YORUM | MAHMUT AKPINAR
Seçimlerden önce Erdoğan’ın demokratik yollarla gönderilebileceğine dair umutlar yükselmişti. Bunu biraz da temenni ettik. Temennilerimiz yönünde yorumlar yaptık. Ama her yorumcu, akademisyen, gazeteci Erdoğan’ın gönderilebilmesini tek şarta bağladı: Sandığa ve oylara sahip çıkmak. Maalesef Erdoğan sadece devleti ve kurumları kontrol etmiyordu. Muhalefetin içinde de çok sayıda elemanı vardı. Hatta Kılıçdaroğlu’nun “Erdoğan kalsın” diye uğraştığı, aralarında muvazaa olduğu yönünde bile yorumlar var. Belki yıllar geçer, hatıratlar yazılırsa bazı CHP’lilerin (Baykal gibi) neden ısrarla Erdoğan’ı ayakta tutma misyonu yüklendiğini öğreniriz. Aradan 2,5 ay geçtikten sonra Kemal Kılıçdaroğlu’nun “seçimi hile ile aldılar!” demesi çok naif kaçıyor. 14 Mayıs’ta Erdoğan’ın devşirdiği kişilerin ihmalleri, ihanetleri ortaya çıktıktan sonra 28 Mayıs’ta yine sandığa mukayyet olamamak, naiflikle, beceriksizlikle izah edilebilecek bir durum değil.
Erdoğan seçimi aldıktan sonra muhalefeti iyice dizayn edecek ve darmadağın edecek demiştik, bunu yapıyor. Kılıçdaroğlu’nu Gandi, yumuşak güç görenler dahi ağır şekilde eleştiriyor. CHP ve Altılı Masa bileşenleri seçimleri müteakip iyice dağıldılar. Artık halka umut olmaktan çok uzaklar. Öte yandan halkın Erdoğan’dan, AKP’den bıkkınlığı, yılgınlığı her geçen gün katlanıyor. Adaletsiz soygun düzeninin faturası habire ağırlaşıyor. Lakin bütün olumsuzluklara, tıkanmışlığa rağmen ortada bir alternatif, umut ışığı yok. Muhalefet halkı umutsuzluğa, çaresizliğe itti. Millet Erdoğan’a kerhen katlanıyor. Böyle giderse Erdoğan sandık üzerinde oynayarak yerel seçimleri de alabilir. Düzgün, dürüst insanların kifayetsizliği, beceriksizliği, sessizliği kötülerin her alanı domine etmesine, kontrol etmesine sebep oluyor. İradesine ve oyuna sahip çıkılmayan halka ise çaresizlik, yıkım, umutsuzluk, katlanmak düşüyor.
Benzer bir umutsuzluk ve çaresizlik Hizmet insanlarında da var. Türkiye içindekiler bir değişimin olacağını ve en azından zulüm ve baskının azalacağını umuyordu. Yargıtay kararı bekleyenler, hapiste yakını olanlar Erdoğan kaybederse hukuk kısmen de olsa geri gelir, yanlışlıklardan dönülür diye ümitleniyordu. Ama bunlar olmadı, aksine seçimden sonra zulüm düzeni baskıyı, operasyonları daha da ağırlaştırdı. AKP’ye oy verenler de durumdan memnun değil. Ağır zamlardan sonra “ellerim kırılsaydı” tarzı şikayetlerde yükseliş var. Her kesimiyle halk bir çıkmaza sokulmuş, kirli, adaletsiz rejime mahkum edilmiş durumda.
Yurtdışında yaşayanlarda ülkenin tedricen normalleşeceği yönünde beklentiler vardı. Seçimlerden sonra biriken öfke ve nefret bu defa halka yöneldi, halkı aşağılamaya dönüştü. Liberaller, solcular ve Hizmet mensupları yaşadıkları acıların, çilelerin, sürgünlerin sorumlusu olarak artık iktidardan öte halkı görüyor. Halkın suskunluğunun, zulme rıza göstermesinin, güce boyun eğmesinin buna sebep olduğunu düşünüyor. Bunda haksız da değiller. İsrail halkı, siyaset yargının alanını daraltıyor diye haftalardır sokaklarda. Bizde adalet kırıntısı kalmayana kadar katledildi, ne aydınlardan ne de halktan dikkate değer tepki geldi.
Canı yanan pek çoğumuz öfkemizi, nefretimizi bazen dilimizi kirletecek şekilde içinden çıktığımız topluma yöneltiyoruz. Maalesef aydınlarının ihanetine uğramış, entelektüellerin öncülük etmediği, ışık tutmadığı toplumlar böyledir. Zifiri karanlıkta çukur-çamur demeden düşe kalka yürüyen, neyi takip ettiğinin farkında olmayan, nereye gittiğini bilmeyen yığınlardır onlar. Onlara takılıp kalmaktan kurtulmalıyız. İfritten dönem geçince tekrar ihtiyaç duyacağımız, asgari müştereklerde buluşacağımız insanımızla mesafeyi artırmaktan, ülkemizle kavga etmekten vazgeçmeliyiz. Belki de Türkiye siyasetine bu kadar ilgi duymaktan, güncel olaylara fazlaca müdahil olmaktan ve reaksiyoner davranmaktan vazgeçmeliyiz. Ağır mağduriyetler yaşadığımız, yalnız bırakıldığımız, etiketlendiğimiz, malımıza mülkümüze el konulduğu, canımıza, namusumuza kastedildiği için tepkilerimizde haklı olabiliriz. İşimizden atıldığımız, yurdumuzu terk etmek zorunda kaldığımız için kızgınız, kırgınız. Ama biz hep affedici olmayı, yüce gönüllü olmayı okuduk, öğrendik, konuştuk. Hoca Efendi, Ölçü ve Yoldaki Işıklar’da yıllar önce ne demişti:
“Ortalık henüz alaca karanlık içinde iken, etrafa Hakk’ın mesajlarını duyuran sen oldun. Kadirnâşinaslar bilmeseler dahi, bunun böyle olduğuna yer-gök şahittir. Sakın, usûl bilmezlerin hâline bakıp da sitemkâr olma! Ettiğin hizmeti halk takdir etmese de, Hak biliyor ya!
Sakın, milletine karşı verdiğin hizmetleri, elinin altında bulunanlara ettiğin iyilikleri onların yüzlerine çarparak, çevreni kendinden bîzâr etme! Unutma ki, yaptığın şeyler birer vazife, sen de bir mükellef ve mes’ulsün!”
Yurtdışına çıkan insanlardan bir kısmı Türkiye’ye dönmek arzusundaydı. Zira memleket özlemine, duygusal nedenlere ilave hala hayata tutunamayanlar var. Kendi eğitimine, birikimine, tecrübesine uygun işlerde çalışabilenler çok değil. Bu durum pek çok arkadaşımızın kendisini sığıntı, yük gibi hissetmesine neden oluyor. Ülkedeki zehirli atmosferin, husumetin varlığını bilmelerine rağmen işlerin düzelmesini temenni eden ve dönmeyi uman az kimse yoktu. Bu talebi yadırgamıyorum. Ama yurt dışına çıkanların tutunmasına, belki daha çok insanımızın buralara gelmesine ihtiyaç var. Olaylar bizleri karamsarlıktan, belirsizlikten, boş beklentilerden kurtulup himmetimizi yeni ülkelere teksif etmeye, gurbette güçlü bir zemin oluşturmaya, hayat kurmaya zorluyor. Bunu yaparken Türkiye’deki akrabalarımızla, toplum kesimleriyle ilişkileri normalleştirmenin, irtibat kurmanın yollarını da aramalıyız.
Gurbete yerleşsek de oralar bizim ülkemiz. Türkiye bizler ve çocuklarımız için her daim önemli olacak. Ülkeye küsmek, halka tavır almak bir ergen refleksi. Makuliyet üzerine ittifak eden Hizmet kitlesi, halkın sosyolojisini kabullenmek ve mevcut hale en uygun çözüm yollarını aramak durumunda. Bu halin arızi olduğunu ama halkla ilişkilerin süreklilik arz edeğini kabullenmeli ve halka kendimizi tekrar ve doğru şekilde anlatmalıyız. Yalanların, manipülasyonların hüküm haline gelmesine razı olmamalıyız. En azından üzerimize atılı lekeleri temizleme, olayların hakikatini izah etme adına halkla aramızda bir bağ kurabilmeliyiz. Hak’tan ve halktan müstağni kalınmaz. Demokratik dünyadaki imkanları çok iyi değerlendirip hak arama, hakikati anlatma sürecini daha güçlü şekilde dış dünyadan yürütmeliyiz. Hizmet’in artık eskisi kadar Türkiye odaklı olması ihtimal dışı. Şartlar, olaylar Hizmet’i demokratik batıda yerleşik hale gelmeye, kök salmaya zorluyor.
Peygamberler toplumları tarafından itilip kakılmış, hakarete, zulme, dışlanmaya maruz kalmışlar. Kovulmuşlar dövülmüşler. Gönülleri kırılmış, incinmişler ama vazifelerinin kutsiyeti, güçlü iradeleri bu duygularını aşmalarını sağlamış. Nebiler, Resuller ve yakın arkadaşları acılarını yüreklerine gömüp tebliğe devam etmiş, halka hakkı anlatmaktan vazgeçmemişler. Güçlü ve zalim iktidarlar tarafından kör ve sağır hale getirilen, üzerlerinde baskı kurulan halk kitleleri her zaman benzer davranmıştır. Çoğunluk hakikati görememiş, görenler ifade edememiş, güce karşı çıkamamıştır. İnsanların çoğu gündelik hayatlarını, canlarını, mallarını düşünmüştür. Her şeye rağmen hakkı haykırabilen az sayıda insanı yadediyor, rahmetle anıyoruz.
Toplumlar toprak gibidir. Bazıları daha verimli, bazıları daha çorak olabilir. Ama bizler toprağa küsemeyiz. Bize düşen tohum saçmaya devam etmek, ondan mümkün olduğunca çok verim almanın yollarını aramak ve çabalamaktır.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***