Ağaçsız, nefessiz, susuz kalacağımız bir çöl yaşamına mahkum edilmeye ramak kaldı. Kesilen ağaçlar, aynı şiirdeki gibi fotoğrafta kalan kesik bir el gibi hâlâ kanıyor.
“Beni hoyrat bir makasla/ ah eski bir fotoğraftan oydular” der ‘Kavaklar’ şiirinde Metin Altıok. Şairin şiirinde yarattığı özel anlamı göz ardı etmeden dünden bugüne baktığımızda, görüyoruz ki hepimizi önce doğanın içinden sonra da doğayı, ağaçları, tüm canlıları eski bir bir fotoğraftan oyarak çıkardılar.
Ağaçsız, nefessiz, susuz kalacağımız bir çöl yaşamına mahkum edilmeye ramak kaldı. Kesilen ağaçlar, aynı şiirdeki gibi fotoğrafta kalan kesik bir el gibi hâlâ kanıyor. Şiirdeki öznenin fotoğraftan kesilip çıkarılmasıyla oluşan boşluk, hepimizin boşluğu, terk edilmişliği, acısı, yalnızlığı oluyor.
Metin Altıok’un şiirinde kavak ağacıyla dertleşmesine, acısını onunla paylaşmasına, aynı zamanda acıyı kavak ağacı üzerinden anlatmasına tanık oluruz. Şair, peşine düşen acının arkasından ıslık çalması, yani acının sürekli onu çağırması ile kavak ağacının dallarının birbirine sürtünmesiyle oluşan ses arasında bir bağ kurar. Kavağın ıslığı, acının onu çağırması, peşini bırakmaması olarak verilir.
Doğanın bir parçası olan insanın doğayla kurduğu ilişkiyi, gündelik hayatındaki yerini, ağaca atfettiği kutsallığı, ölümü ve dirimi şiirlerden, şarkılardan, türkülerden, hikayelerden, mitolojiden okumak mümkün.
Mesela eski Türklerde tıpkı kayın ağacı gibi, hayat ağacı diye de nitelendirilen kavak ağacı bir çok şarkıya can vermiş. Metin Altıok’un o müthiş ‘Kavaklar’ şiiri, Onno Tunç’un unutulmaz bestesiyle, Sezen Aksu’nun yüreği burkan yorumuyla, 1988’de ‘Sezen Aksu 88’ albümünde büyük kitlelere ulaştı. Bir ağaç gibi köklendi, büyüdü, hem müzik tarihinde hem de şiir tarihinde.
Şairin şiiri, türküsüdür aynı zamanda. Bunu en iyi aktaranlardan biri Zülfü Livaneli. 1978’de Ada Müzik’ten çıkardığı, Nazım Hikmet’in şiirlerinden oluşan ‘Nazım Türküsü’ albümü hem şiirle müziğin kardeşliğini gösteriyor hem de şairin, müzisyenin doğayla kurduğu ilişkiyi.
Albümde yer alan ‘Karlı Kayın Ormanı’ adlı şiirin mekanı karlı kayın ormanı. Ormanın şairin duygularına aracılık etmesi Moskova’da yürüyüş yaptığı karla kaplı kayın ormanında onu tetikleyen bir takım unsurların sıla özlemini harekete geçirdiğini anlarız. Yürüyüş yaptığı ormanın sessizliği, karın bir örtü gibi dingin bir şekilde ormanı kaplamasında bulduğu ıssızlık, onun duygularına, yalnızlığına eşlik eder.
Issızlık, sıla hasreti, memleketinden uzak sürgünde olmasını da ifade eder. Orman kimsesizliğin de yansımasıdır. Yeditepeli şehrinde bıraktığı gonca gülü, oğlu, sevdikleri, İstanbul, dağını, taşını, suyunu her şeyini özlediği memleketi, kayınların arasında bir pencereden sızan sarı sıcak ışık ve o evden çağrılmayı bekleyen şiir öznesi. Çağrılmayı beklemek eve davet edilme isteği, yani yuva arzusu vatanına kavuşma isteğini temsil eder şiirde. Bu doğrultuda baktığımızda Livaneli’nin müzikte ve yorumda yarattığı etki senfonik bir tatla birlikte ağaçların, dalların, rüzgarın mırıltısıyla şairin özlem duyduğu memleketinin seslerini taşır.
Bir ceviz ağacı da yüklenebilir hasreti, özlemi. özgürlüğü. Öyle diyor Nazım Hikmet ‘Ceviz Ağacı’ şiirinde. Cem Karaca da o teatral sesiyle “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkında … Ne sen bunun farkındasın ne de polis” diye sesleniyor şarkısında. Şairin kendini ceviz ağacı olarak nitelendirmesi, o ağaca bürünerek kaçmayı, saklanmayı işaret ediyor. Şiirin devamında “yapraklarım gözlerimdir” diyerek hasret kaldığı İstanbul’u bir ağaç gibi korkusuzca izlemek istiyor. Ağaç olmanın özünde özgürlük istemi yatıyor. Polis vurgusu da kaçak yaşamanın, sürgünde olmanın sembolü. Ağaç, Nazım Hikmet’in şiirinde ve Karaca’nın şarkısında, sürgünde olan şairin özgürlük isteminin sembolü oluyor.
Ağaç metaforu Şebnem Ferah için bambaşka anlamlara geliyor. 2009 yılında çıkardığı ‘Benim Adım Orman’ adlı albüme adını veren şarkıda ormanı kadınla özdeşleştiriyor. Gövdesiyle, dişiliğiyle, dallarıyla, üretkenliğiyle, tüm tabiatı kucaklayan kökleriyle, kadını işaret ediyor Ferah. Şarkıda geçen “İstersen dinlen içimde, köklerimden bir şarkı var dilimde” sözleri birden fazla anlam barındırıyor.
Dişiliğini, içine almayla ifade ederken kadim bilgisini de ağacın kökleriyle dile getiriyor. Şarkının devamında “yeşildim olabildiğince, yaşlandım maviye değince” sözleriyle kendini gerçekleştirme eyleminin mekanı olarak ormanı merkezine koyuyor. Albüme bu adı vermesi de bununla bağlantılı.
Orman olgunluğun, kendini gerçekleştirmenin, köklenmenin, büyümenin dallarının göğe uzanmasının yansımasıdır. Onun şarkısında yeşil gençliği, mavi olgunlaşmayı ifade eder. Ama bunu biraz daha açmak gerekir. Eski Türk inanışlarında ağaçlara verilen kutsiyetin mesela kayın ve kavak ağaçlarının yerle göğü birleştirdiği inancı, yeşille mavinin buluşması hayatın temsili olarak yer alır. Bu açıdan bakarsak Şebnem Ferah’ın ‘Benim Adım Orman’ şarkısında, belki bilinçaltından süzülen kadim bilgiler sayesinde ağaç mitine yüklenen anlamı yeşil ve mavi imgelerinde bulmak mümkün olabilir.
SANA DA YUH BANA DA YUH!
Orman bazen de kederin, mahpusluğun ifadesi olarak da yer alır türkülerde. Yaşar Kemal’in sözlerini bulup derlediği, anonim bir türkü olan ‘Mapusun İçinde Üç Ağaç İncir’ türküsünde özgürlüğü zincirlere vurulmuş bir mahkumun duyguları anlatılır. Türküde geçen “ellerimde kelepçe boynumda zincir oy zulüm zulum, başımda zulum, uzak git ölüm, düştüm bir ormana yol belli değil” sözleri, özellikle de orman metaforu, kaybolmayı, çıkışı bulamamayı ifade eder.
Çıkışı bulamamak, o kaybolma duygusu mahpusluğun ve bunun yarattığı zulmün bitmeyeceği endişesidir. Her ne kadar türküde orman umutsuzluğu taşısa da, umut yine de ağaçla gelir. “Mapusun içinde bir ulu çınar/ kırılsın zincirler yıkılsın duvarlar…” sözleri ağaçlara yüklenen anlamların insan hayatında ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bize. Ferhat Tunç, Serhad Raşa gibi birçok müzisyenden dinlediğimiz bu türküde ağaç; umut, umutsuzluk, esaret, özgürlük, dirim, zincirleri kırmak gibi bir çok duyguyu üstleniyor.
Bazen de ağaç geçmişi, anıları, dostluğu, birbirine sarılmayı, dokunmayı, zamanı imler şarkılarda. Mesela Bulutsuzluk Özlemi’nden Nejat Yavaşoğulları’nın solo teklisi olan, prodüktörlüğünü Hakan Kurşun’un yaptığı ‘Okaliptus’ şarkısı birbirine sarılmayı anlatıyor. O sarılmada anılara sahip çıkmayı, geçip giden zamanı okaliptus ağacının simgelediği, su imgesiyle de pekiştiriyor.
Okaliptüs ağacının bünyesinde çok fazla suyu barındırması aynı zamanda Nejat Yavaşoğulları’nın denize, suya yakın olma arzusunun da yansıması. Onun, ağaçlarla, doğayla, suyla kurduğu yakın temas şarkılarında öne çıkan unsurlardan. ‘Okaliptus’ şarkısı da o izleğin devamı sayılabilir. Şarkıda geçmişi, anıları ve şimdiyi dolayısıyla zaman kavramını da okaliptüs ağacıyla veriyor. Aynı zamanda suyun sağaltıcı gücüyle beraber yaşamın ilk orada başlamasının bilgisini de taşıyor bu şarkı.
Ağaçların atmosfere su göndermesi yağmurun oluşmasında büyük bir etken. Tüm bunların bilinciyle suyun kıyısında ama bir ağacın da gölgesinde yatabilmenin doğanın ve yaşamın devam edebilmesi için insanın aç gözlülüğünün, hırsın, bu sömürü zihniyetinin bitmesinin, insanın özüne dönmesinin bir ifadesi ‘Okaliptus’.
Özlem Tekin de ‘Bir Yaz Günü’ şarkısında doğayı, akarsuyu, kuşları dinlemeyi, güneşin parlaklığını, kelebeğin uçuşunu, rüzgarın yarışır gibi koşmasını bir gün bile olsa hissetmeyi öneriyor dineleyene. Hayatın koşturmasından sıyrılıp öze dönmeyi salık veriyor. Ve ekliyor “ağaçlardan sakın korkma, yalnız değilsin” diyerek.
Ağaçların dostluk sunmasının dışında insanı ağacın bir parçası olarak görüyor. Ağacın parçası dediği şey kuşkusuz doğanın bir elemanı olan insanın tüm bunlara bu kadar yabancılaşmasına, kendini oradan soyutlamasına bir eleştiri niteliğinde olması. “Korkma” sözcüğü bu anlamda insanın kendine yabancılaşmasının da bir tezahürü. Ağaca baktığında insanın kendini görememesi belki de en acı olan şey. Ağacın iyiliğinin, yüceliğinin kendisinde eksik olması denilebilir belki buna. Ya da o ağaca yaptıklarıyla yüzleşmekten kaçınması.
Rock müziğin çevreci gruplarından Objektif ‘in söylediği ‘Yuh’ şarkısı da ormanları yakıp yıkanlara, doğayı katledenlere karşı eleştirel bir bakış taşıyor. “Yemyeşil ormanları yakıp yakıp geçenlere zehir dolu atıkları döküp döküp kaçanlara” “yuh” diyen Objektif’in bu şarkısı, ağaçlara, ormanlara yakılan bir ağıt niteliğinde. Ve susanlara, göz yumanlara da bir çift sözü var: Sana da yuh bana da yuh…
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***