YORUM | UĞUR TEZCAN
On beş yıldan fazla bir süredir Amerikan eğitim sistemi içerisinde çalışıyorum. Bunun son dört yılı da yerel Amerikalılara ait özel bir lisede matematik öğretmenliği yaparak geçti. Okul idaresi kısa bir süre önce beni bir onur ödülüne layık gördü. Amerika dışında başka ülkelerden okulların da üyesi olduğu, aslen başarılı öğrencileri onurlandırmak için faaliyet yürüten ‘Cum Laude Society’ denilen bir topluluk var. Bazı okullar arada bir başarılı buldukları öğretmenleri de bu topluluğa üyelik ile ödüllendiriyorlar. Topluluğun sloganı Latince ifadeleriyle Arité (Excellence-Mükemmellik), Diké (Justice-Adalet) ve Timé (Honor-Onur). İşte bana verilen onur ödülü de bu idi. Okulda sadece dört yıldır bulunan bir öğretmenin bu ödüle layık görülmesi diğer öğretmenlerin de takdir ettiği bir taltif idi.
Bu ödülü aldığım gün bana bir konuşma yapma imkânı da sundular. Birazdan bu konuşmanın ufak değişikliklerle Türkçeye uyarlanmış halini okuyacaksınız. Normalde bir konuşma yapmak zorunda değildim. Fakat bütün öğrencilere hitap etme ve onlara kendi dünyamızdan bir iki hakikat ışıltısı yansıtabilme şansını da ıskalamak istemedim. Kendi derslerimde zaten bunu sürekli olarak yaparım. Hatta bu sene bazı öğrencilerim yanıma gelip; “senin motivasyon konuşmacısı olman lazım” bile demişlerdi. Konuşmamı bitirdiğimde yoğun bir alkış tufanı koptu. Zaten sahneye çağrıldığımda da yoğun bir coşku seli olmuştu. İlk önce; öğrenci kitlesi beni çok sevdiği için ödül almam karşısında sevindiler ve aşırı iltifat gösterdiler sanmıştım. Ancak ödül töreninin ardından yapılan kokteylde yüzün üzerinde öğrenci, veli, idareci ve öğretmen gelip konuşmayı çok anlamlı ve güzel bulduklarını belirttiler. Hatta bir doktor, çocuğu ileriki yıllarda da okusun diye yazının bir kopyasını istedi.
Bu düzeyde bir ilgi ve alaka yazının güzelliğinden dolayı değil; belki de yazı, o insanların topluca eksikliğini hissettikleri bazı duyguların tellerine dokunduğu içindi. Sizler, yetiştiğiniz İslami kültür ve kaynaklarınız itibarıyla yazıda geçen hususları basit bulabilir, ihtiyaç olarak hissetmeyebilirsiniz. O nedenle de yazının muhatabı olan ve fertleri yalnızlık çeken bir toplumda ergenlik çağındaki gençler üzerinden yazıya bakmaya çalışınız.
Zaten bu sene okulda bu ‘yalnızlık’, ‘dışlanmışlık’, ‘dışlama’ ve ‘asosyallik’ gibi sıkıntılara ufak bir çare olması amacıyla bir ‘Çay kulübü’’ kurmuştum. Amacım öğrencileri bir araya getirmek ve ufak da olsa okul içinde bir birliktelik alanı, öğrencilerin kendilerini rahat hissedip sosyalleşebilecekleri küçük bir muhabbet adacığı oluşturmak istemiştim. Kulübe bir hafta içinde seksene yakın öğrenci üye oldu. Bu, okulun neredeyse dörtte biri bir öğrenci nüfusuna tekabül ediyordu. O gün bugündür her gün değişik kültürlerden ve tatlardan çaylar demleyip gün boyu çay içiyoruz öğrencilerimle birlikte.
Şimdi bana verilen ödülü neden sizlere adadığıma geçelim. Kendimi övmek değil asla amacım. Sizler gibi samimi, alçakgönüllü ve alanlarında en başarılı eğitimcilerden oluşan ve öğretmenlik mesleğinin yüz akı insanlar bugün hırpalanıyor, öteleniyor ve aşağı görülüyor olsanız da değişmeyen bir gerçek var. Ben de sizler de en kaliteli ortamlarda itina yetiştirildik ve bu kutlu mesleği en güzel şekillerde temsil ve ifa ettik şimdiye kadar. Zalimlerin sizleri dağıtmış olması bu hakikati asla değiştirmez. Hatta ehliyetsiz kişilerin hükmünün çokça geçtiği bu devirde onların karşısına çıkıp başarılarınızla ve altyapınız ile övünmeniz enaniyet değil, bir gereklilik ve vefa borcudur. Suratlarına tokat atmak, ben buradayım ve ideallerimin de kabiliyetlerimin de aldığım eğitimin de arkasındayım demektir. Hâlâ kaliteyi, adanmışlığı ve fedakarlığı temsil eden varlığınızla o zalimlerin vicdanlarına acı çektirmektir. Allah katından bahşedilen bir ilme ve kabiliyete, cahil zorbaların hüküm sürdüğü bir dünyada sahip çıkmaktır.
Bu ödülü alırken de aklımda benim yetişmemde emeği geçen öğretmenlerim geldi. Hırsız zalimler yüzünden bugün ne o eski öğretmen yetiştiren kurumlar ne de o güzel, fedakâr ve cefakâr öğretmenler kaldılar. Zulüm hepsini dünyanın değişik yerlerine attı ve çoğunu başka işlerde hayata tutunmak zorunda bıraktı. Benim gibi hala öğretmenlik yapanlar neredeyse “Son Mohikan” ve “Son Samuray” filmlerindeki gibi türümüzün son örnekleri konumunda kaldık. Evet bugün tevazu yok dedim. Matematik derslerimi anlatırken öğrencilerimle adeta bir senkroni haline geçeriz. Çözdükleri sorunun veya detayları ile incelediğimiz bir ispatın heyecanından yerinde duramayan; heyecanlanan öğrencilerim bile olur bazen. “Matematiği ilk defa senin sayende sevdim” diyen öğrencilerim çıkar neredeyse her yıl. Geçenlerde kendisini ziyaret ettiğim, şimdi iş adamı olan eski bir Amerikalı öğrencim kahvesini yudumlarken, “bana Matematik öğretmeyi başarabilen tek hoca sen oldun” demişti. Sırf beni duydukları için gelip özel okula çocuğunu kaydettiren veliler bile oldu; tıpkı geçen yıl iki kızını da okula yazdıran avukat kadın gibi.
İşte ben, yıllar önceki meslek aşkım ve heyecanım ile hala görevimi en iyi şekilde ifa etmeye çabalarken aslında sizlerin bana öğrettiklerinizin, temsil ettiğiniz felsefenin, heyecanın ve adanmışlığın bir yansımasıyım sadece. Geçtiğimiz senelerde yazdığım “Zaman Gazetesi ve Fem Dershanesi” başlıklı bir yazıda hayatımda iki “okulun” çok önemli olduğunu zaten belirtmiştim: Fem Dershanesi ve Zaman Gazetesi. Bu iki kurum benim hayatımda sanki birer üniversite görevi görmüş ve kendimi eğitmemde önemli bir sıçrama taşı olmuşlardır.
Ben her gün Amerikalı öğrencilerimin karşısına çıktığımda aslında tek başıma değil, bir kadro olarak çıkarım onların önüne. Orada Cavit beyleri, Nihat beyleri, Akif beyleri, Nimet beyleri, Süleyman beyleri, Ünal abileri, Harun abileri ve daha nicelerini sanki benimle birlikte ders anlatıyorlarmış gibi izleyebilirsiniz. Geçmiş zamandan o ana açılan bir zaman tünelinin önünde bulabilirsiniz kendinizi. Vücudum yaşlanıyor olmasına rağmen ders anlatırken hiç eksilmeyen heyecanımın ana kaynağı o ilk “Bing Bang” patlaması; yani o büyüklerimden ve kurumlardan süzülüp içime sinmiş olan enerjinin bana kazandırdığı bitmeyen heyecandır. Hayatımın tüm sorunları, maddi ve manevi sıkıntıları, travmaları, itilmişlikleri, dışlanmışlıkları ve ezilmişlikleri kapının dışında kalır, giremez içeri. Başarımın kaynağı, onlardan tevarüs ettiğim anlatma kabiliyeti, öğrenci seviyesine inebilme becerisi ve konulara birçok farklı yönden vakıf olabilme gibi özelliklerimdir. İşte bu nedenle de bu ödül, bu ruhu öldürmek isteyen kıskanç ve habis ruhlu zalimlerin hâkim olduğu bir devirde hakkı asıl sahiplerine teslim etmeye ve sizlere olan vefa borcumu ödemeye adanan bir ödüldür.
Şimdi de konuşma metnini paylaşayım müsaadenizle:
Bugün sizlerin önüne çıkıp Cum Laude Topluluğu tarafından verilen bu onurlu ödülü aldığım için minnettarım.
Ödül törenlerinde genellikle işbirliği, takım çalışması, çalışkanlık gibi konular hakkında konuşmak ve dinleyicileri motive etmek âdettendir. Bunlar hepsi çok önemli konular olsalar da ben bugün farklı bir konudan bahsetmek istiyorum. İçerisinden kendi yaşamlarımıza dair önemli dersler çıkarabileceğimiz bir Japon sanatı olan Kintsugi’den bahsedeceğim sizlere.
Kintsugi, kırılmış veya çatlamış bir seramiği altın veya diğer değerli metaller kullanarak tamir etmekle ilgili geleneksel bir 15. yüzyıl Japon sanatıdır. “Kin” yani altın ve “Tsugi” yani birleştirme kelimelerinden türetilen Kintsugi terimi, kırık nesnelerin tamir süreciyle daha da güzelleşebileceği fikrine dayanır.
Kintsugi sadece kırık seramiği daha güzel hale getirmez, aynı zamanda onu eskisinden daha güçlü hale de getirir.
Kintsugi, sadece bir seramik tamir etme yöntemi değildir, aynı zamanda bir felsefedir de. Kintsugi sanatı, bize kusurlarımızı kucaklamamızı ve kırıklıkta (eksikliklerimizde, yetersizliklerimizde, dağılmışlıklarımızda) güzelliği görmemizi öğretir. Bu, bizi farklı ve kusurlu yapan şeylerin aynı zamanda bizi güzel kılan şeyler olduğunu hatırlatır.
Kusursuz görünmeye ve olmaya (perfection) her şeyin üzerinde değer veren bir dünyada, Kintsugi ferahlatıcı bir perspektif sunar bizlere. Kusurlarımızı gizlemeye çalışmak yerine, onları birer büyüme ve dönüşüm fırsatı olarak kullanabiliriz. Kintsugi, en kırık ve hasarlı şeylerin bile onarılabileceğini ve güzelleştirilebileceğini hatırlatır bizlere.
Seramik, özel yapıştırıcı ve altın uygulamasıyla güçlendirilebildiği gibi, bizlerin ‘kırıklıklarımız’ (brokenness) ve yaşadığımızı zorluklar da güce ve dayanıklılığa dönüştürülebilirler.
Ne yazık ki, insanların “kırık” (ruhen dağılmış) ve “yalnız” oldukları bir çağda yaşıyoruz. Sosyal medya genellikle birleştirmek yerine bölüyor ve sosyal medyanın (ruhen) tutsak ettiği kırık insanlar, yaralarını veya kusurlarını gizlemeye ve hep “mükemmel” görünmeye çalışıyorlar; çünkü hem kapitalizm hem de sosyal medya insanları daima başka biri olmaya ve kusursuzluğa ulaşmaya teşvik edip duruyor. Okulda da öğrenciler mükemmelliğe ulaşmak isterler ve bazıları A’dan düşük her notu başarısızlık olarak görürler. Bu öğrencilerin büyüme odaklı bir zihniyet yerine sabit bir zihniyetleri vardır. Bu da onları her bir başarısızlığı sistemli çalışma ve diğerleriyle iş birliği yaparak aşabilecekleri gerçeğini görmekten alıkoyar.
Gördüğünüz gibi, Kintsugi öğretimi, birbirinden kopmuş insanları da yani “toplumun kırık parçalarını” bir araya getirme fikriyle oldukça uyumludur. Gençler ve öğrenciler olarak birbirimizi sürekli olarak eleştirmek ve yargılamak yerine, bir araya getirmek, birbirimize nazik davranmak, birbirimizin başarısını desteklemek, kusurları, hataları ve yanlışları birer büyüme fırsatı olarak görmek insanlığa yapabileceğimiz önemli bir katkıdır. Kintsugi bize, kusurların gizlenmesi veya utanılması gereken bir şey olmadığını öğretir. Kırılganlıklarımız ve kusurlarımız işlendikleri takdirde bizi daha güçlü kılarlar. Onları benimsersek ve farkında olursak, çevremizdeki insanlarla daha derin ve anlamlı ilişkiler kurabiliriz.
Kintsugi, insanları bir araya getirmek ve bir akademik konuda ustalaşmak gibi konularda da gerekli olduğu gibi engeller veya başarısızlıklarla karşılaştığımızda bizleri sabırlı ve azimli olmaya teşvik eder. Aynı zamanda bizlere, insanları bir araya getirmeye ve etrafımızdaki “kırık parçaları” tamir etmeye çalışırken [mutlak, hatasız] mükemmelliğe (perfection) ulaşmaya çalışmamamız gerektiğini de öğretir. Öğrencilerime her zaman söylediğim gibi, yolculuk, varılacak nihai hedeften daha değerlidir her zaman. Mahatma Gandhi de şöyle der: “Tatmin ve hoşnutluk (satisfaction), başarıyı elde etmede (attainment) değil onun için çaba sarfetmededir (effort).” Bir işi yaparken mükemmel olamayabiliriz, ancak her zaman o uğurda daha başarılı olmanın yollarını araştırabiliriz.
Gayrete işaret eden mükemmelliğin (excellence) aksine mükemmeliyetçilik, (perfectionism) hata yapmayacağımız veya kusur işlemeyeceğimize dair, hoşgörüsüz bir beklentidir. Daha iyisini yapma gayretine işaret eden çaba (excellence) ise kusurlara ve hatalara izin verir.
Belki de bu nedenle Cum Laude Topluluğu’nun ana değerlerinden biri olan mükemmellik bu çaba gerektiren ‘’excellence’’ ifadesini benimsemiş ve kusursuzluğa işaret eden ‘’perfectionism’’ ifadesini tercih etmemiştir. “Ben bunun mükemmel ve yerinde bir tercih olduğuna inanıyorum. Her zaman ve her işte kusursuzluğa erişemeyebiliriz; ancak her zaman daha iyi bir hale gelmek adına değerli bir gayretin içinde olabiliriz.
Hepinizin bildiği gibi bu sene okulumuzda bir ‘Çay Kulübü’ başlattık. Çay, başkalarıyla paylaşılabilecek olan benzersiz bir içecektir. Birine sıcak bir fincan çay teklif ettiğinizde, onunla bağlantı kurma ve iletişim içerisinde olma davetiyesi sunmuş olursunuz. Bu yüzden çay, misafirperverliğin, geleneğin ve sosyal ilişkilerin bir sembolü olarak kabul edilmiştir birçok toplumda. Bir Türk deyimi vardır; “Çaysız bir toplanma, ayı olmayan bir gece gibidir.”
Sonuç olarak, Kintsugi ve ‘çay kültüründen’ çıkarabileceğiniz derslerle sizleri başbaşa bırakıyorum ve hepinizi nezaket, bilgi, hizmet, iletişim, karşılıklı anlayış ve saygı gibi yetenekleri elde etme konusunda azim göstererek insanları bir araya getirme sanatında başarılı ve gayretli olmanız adına teşvik ediyorum.
Yani kısacası sizlerden, başka insanların karanlık gecelerinin (onları aydınlatan) bir ayı olmanızı ve bu uğurda gayret göstermenizi istiyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***