli olmayanlar da dahil olmak üzere tüm yurttaşların içselleştirmesi zorunluğu ısrarla ifade eder. Türk olmayan etnik gruplar, siyasi sisteme ve Türk diline katıldıkları sürece eşit Türk olabilmelidirler, denildi. Ancak bu gösterilen muazzam çabalara rağmen, toplum yine de etnik ve kültürel çeşitlilik arz etmektedir.
Bu dayatma modelin gerilim yarattığı ve sunulan Türk kimliğinin üstü kapalı olarak Türkiyeli Sünni Müslümanların etnik ve dini çoğunluğunu yansıttığı ortaya çıktı. Bu Kürt nüfusa karşı gerilim yarattı. Kürtler, Türklerden etnik ve kültürel olarak ayrı olmalarına rağmen, okul kitaplarında ve başka yerlerde “Türklük” dayatıldı.
Kemalistler 100 yıldır “ahmak” nüfus olarak öngörülen ve zorunlu Türkleşmeye karşı çıkan herkesi “Atatürk’ü sevmedikleri için Kürtleri nefret ve aşağılayıcı bir dil ile “modernite düşmanları, uygarlıktan anlamayan, feodalizmin peşinde yürüyen gericiler” olarak yaftalayarak dikkatlice sahnelenen beyin yıkamayı yürüttüler!
Hiçbir nefret, kendi kimliğinin inkar edilmesi kadar acı değildir. Çünkü varlığının bir hiç olduğunu sana hissettiriyor. Sen bir hiçsin, çünkü seni şekillendiren her şey- toprak, dil, kültür, gelenek, tarih, ait olduğun insan grubu ve temsil ettiğin değerler değersiz hale getirilir. Nefret edenlere en iyi cevabi büyük Norveçli şair Arnulf Øverland 1930’larda verdi: “Birinden nefret ediyorsan, o zaman bu, kendini zayıf olarak bildiğin içindir”.
MİLLİYETÇİLİĞİN YANI SIRA LAİKLİK DE KEMALİSTLERİN ÖVUNDÜKLERİ EN ÖNEMLI İLKEDİR
Kemalistlerin İslami ilkeleri ve sembolizmi devlet faaliyetlerinden uzaklaştırma deneyimi ve İslam’ı daha “akılcı” bir din haline getirme girişimleri başarılı olamadı. Toplumu laikleştirmek iyi bir fikirdi. Çünkü İslam’da bilimsel ve rasyonel zihniyeti engelleyen otoriter mantık hâkim. Ama Kemalistlerin yaptığı daha da otoriter olma ve bilim ve rasyonel düşünceyi milliyetçiliği güçlendirmek için araç olarak kullanmak. Bu daha büyük yanlışlık değil mi?
Atatürkçüler, hâlâ laikleşmenin demokrasiye geçiş için bir ön koşul olduğunu iddia etmektedirler. Bunu en son Atatürkçü beyinler arasında ön saflarda yer alan Profesör Emre Kongar, 6 haziran 2023 tarihinde TELE 1 TV de Atatürk’ü överken altını çizerek “laiklik olmadan demokrasi olmaz” iddiasını hararetle savundu. Ancak bu iddia dünyadaki gelişmelerle çelişiyor. Bilindiği gibi Atatürk laikliği zoraki (tek parti sistemi) yasal düzenlemeler ile topluma dayattı. Fransa da laikliği yasalar ile düzenlemeyi tercih etti ama demokratik yöntemlerle.
İngiltere ve İskandinav ülkeleri ise Türkiye ve Fransa’nın tam tersini yaptılar. Yani bu ülkeler herhangi bir yasa çıkarmamayı denedi. Toplumda laikliğin kendiliğinden gelişmesini tercih ettiler. Bilimsel araştırmalar İngiltere ve İskandinavya’nın Türkiye ve Fransa halkından daha laik bir konuma geldiklerini gösteriyor. Bu ülkeler aynı zamanda dünyadaki laik toplumlar listesinin başında yer almaktadır. Eski komünist ülkeler, Irak, Suriye vb. laik devletlerdi. Ama bu ülkeler demokratikleştiler mi? Janet Jackson’ın bir zamanlar söylediği bu meşhur sözü burada hatırlatmak yerinde olur: “DON’T LET ‘EM FOOL YA! OH NO!” («SENİ KANDIRMALARINA İZİN VERME! OH HAYIR!».
FARKLI MİLLİYETÇİLİKLER
İskandinavya’da Batı Avrupa toplumları gibi refah cenneti olmayan Türkiye’de Türk milliyetçiliği neden farklı ve güçlü? Yüksek bir yaşam standardından da mahrum. İskandinavlar, en azından ideolojisinde herkes için iyi bir yuva yaratmayı amaçlayan bir refah devletine olan sevgilerini ve şükranlarını ifade ederler. İskandinavya’daki şenliklerin hiçbiri diğer etnik kökenlerden insanlara karşı önyargı beslemez veya olumsuz duygular uyandırmaz. Minnettarlığın milliyetçiliği zararsız ve öncelikle özgür bir toplumda yaşamanın sevincini ifade eder. Bundan dolayı İskandinavya milliyetçiliği hem olumlu hem kapsayıcıdır.
Türk milliyetçiliği ise hem olumsuz hem dışlayıcıdır. Türkler ve Kürtler için de milliyetçilik farklı anlaşılır, farklı yaşanır ve farklı amaçları da vardır. Türkler gibi baskın bir etnik grup için milliyetçilik, bir grup adına üstünlük elde etmeyi ve sürdürmeyi amaçlayan ideolojik bir ilke olarak anlaşılmaktadır. Milliyetçilik, Oxford profesörü John Plamenantz’in tanımlandığı şekliyle, baskın bir halk tarafından kültürel olarak aşağı görüldüğünü hisseden insanların tepkisi. Kendini üstün gördüğü insan gruplarında baskıcı duygular hakimdir. Domine edilen insan gruplarında ise boyun eğici duygular hakimdir.
Türkiye’deki Kürtlerin yaşadığı tam da budur. Eğer Türk milliyetçileri bunu inkâr ediyorsa, o zaman şu soruyu sormak lazım:
Neden Türk milliyetçiliği öncelikle ülkenin daha güçsüz insan gruplarına çektirdiği acılardan duyduğu sevinci ifade ediyor? Örneğin her yıl 19 Mayıs’ta Atatürk’ün Pontus Rum azınlığa karşı gerçekleştirdiği şiddetli katliam ve zorunlu tehcir kutlamaları.
Türkler, Srebrenica’da 8000 Müslüman Boşnaklı insanın 1995 de vahşice katledilmesini haklı olarak güçlü bir şekilde protesto ettiler. Ancak 1938’de Atatürk tarafından Dersim’deki mağaralarda daha da fazla insan ve daha vahşice katledildi. Türkler neden kendi vatandaşlarına Müslüman “kardeşlerine” karşı kayıtsızdı ve halen kayıtsızdır? Ve örneğin bu bağlamda sormak lazım: Neden Fars milliyetçiliği Türk milliyetçiliği kadar zehirli değil?
Devlet gücü farklı anlaşılır. İskandinavlar için daha fazla refah, iyi sağlık, daha iyi eğitim ve yoksullukla mücadele ile ilgilidir. Güç, Türkler için ise hep tek bir anlama gelmiş: başkalarına acı çektirmek için erişim. Türk yetkilileri, seçim döneminde olduğu gibi, Kürtlere karşı elde ettikleri silahlarla- IHA, SIHA vs – övünüyorlar. Ancak bilgi oluşturmayan ve adil kullanılmayan güç, sonunda savunulamaz hale gelir. İşte bu baskı altında adaletsizliğin üstesinden geleceksin. Henrik Ibsen’in deyimiyle “Özgür olmak dönüşüm yasası altında mümkün”.
Notlar
*COMMISSION OF THE EUROPEAN COMMUNITIES
Regular Reports on Turkey’s progress towards accession, Brussel 2004-2016.
*Ottoman Empire, 1913–1923: A Comprehensive Overview”. Genocide Studies
International. 9 (1): 104–173. doi:10.3138/gsi.9.1.06. ISSN.
* Schirin Amir-Moazami: Investigating the Secular Body: The Politics of the
Male Circumcision Debate in Germany, ReOrient, Vol. 1, No. 2/ 2016.
* Making Sense of the Secular: Critical Perspectives from Europe to Asia
Ranjan Ghosh (Edited), Routledge 2013.
*John Plamenat: Man and Society : Political and Social Theories from Machiavelli to Marx : From Montesquieu to the Early Socialists Revised, Subsequent Edition, Addison-Wesley Longman Ltd, 1992.
_________________________________________________________
Mehmed S. Kaya: Lillehammer Inland Norveç Üniversitesi’nde profesör. Uluslararası dergilerde yazıları yer aldı. ‘The Zaza Kurds of Turkey’ kitabı 2011 ve 2018 tarihlerinde B. Tauris/ Bloomsbury Publishing Yayınevi tarafından Londra’da yayımlandı. En son makalesi Middle East Policy dergisinde çıktı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***