Ayhan YALÇINKAYA
Şu son yirmi dört saat içinde:
1. Kemal Kılıçdaroğlu, Hacıbektaş kasabasına gitti ve bir konuşma yaptı; ödül verilenlere ödüllerini de takdim etmiş anlaşılan. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını okuyunca “bu kadar hamaset ve tarihten bu kadar habersizlik ile cehalet, ancak bu kadar sağcı, milliyetçi ferasetle mümkündür” demekten gayrı dilimden bir şey gelmedi. 13. yüzyılda İslam’ın aydınlığından dem vuran Kılıçdaroğlu, burnunun dibinde aynı yüzyılda ve dahi Hacı Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş’in de dahil olduğu kabul edilen Malya kırımını görmedi! Aynı yüzyılın Babailerinden bihaber Kılıçdaroğlu sanıyor ki Hacı Bektaş Veli, Kırşehir’e Bektaşi olarak geldi. Birileri pek beğenmiş ki bu konuşmayı, “seni yaradana kurban” diye seslenmişler. Ey seslenenler, onu yaradana kurban olacaklar siz değilsiniz; şu anda tam da savunup arkasına güç yığdığınız bu kişinin düşmanları ve bu düşmanlar bilin ki tam da sizin Kılıçdaroğlu’nun arkasına böyle böyle güç yığmanızı istiyor; Kılıçdaroğlu’nu güçlendirmek için değil; tam aksine, onu Alevi dairesine sıkıştırıp güçsüzleştirmek için. Kılıçdaroğlu’nun arkasına Alevi gücünü yığmaktan vazgeçin; düşecek olan Kılıçdaroğlu değil, CHP Alevi partisi oldu diye höykürenler olacaktır. Kaldı ki Kılıçdaroğlu Alevi toplulukların birikimine, mirasına, hak ettiği saygıya ve mesafeye layık bir isim değildir. Alevi züccaciyesine dalmış bir fildir; filin kuyruğunu yakalayıp “yaradan”a kurban demekten vazgeçin; hele kuyruktan gövdeye gelin de bu cüsse neyin, kimin cüssesidir; konuşalım.
2. Kılıçdaroğlu, konuşmasından önce ödülleri de vermiş. Anlaşılan bu yıl dördüncüsü verilen Hacı Bektaş Veli Onur Ödülü ile bu yıl otuzuncusu verilen Hacı Bektaş Veli Dostluk ve Barış Ödülü. Öncelikle, anlayabildiğim kadarıyla onur ödülü diye takdim edilen ödülün Hacı Bektaş Veli ile hiçbir ilgisi yok; Hacıbektaş ilçesiyle ilgisi var. İlçe yerel yönetimi dilediği ölçüyle, dilediğine kasaba adına onur ödülü verebilir; kim ne karışır ama Hacı Bektaş Veli adına onur ödülünü kasaba ölçütleriyle veremez. Bu durumda kasabanın adını değiştiremeyeceğimize göre ya ödülün adı değişmeli; olmadı mı, bari Dergah’ın adını değiştirelim de karışıklık olmasın; mesela Kadıncık Ana Dergahı diyelim; böylece Kadıncık Ana’nın postunda neden yüzyıllardır erkeklerin oturup durduğuna da ironik bir gönderme yapmış oluruz! Gelelim asıl Hacı Bektaş Veli adına verilen Dostluk ve Barış Ödülü’ne. Bu ödül kafamı hep kurcalamıştır. Ama neresinden tutsak bir isme çarpacağı ve buradan doğru öznelleşerek her tür çarpıtmaya açık olacağını bildiğim için hep susmayı tercih ettim. Bu ödülün verileceği isimleri kimler, hangi ölçülere göre seçiyor? Basit bir Google taramasıyla bulurum ama zahmet etmeyeceğim. Bu yıl ki ödülün sahibi Şenal Sarıhan olmuş. Kutluyorum. Daha önceki çoğu isimden buna daha çok layık olduğu çok açık. Ama ödül için uygun mu? Bence hayır. Tam burada ödül verilenlerin ismini geriye doğru bitiştirdiğimizde, ben kişisel olarak “Şenal Abla”nın bu ödül için uygun olmadığını söylesem de ödülün genel politik mantığı bir anda aşikar hale geliyor ve bu durumda Şenal Sarıhan’ın da bu ödül için uygun olduğu görülüyor. Bu ödülün en başta kapsam alanı, seslendiği alan genişlemeli ve uluslararası isimler mutlaka ve mutlaka düşünülmeli; eğer Alevi olunduğu iddiasıyla bu ödül veriliyorsa! Eğer bu ödül Hacı Bektaş Veli adına dostluk ve barış ödülü ise! Aynı şekilde bu ödül için mutlaka ama mutlaka Türkiye’de Aleviler gibi baskı altında yaşayan azınlık din mensupları, Aleviler dışında seküler hayat tarzını savunan topluluklar, ezilen tüm gruplar ve sınıflar; dinsel, cinsel, dilsel, sınıfsal…tüm ezilenler…mutlaka ödül kapsamında değerlendirilmeli. Hacı Bektaş Veli Alevidir diye adına verilen Barış ve Dostluk ödülü ille de bir Aleviye verilecek değil; hatta çoğu Aleviye verilmese de olur!
3. Devletin Hacıbektaş’ta Hacı Bektaş Veli temsilini, Ali Duran Topuz’un ifadesiyle “çalmasına” Alevi kurumları tepki gösterince, devlet de pek manidar bir yanıt verdi, gün bitmeden: ‘Öyle çalınmaz böyle çalınır’ dedi ve Zeytinburnu Belediyesi yıkım ekipleri Erikli Baba Dergahı’nın kapısına dayandı. Neymiş efendim, dergah arkasında olan üstü kapatılmaya uygun oturma, dinlenme, etkinlik alanının üç demiri yıkılacakmış. Bizim Aleviler gerçekten saf! Yahu, fotoğraflardan anlaşıldığı kadarıyla geniş bir alan orası, her tarafı açık, yıkmaya değer bir şey bile yapmamışsınız zaten. Bunun yerine şöyle verandalı, görkemli bir villa kondursaydınız oraya, ilgili vakıf/dernek her ne ise başkanını da içine oturtsaydınız; belediye yıkmaya geldiğinde de “ne villası, ne villası, orası müştemilat; bizim dergahın gariban bekçisinin evi barkı yoktu, geceleri bari orada kalsın, sokakta kalmasın diye iki kalas bir heves bu müştemilatı yaptık, sizde hiç vicdan yok mu?” derdiniz. İlgili vakfın/derneğin başkanı da belediye başkanına veranda da şöyle okkalı bir filtre kahve ikram ederdi, sorun çözülür giderdi!
4. Alevi örgütleri geleneksel olarak her Hacı Bektaş Veli etkinliğinde topluca bir açıklama yaparlar, bir bildiri okunur. Bu yıl da okunmuş bildiriye baktım; tıpkı DİB bildirilerine baktığım gözlerle. Eh, at eğer kendi konfor alanına fazla alışmış, yerinden kıpırdamaya niyeti yoksa, at sinekliği de kolay olmuyor, takdir edersiniz. Bildiriye gelince, fena değil, fena değil…güzel sözler ama o sözlerden politika ürer mi? O bildirinin politikaya değen tek bir yanı var; Akbelen vurgusu. Çünkü Aleviler orada açıkça saflarını belli ettiler; herkes karınca kararınca su taşıdı Akbelen’e. Ama yine bildiride gündemi okumayan, okumaktan kaçınan, zülfü yare dokunmaktan ürken bir ses hakim değil mi? Memleket olduğu söylenen bu coğrafyanın “kadim” sorunlarından bahsetmiyorum; Kürt sorunu filan, geçiniz, Kavala, Gezi tutukluları, Can Atalay, gazeteci tutsaklar, Demirtaş, geçiniz efendim…Buralardan Alevi örgütlerinin siyasallaşamadığı tecrübeyle sabit!
5. Bu bildiriye katkı sunan Alevi örgütlerinin LGBTİ+ ve özellikle trans cenazelerine cemevlerinin hizmete açık olduğu yönünde beyanları olduğunu biliyoruz. O halde LGBTİ+ nefreti üzerinden yirmi doktorun açıkça saldırıya hedef olarak, hayatlarının tehlikeye atıldığını nasıl görmezsiniz? Buna karşı nasıl konumlanmazsınız?
6. Peş peşe iptal edilen konserler, yasaklanan festivaller, basılan sergiler… Bunlar sizin Aleviliğinizle ilgili değil mi? Yoksa ben çok mu safım; Alevilik diye senelerce başka bir şey üstüne mi kafa yormuşum? Yoksa laiklik dediğiniz çok ses çıkaran içi boş bir teneke mi? O basılan sergilere cemevlerini açmayı düşünür müsünüz, önünde etten duvar örerek? Yasaklanan konseri cemevinin bahçesine taşımayı; çoğunun buna uygun avlusu var? Cemevlerini aynı zamanda bir festival alanına çevirsek nasıl olur? En fazla, sanki cemevleri camiymiş gibi, vay ibadethanede bira içtiler diye çığlık atarlar ki böylece oranın ibadethane olduğunu da kabul ettirmiş oluruz! Buyrun politikaya!
7. Daha da önemli bir gelişme oldu; nedense Alevilerin değinmeyi “unuttuğu.” Ortodoksların Meryem Ana’nın göğe yükseliş günü ayini dolayısıyla yaşanan tartışmalar; Sümela ayini meselesi ve efendim, neymiş Mehemmed Sultan Khan’ın Trabzon’u fethediş tarihiymiş o ve birden bire, on yıldır özel izinle yapılan ayinin bu seneyi devriyesinde Fatih Sultan Mehmet Han hatırlanıverdi; duyan da Osmanlı Miladi takvim kullanıyordu sanır! Neden bu bildiriyi yayınlayan Aleviler bu tartışmalara dahil olmadılar? Neden yanınızdayız diye bir mesaj yollamadılar? Neden bir temsilcilerini Sümela’ya göndermediler? Lozan’ın bu ve benzeri dinsel azınlıkları yeterince koruyamadığı açık; çünkü o yalnızca bir kağıt parçası nihayetinde. Bugün sayıları binlere düşmüş bu insanlar bizim dostumuz, yoldaşımız, müttefikimiz, kardeşimiz olmayacaksa kim olacak? Bin beş yüz yıllık ayini engellemeye çalışan zihniyet sizin ayininize mum söndü diyen zihniyet değil mi? Politika buradan doğru yapılmayacaksa nereden doğru yapılacak? Aynı kapsamda bir de sergi engellendi sevgili Alevi kurumları, biliyor musunuz? İmroz yani Gökçeada sergisi. Rumların, 1964’te Gökçeada’dan sürgün edilişinin yıl dönümünde açılmak istenen “Yeniden Buluşacağız: İmroz’un 1964 Belleği” adlı sergi açılamadı. En başta kent konseyi denilen oluşumun başındaki kişinin nefretle sergiyi hedef göstermesiyle. Hani o kadar asimilasyon, bellek, hafıza filan diyoruz ya…yok edilen sadece Dersim’in hafızası mı? Dersim’in hafızasının silinmesiyle Gökçeda’nın hafızasının silinmesi arasında bir ilişki yok mu? Bari bu bildirinizde bir selam gönderseydiniz! Buyrun politikaya!
8. Bu son: Yok, yok, vazgeçtim, siz politikaya buyurmayın. Buyrun politikaya deyince bildiride müjdesini verdiğiniz şey anlaşılıyor. Devletin Hacı Bektaş müjdesinden sonra bir müjde de Alevi örgütlerinden geldi. Epeydir sokağa çıkmayan Alevi kurumları nihayet sokağa inmeye karar vermişler. 16 Eylül 2023 Cumartesi günü İzmir Gündoğdu Meydanı’nda Laik Eğitim, Laik Yaşam ve Eşit Yurttaşlık Mitingi düzenlenecekmiş. Hepimizi çağırıyorlar. O tarihlerde İzmir’de olur muyum bilmem; umarım olmam. Çünkü olursam o mitinge gitmek zorunda hissederim kendimi ve olur da “Türkiye laiktir, laik kalacak” diye bir slogan duyarsam hücceten kalpten giderim! Umarım birileri artık en azından bu sloganı “Türkiye laik değil, laik olacak” diye uyarlar. Bu kadarına bari razı olayım. Ama niye İzmir? Valla İzmir’in böyle bir derdi yok. Biz laikliği İzmir’de mi kaybettik ki orada arıyoruz? Niye Adıyaman değil, niye Antep değil; niye Sivas değil, Konya değil, Yozgat değil, Çankırı değil; ne bileyim işte…ya da niye tümünün hercü merç olduğu İstanbul değil? Bursa değil? Gerçekten de Bilecik’e haksızlık ediliyor; sahiden Bursa diye bir şehir var bu memlekette! Ya da bir işçi ve Alevi kenti olan Kocaeli değil? Buyrun konfor alanına!
Aleviler siyasal bir özne olmak istiyorsa kendi hayatiyetleriyle bitişik her dirimsel kıpırtıya tepki vermek, el uzatmak, onları görmek zorunda. Hiçbir topluluk gölgeli bir ağacın altına sığınmış kuzular gibi, ağaç gölgesinde toplaşarak, birbirine sokularak, birleşip bir yumak olarak siyasal özneleşemez. Hep söylediğim şeyle bitireyim: Aleviler bir güç olmak istiyorsa; birleşme, yoğunlaşma, kapanma hastalığından bir an önce kurtulmalı. Birleşmeyin, dağılın! Bir parçanız Sümela’da, bir parçanız İmroz’da, bir parçanız Diyarıbekir’de, bir parçanız Sezar’ın şehrinde…., özetle nerede bir inilti varsa, bir parçanız orada olsun ve cemevleri önemli bir araç, Alevilerin ibadethane söylemine sıkıştırılamayacak kadar önemli; devlet bunu biliyor ama ne yazık ki Aleviler farkında değil; kendi elleriyle yarattıkları bu aracın hayati öneminin! Cemevleri elbette artık bir ibadethanedir; kim tanır, kim tanımaz, boş verelim; gücümüzü tanımaya/tanınmaya yığmak yerine, tam tersine belki de oraları salt ibadethane olmaktan çıkarmaya yığmalıyız! Aleviler cemevlerini salt ibadethane olmaktan çıkarabilirse, kimsenin şüphesi olmasın, devlet kendi ayaklarıyla koşup gelecek ve kendi elleriyle ibadethane tabelasını cemevinin alnına çakacaktır!
Ayhan Yalçınkaya: 1964 yılında Çorum’da dünyaya gelen Ayhan Yalçınkaya, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Aynı üniversitede öğretim üyesi olarak görev yapan Yalçınkaya; siyaset bilimi, siyasal düşünce tarihi ve siyasal antropoloji dersleri verdi. Alevilik Araştırma, Dökümantasyon ve Uygulama Enstitüsü’nün kurucu üyelerinden olan Yalçınkaya’nın başlıca çalışma alanları Alevilik, din antropolojisi, din ve siyaset ilişkisi, siyasal bünye ve siyasal düşüncedir. Bu konularda yazılmış “Küf: Dede Korkut, Said Nursi ve Hz.Ali Üzerine”, “Alevilerde Bildiri: Alevi Bildirilerinde Devlete Kaçış”, “Aleviler ve Sosyalistler, Sosyalistler ve Aleviler”, “Kavimkırım İkliminde Aleviler”, Pınar Ecevitoğlu ile beraber hazırladıkları “Aleviler Artık Burada Oturmuyor” başlıklı kitapları bulunmaktadır.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***