YORUM | VEYSEL AYHAN
Altunizade, Bozyaka, Çemberlitaş, gazete binası… Hepsi gözümde çok kıymetliydi. Kutsal gibi bir şeydi. Oralara el uzanamaz sanırdım. El konulmasını, sonrasında insî haşerâtın yerleşip ikamet etmesini uzun zaman hazmedemedim. Sadece bunlar değil. Dev üniversiteler, hastaneler; iş insanlarının kan ve terle büyüttüğü holdingler…
Süreç zihnimi tashih etti. Yanlış düşündüğümü fark ettim. Dünya fani idi. Bir TV ekranında oynaşan görüntüler nasıl fani ise bizim bir parçası olduğumuz şu üç buutlu alem de bundan farksız ve faniydi. Dünya üstünde kutsal, el dokunulmaz hiçbir şey olmazdı. Olamazdı. Olmadı da. Bu binalar ne ki… Vakti zamanında Kâ’be topa tutulmuş, yıkılmış, Hacerü’l esved çalınmış… Mekke dümdüz edilip yıkılmış. O nedenle bu fani dünyanın fani zatına kutsiyet bağlamaya veya üzerine sevinç ve keder bina etmeye değmez.
Peki problemim neydi?
Problemim “nazar” idi. Nazar, Hz. Bediüzzaman’ın şu cümlesinde kendini buluyor. “Kırk sene ömrümde, otuz sene tahsilimde yalnız dört kelimeyle dört kelâm öğrendim… Kelimelerden maksat, mânâ-yı harfî, mânâ-yı ismî, niyet, nazar’dır.” Onun “40 yılda öğrendim” deyip bir cümleye sığdırdığı hakikatleri anlamak için de demek ki 40 yıl gerekiyormuş.
NAZAR NEREDE KONUŞLANMALI?
Nazar, bakış açısı, demek. “Nazar mahiyet-i eşyayı tâgyîr eder.” Hasta bir çocuğun annesi için doktor, “kurtarıcı bir iyilik meleğidir”. Çocuk için ise aynı doktor “elinde iğne olan kötü bir insandır.”
Aklı midesinde olan bir insan için gölde salınan bir kuğu, “yakalanıp barbekü yapılacak potansiyel bir yemektir”. Bir başkasına göre ise sadece “seyredeğer, huzur verici bir sanat şaheseridir.” Rengarenk bir lale bahçesi sanata duyarlı bir insan için “eşsiz bir tenezzüh alanı”dır. Ama aynı alan bir inek veya koyun için “bol vitaminli bir beslenme tabağı”dır.
Bir sivrisinek bizim “nazar”ımıza göre “etkisiz hale getirilmesi gereken bir düşmandır”. Onun “nazar”ında ise biz “önüne çıkan rızık imkanına engel olan ve kimyasal silah kullanan barbar insanlar”ız.
O halde “nazar”ın konuşlanması gereken yer neresi olmalı?
Nereden bakmalıyız.
Doğru nokta ve doğru açı neresi?
Dünyanın içeriğine hangi zaviyeden bakmalıyız?
Mesela benim mülküm olan bir bina var.
“Nazar”ımda çok kıymetli. Eşsiz bir maddi değeri var. Her tuğlasında terim, her odasında silinmez hatıralarım var. Benim ve herkesin nazarında bu mülkün adı “gayrimenkul”. Zati bir değeri var. Değişmez.
Gerçekte öyle mi? Değil.
ÖMÜR 8 HAFTA SÜRSEYDİ?
Dünya üstünde “gayrimenkul” diye bir şey olamaz. Dünyanın kendisi menkul. Hareket halinde. Her menkul fanidir. Menkulün kalıcı değeri olmaz.
Zamana bağlı, mekanla kayıtlı hiçbir şey gerçek zati değer taşımaz. Bugün var, yarın yok. Bugün mamûre yarın harâbe; Bugün virâne yarın kâşâne.
Ama ben öyle görmüyorum. Nazarımda villalar, köşkler, lüks arabalar çok değerli. Fabrikam çok kıymetli. Elimden alındılar. Ara sıra aklıma geliyor. Yutkunuyorum. İçim acıyor. Öfkeyle geriliyorum. Üzüntülerimde ve kederimde haklı mıyım? Değilim.
Zamansızlıkta var olmayan her şey fanidir.
Zamana bağlı olarak varlığını sürdüren her eşya fanidir. Ebedi değil ki kaybettiğimde bir noksanlık olsun. Fani eşya, ebedisini elde etmek için yaratılmış bir tahvil senedidir. Senedin kendisinin zâti kıymeti olabilir mi?
Ömrüm 80 yıl değil de 8 hafta sürseydi. Eşyaya aynı değeri verecek miydim?
Dünyanın ömrünü hızlandırsam… Hızlandırılmış bir dünya tarihinde kim saray sahibi olmak ister?
Kim birkaç hafta padişah veya kral olmak için kendini paralar?
Zamanın yaşadığımız ritmi aldatıcı. Bu ritimde iken fani şeyleri bâki sanıyorum. Yaratılmışın nazarı yani benim bakış nazarım bu.
NAZAR-I İLÂHİ
Peki Yaratıcı’nın “nazar”ı nasıl bir şey olabilir?
Gözlerimi aydınlatan mal ve mülkümün Allah’ın nazarında değeri nedir acaba?
Onlarca katlı bir gökdelen, cam bir plaza Allah nazarında değerli mi?
Kendimi güvende hissetmemi sağlayan banka hesaplarım, naktî param, milyonlarım, milyarlarım…
Bunların Allah’ın nazarında bir değeri var mıdır?
Değerli olsaydı sevmediklerine böyle “değer”ler verir miydi?
Tabii ki yok.
Allah, eşyanın değerli olmadığını bize anlatıyor. Değerli şeyin ebediyete teveccühle kazanılacağını bize gösteriyor. (Tevbe 111) Faniyi verip bakiyi satın almamızı işaret ediyor. Ama ben elimden alınanları hala aklımdan atamıyorum. Elinden oyuncakları alınmış çocuklar gibi feryat ediyorum.
Hadis net bir şekilde ifade ediyor:
“Dünyanın, Cenâb-ı Hakkın nazarında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler.” (Tirmizî)
Deniz kenarında kumsallar vardır. Çocuklar kürek ve kovalarla kumda oynar, kumdan kuleler, saraylar yapar. Bu kumdan sarayların kaderi nedir?
Oyun bitince yıkılmak veya güçlü bir dalgayla dümdüz olmak.
Aslında ömrümüz bir kumsalda geçiyor. Kumdan emlâki “gayrimenkûl” sanıp yanılıyoruz.
Allah değer vermiyor. Biz veriyoruz.
Kumdan kulesi bir başka çocuk tarafından yıkılmış çocuklar gibiyim. Oysa kaderin takdiriyle bir faniyi verip ebedi olanı satın alma seçeneğim var.
Üzerine ümit bina edilecek tek bakış açısı Yaratıcı’nın bakış açısı olabilir.
Kendime kriter olarak “Nazar-ı İlahi”yi alırsam gözüm keskinleşir ve asla yanılmam.
ÇALINAN MAKAMLAR VE YILLAR
Ömrümü ve senelerimi bâki ve kendime ait sanıyorum. Allah, hikmetini muhtemelen ötede anlayacağım şekilde 5-6 yılımı veya daha fazlasını elimden alıyor. O fani yılları benden satın alıyor. Yüzlerce yıl ameli salih yapsam erişemeyeceğim zirveleri bana lütfediyor. Ama ben “gençliğim gitti”, “yıllarım zayi oldu” sanıyorum.
Benim nazarım bu, Yaratıcı’mın nazarı bu…
Omuzumda apoletler, ismimin önünde fiyakalı titrler vardı. Bunlar benim nazarımda çok değerli idi. Bakıp bakıp içimi aydınlatıyordu. Peki bu geçici apoletlerin, fani ünvanların Allah nazarında bir kıymeti var mıydı? Yoktu. Tıpkı tarihin çöplüğünde şimdi çürümeye durmuş binlerce paşa, mareşal apoleti gibi. Kaftanını sürüyerek gezip dünyaya hükmeden vezirlerden baki kalan atlas kaftanlar bile çürüdü.
Karun’dan daha zengin kim vardı ki! O zenginliklere şimdi ne oldu?
Şunu diyebilirsiniz:
“Ama ben o titre, ünvana, mal ve mülke rızayı ilahi için sahiptim. Allah rızası doğrultusunda kullanıyordum!”
Eğer bu düşüncede samimiysen o halde bunları Allah aldığında niye üzülüyorsun?
Allah’ın sana taktığı apoleti Allah’tan başkası alabilir mi? Onları bir kısım haşeratın aldığını düşünüyorsan yanılıyorsun. Erol Taş, Yeşilçam filmlerinde hep kötü adamı oynardı. Bazı seyirciler onu sokakta gördüğünde dövmeye kalkardı. Nazar’ımızı nazar-ı ilahi ile örtüştürmezsek esbaba takılırız. Ve mele-i âlâ sakinleri ve melekler bizi işte onlara benzetebilir.
DEĞERLİ VE KUTSAL TEK ŞEY
Şu masmavi küremizde değerli olan şeyler, göklere uzanan plazalar, yıldız yıldız apoletler, başkanlıklar, bakanlıklar ve valilikler değil. Bunlar değerli olsaydı en sevdiği insanları bunlarla aziz kılardı. Allah nazarında kıymetli tek bir şey var: Takva. Belki de sizde bu azdı da Allah sizi sevdiği için size bunun kapılarını açtı ve bu yola cebren yöneltti.
Takva “ihsan” ölçüleri içinde Allah’ı duymak, O’na yönelmek ve önünde haşyetle eğilmek. Bu hâli kazanmış bir insana dünyayı tamamıyla hediye etseniz dönüp bakmaz bile. Takva temas ettiği şeye ebediyet kazandıran bir iksir. Onun temas etmediği külçe altınların taştan tuğlalar kadar bile kıymeti yok.
(“Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara, 197) “Zâd” kelimesi, yiyecek, içecek, giyecek, binecek ve diğer ihtiyaçlara harcanacak mal demektir ki dilimizde “levazım” denir. Elmalı)
ZOR TEST
“Nazar”ımı test edebilirim?
Önüme bırakılan 3-5 deste dolar-euro içimi aydınlatıyor mu?
Yoksa bu parayı Rabb’den gelen bir imtihan sorusu olarak mı görüyorum?
Yerinde harcıyorsam, ihtiyacı olanlara ulaştırıyorsam o kâğıt desteler kevser kadar azizdir. Aksine biriktirdikçe biriktiriyorum ve bu ruhuma huzur ve ferahlık veriyor. Eğer öyleyse o desteler üzerinde tarihleri belli, dünyevi ve uhrevi bela ve musibetlere ait birer davetiyedir.
Zifosa bulanmış, dokunduğunuzda elinizi kirletecek birer kâğıt parçasıdır.
TASHİH-İ NAZAR
Kaybettiklerim veya elimden alınanlara belki yanlış bir nazarla bakıyordum. Veya kaybettiğim apolet ve ünvanlarım sonrasında güç zehirlenmesiye beni yutup yok edecek birer akabe idi, bilmiyorum. Eğer öyleyse elimden alınması Allah’ın beni sevdiğini göstermez mİ?
Allah’ın nazarında kıymetli olan, gerçekten bâki ve değerli olandır. Benim nazarım özgür değil, eşyaya ebediyete endeksli bakmıyorum. Nazarım dünyevi ve geçici emellere esir.
KENDİ MONA LİSA TABLOM
Mülki amirdim. Makam benim nazarımda değerliydi. Halkın nazarında fiyakalıydı. Kıymetli işlere vesile oluyordum. Ben memnundum. Halk memnundu. Peki ya Hak?
Allah ne kadar değer veriyordu yaptığım işe?
O halk çoğunluğu Allah’ın nazarında çok değerli miydi bilmiyorum.
Belki de ben değerliydim, Allah değer vermediklerine hizmet etmemi istemedi?
Onu da bilmiyorum.
Makam ve mevkiler; krallık, padişahlık, vezirlik, paşalık boş ve fani klişeler.
Profesördüm, şimdi bir okulda stajyer öğretmenim. Genel müdürdüm şimdi Amazon dağıtıcısıyım. Omuzumu yıldızlar süslüyordu şimdi bir kampta bulaşık yıkıyorum.
Yeryüzünde en değerli tablonun Louvre müzesindeki Mona Lisa tablosu olduğu söylenir. Bence her insan için en değerli tablo Allah’tan gelene razı olma tablosudur. O fotoğraf ebediyete namzet, renk atmaz, çürümez ve zamanın aşındıramadığı bir tablodur ve her insanın isterse elde edebileceği bir tablodur.
YEŞİLÇAM’DAN HOLLYWOOD’A
Hemen herkes elindekini kaybetti. Maddi makamlar gitti. Sıfırlandı. Mali varlıklar sıfırlandı. Hemen herkesin hayatı romantik, monoton ve mutlu bir Türk filmi iken bir anda aksiyondan nefes almanın zor olduğu bir Hollywood filmine döndü. Kimi insan “Yüzüklerin Efendisi”nde ter döktü, kimi “King Kong”dan kaçtı. Kimileri “Terminatör”le savaştı, “Yıldız Savaşları”na katıldı. Kimi “Avatar”da oynadı. Kader herkesin sırtının istiabına göre en ağır rolleri yükledi. Ve en güzeli şu ki bu insanlar o ağır rolleri altında inleye inleye kan ter içinde ıstırap çekerken bile kahir ekseriyet Allah’a saygıda kusur etmedi. Tarihin en güzel Rıza tabloları kan ve terle çizildi.
MİLYONLARIN HİDAYETİ İÇİN PEŞİNAT
Hz. Yusuf, kuyuya düşmedi. Kuyuyla yükseldi. Esir pazarında onu 80 altın karşılığında satın alan Mısır Aziz’i değildi. Asıl satın alan Allah’tı. Atılan iftiralar o günün insanları “nazar”ında çok iğrençti. Ama o iftiralar Allah nazarında Hz. Ayşe’yi de yükselten bir maniveladan ibaretti. Allah’ın “nazar”ı önemliydi ve o nazarda hep billûr gibi berrak, kevser kadar aziz idiler. Zindan yılları Hz. Yusuf’un gençliğinden çalınmış 7 veya 12 yıl değildi. Onu yücelten ve peygamberlik semasına çıkaran bir basamaklar zinciriydi. O basamaklarla yükseldiği marifet ufkundaki “nazar”ıyla artık vezirlik ve Mısır hazinelerini değersiz görebiliyordu. Bu nedenle onlara zerre kadar kıymet atfetmedi. Ahireti dünya şâşaasına tercih etti. Vezirlik kaftanın ve hazinelerin üzerine basıp şu duayı yapabildi:
“Sana tam itaat içinde bir kul olarak canımı al ve beni hayırlı ve dürüst insanlar arasına dahil eyle!” (Yusuf, 101)
Hz. Bediüzzaman koca bir ömür mahrumiyet içinde ve kutu layemut ile yaşadı. Yiyemediği enfes yemeklere üzülmedi. Zindan ve sürgün yıllarının envanterini tutmadı. Ve onun Allah’tan gelenlere rızası karşılığında Allah risaleleri ihsan etti, risalelere ebediyet kazandırdı. Onu milyonlarca insanın hidayetine vesilelikle teşrif kıldı.
TAHDİS-İ NİMET VE ÜÇ BÎHEMTÂ ARMAĞAN
Allah adına çektiğim her mihnet üç ayrı altın armağana vesile olur.
İlki kalan ömrüm salih dairelerle kilitlenir. Bununla ömrüm bereketlenir. Önüme sürekli hayır fırsatları çıkar. Bazen 1 yılda geçmiş hayatımda 10 yılda yapamadığım işleri yaparım.
İkincisi Allah’ın bilemediğim maddi ve özellikle manevi ihsanlarına davetçi olur. Benimle çevre ve yakınlarıma hatta bilemediğim birilerine hidayet kapıları için bedel olur.
Üçüncüsü fani kayıplarla ebedi bir ahireti satın alırım. Allah adına ödenip de eşsiz karşılıklar bulmayan hangi bedel vardır ki!
Yanlış bir bakış açısına sahipsem “nazar”ımı güncellemem gerekir. Kaybettiklerimi listelediğim sütûnu; evi, barkı, ünvanımı ve çalınan yıllarımı kayıp olarak görmem onları “Alan”a yani Allah’a saygısızlık olur. Asıl apoletlerim ve nişanlarım işte bu kayıp listem ve Rıza tablomdur. Fahirlenmek bana yakışmaz. Ama bu fani şeylerle bana ebediyet kapısı açan Rabbî’me teşekkür ederek ebedi nişânlarımla iftihar edebilirim, tahdis-i nimette bulunabilirim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***