YORUM | M. NEDİM HAZAR
20. Yüzyıl başlarını düşünün. Pek çok keşif ve teknolojik gelişme yaşanmamıştı henüz.
Özellikle ulaşım ve iletişim şartlarının çok iptidai olduğu bir dönemden bahsediyoruz.
İşte bu kısıtlı imkanlara rağmen, bugün; bulunduğumuz konumdan bakarken bile Bediüzzaman Said Nursi’yi takip etmekte zorlanıyoruz.
Bir bakıyoruz İstanbul’da, oradan Tiflis’e, oradan Van’a, oradan Şam’a, Beyrut’a, İzmir’e… Baş döndürücü bir hız ve rotasyon.
Bunu anlayabilmek için Bediüzzaman’ın bedenine sığmayan gezgin ve büyük ruhunu kavrayabilmek lazım sanırım.
Kerküklü alim İhsan Kasım Salihi “Bahtiyar Adam” isimli Said Nursi’nin otobiyografi kitabında şöyle der:
“Bediüzzaman’ın İstanbul’da hayatı, bir derece siyasîdir. Siyaset yoluyla İslâmiyet’e hizmet edilecek diye kanaat besliyordu. Siyasî hayata karışması, İslâmiyet’e hizmet aşkının bir neticesi idi. Daima hürriyet taraftarı idi. Gördüğü haksızlıklardan dolayı Jön Türklere daima muhalefette bulunarak ‘Siz dini incittiniz, gayretullaha dokundunuz, şeriatı tezyif ettiniz; neticesi vahim olacaktır.’ diye izhar-ı muhalefetten çekinmiyordu.” (s141)
Aslında önceki yazıda belirttiğimiz bir anlayış değişiminin başlangıcı bugünlerdir.
Ve fakat esas kırılma noktası şüphesiz Cihan Harbi olacaktır.
Ancak Bediüzzaman Arapça Muhakemat’ında yeni yol haritasının da ipuçlarını verir:
“Ey ehl-i hamiyet! Sizi uyarıyorum. Kürtler ve emsalleri fikir olarak Meşrutiyet güruhuna girdiler ve giriyorlar. Ancak bazı görevliler Şûrâ’yı fiilî olarak temsil etmiyorlar. Bu mesele diğerinden daha müşküldür. ‘İş,’ akılları gözlerine inmiş avamın öğretmenleridir.” (Sayka-ül İslam s122)
Bahsini ettiğimiz dönüm noktası ise tam şurasıdır:
“Hürriyetin üçüncü senesinde aşâirler arasında meşrutiyet-i meşruayı aşâire tam bildirmek ve kabul ettirmek için Ertoş aşâiri içinde hususan Küdan ve Mamhuran’a verdiği ders ve 1329’da Matbaa-yı Ebüzziya’da tab edilen, kırk bir sene evvel tab edilmiş, fakat maatteessüf yirmi otuz seneden beri arıyordum, bulamamıştım. Bu defa birisi bir nüsha bulup bana göndermiş. Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said’in sünuhatıyla dikkatle mütalâa ettim. Anladım ki Eski Said acîp bir hiss-i kablelvuku ile otuz-kırk sene sonra şimdi vukua gelen vukuat-ı maddiye ve mâneviyeyi hissetmiş. Ve bedevî Ekrad aşâiri perdesi arkasında, bu zamanın medenî perdesini kendilerine maske yapan ve vatan-perverlik perdesi altında dinsiz ve hakikî bedevî ve hakikî mürteci, yani bu milleti, İslâmiyet’ten evvelki âdetlerine sevk eden hainleri görmüş gibi onlarla konuşup başlarına vuruyor.” (KDBSN, s144)
Bediüzzaman’ın Şam Hutbesini El Cezire docu-drama yapmıştı.
“Ben de Eski Said kafasını alıp ve Yeni Said’in sünuhatıyla dikkatle mütalâa ettim..”
Muhteşem, muhteşem…
Hadi üstadın peşine düşüp Şam’a kadar gidelim…
Çok değil, bu senenin içinde, Şubat ayında Arap aleminin önemli bloggerlarından Dr. Tarık El Suadian, Bediüzzaman’ı anlattığı yazısında şunları söylüyordu: (BKNZ)
“Alimlerden, reformculardan ve yenilikçilerden öyleleri vardır ki, projesi kafasında fikir olarak kalan, ömründe uygulama yolunu bulamayıp, vefatından sonra projesi büyüyüp bütünleşenler ve bunlardan rızık verenler de vardır. İkinci tipten ise, Türkiye’de ortaya çıkan ve uzun bir ömür (80) yılı aşkın bir süre yaşamış, birkaç Osmanlı halifesi ile birlikte yaşamış olan, inkılâpçı âlim Said Nursi’dir… Said Nursi, Kur’an’la milleti değiştirmeye karar verdi ve ‘Yüce Kur’an’ın yaşı solmayan, ışığı sönmeyen bir ahlak güneşi olduğunu tüm dünyaya ispat etmek için hareket geçmek lazım.’ dedi.
1911 yılında, Şamda, Emevi Camiinde yüzlerce alimin ve on binlerce müminin önünde muhteşem bir hutbe irad ettiğini yazan Dr. Suadian, İslam aleminin hali hazırda ve yakın gelecekteki marazlarını ve çarelerini bu hutbede verdiğini yazıp bu hastalıklar ve çarelerini şöyle sıralıyor:
“Çaresizlik, dürüstlüğün ölümü, düşmanlık aşkı, iman ile nur arasındaki cahil ilişki, politik despotizm ve bireysel egoizm… Çareler ise; Kur’an’a bağlılık, imanı kalpte diri tutmak, umuda sarılmak, dürüstlüğü sadık olmak, mutlak sevgi ve zalime direnmek!”
Bakınız, 1911, üzerinden 110 yıl geçmiş hem hastalık hem de çareler aynı değil mi?
Görseli Arapça bir siteden aldım. Haberi servis eden bizim, daha doğrusu sarayın Anadolu Ajansı. Vaktiyle Binali Bey, Üstad’ın hayatını anlatan sergiyi filan ziyaret etmiş. Şimdilerde bu görselin 3,5 yıl yatarı var!
Merhum Tevfik Göksu (Şimdiki siyasetçi şaklaban olanı değil) “Şamlı” olarak anılır. Sebebi babasının 20 yıl Şam’da hizmet etmiş olmasıdır.
Şamlı Tevfik Göksu ve pederi Veli Efendi. Ve kendisi hayatının son demlerinde.
Bediüzzaman Hazretleri Şam’da, Emeviye Camii’nde hutbe verdiğinde orada değildir ama bundan 4 yıl sonra babası ile beraber bu şehre geldiğinde hala Bediüzzaman’ın ismi anılmaktadır. Bir gün Veli Efendi, risaleleri tutup oğluna der ki, “Bak oğlum, bu zât mühim bir zâttır. Ona iyi bak… İleride bu zâta hizmet edeceksin.” Gerçekten de Bediüzzaman, Barla’ya sürüldüğünde Şamlı Hâfız Tevfik, o enfes yazısı ile Risale-i Nurları yazar ve hem talebe hem de kâtip olur!
Özellikle bu çalışmayı yaparken 30’u aşkın -ciddi bulduğum- yerli ve yabancı kaynağı tetkik etme imkanım oldu. Açıkçası Bediüzzaman’ın Şam’da nerelerde ikamet ettiğini ve dahi sonra rotasında olan Beyrut, ardından vapurla İzmir ve akabinde tekrar İstanbul’a olan güzergahındaki ikametgahları hakkında ne yazık ki sahih bir malumata ulaşamadım.
Ancak, İstanbul’a geldikten sonra bambaşka bir mekanda kısa süre de olsa ikamet ediyor Bediüzzaman; bir gemi kamarası ve tren kompartımanında.
Evet bir sonraki yazıda Said Nursi’nin Sultan Reşad ile beraber Barbaros Zırhlısı ve tren ile yaptığı Rumeli seyahatinden bahis edelim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***