YORUM | M. NEDİM HAZAR
Lanceray’ı duydunuz mu hiç?
Tam ismi, Yevgeni Yevgenyeviç Lanceray. 19. yy. sonları ile 20. yy. ortalarında yaşamış Rus sanatçı, özellikle grafik, resim ve hele de heykel alanında inanılmaz eserler vermiş.
Durun, belki bu görsel size bir şeyler hatırlatacaktır.
Tarih 5 Mart 2020… Ortalık karmakarışık. Erdoğan Türk Ordusunu İdlib’e yerleştirmekte kesin kararlı. Soluğu Moskova’da almış. Putin’in Türk heyetini ağırladığı salonda, arkada meşhur 2. Katherina heykeli tüm ihtişamıyla duruyor. Malum, Katherina (Akıllara hemen Baltacı geliyor şüphesiz) Kırım’ı Osmanlı’dan alıp, Rus toprağı yapan çariçe.
Türk medyası bu detaya takılıp kaldı. Ancak esas mesaj iki liderin arasında, hemen arkalarında duran bronz heykelde saklıydı.
Arkada duran heykel Lanceray’ın, 1. Dünya Savaşı’ndan önce Rus askerlerinin Osmanlı’yı tepeleyerek Balkanları fethetmesini sembolize ediyor. İsmi de “Crossing the Balkans” yani “Balkanları Geçmek.” Malum Balkan Savaşı 1913 yılında başlamıştı.
Enteresan bir detay 93 Harbi’nden hemen önce (1875) Saint Petersburg’da doğan sanatçı, 2. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra 71 yaşında Moskova’da ölüyor. Özellikle Leo Tolstoy’un Kazakları anlattığı romanları çizmekle ünlü. Hadi onlardan da bir örnek koyalım:
Tolstoy’un ünlü kahramanı Hacı Murat, Lanceray’ın fırçasından.
Biraz sanat, biraz magazin ile giriş yapmamızın sebebi tarih ile günümüz arasındaki ilişkinin belki de tahmin edebileceğimizden çok daha güçlü olabileceği gerçeği. Hele ki Otokratik rejimlerde. Şimdi biri Rus Çarlığı, diğeri Osmanlı Hanedanlığı’nı tekrar kurmanın peşinde olan iki despot ismin çağına denk geldik. Bizimki de böyle bir nasipsizlik işte.
Geçelim.
Lanceray, Kazan garındaki duvar ve tavanları boyarken.
İsterseniz bazı rakamlara bakarak neden Dünya Savaşı dendiğini anlayalım önce.
Askerden fazla sivilin öldüğü bir savaştı 1. Cihan Harbi. 9,7 milyon asker ölürken, ölen sivil sayısı 10 milyonu geçmişti.
Dünya nüfusu yaklaşık 1,6 milyardı ve Osmanlı’nın da içinde bulunduğu 10 ülke savaşa başlamıştı. Savaş bittiğinde işe bulaşan ülke sayısı 20 idi ve katılan nüfus yaklaşık 800 milyon insandı.
Osmanlı bu savaş için yaklaşık 3 milyon insanını askere aldı. Rusya ise 18 milyon asker ile liste başıydı.
Robert Schuman’a göre savaş boyunca Osmanlı teb’ası olan yaklaşık 500 asker her gün ölüyordu.
Osmanlı Devleti’nin toplam asker kaybının 800 bine yakın olduğu pek çok kaynakta yer alıyor. Ölen sivil sayısı ise kat be kat fazla: 2 milyon 200 bin.
Daha fazla rakam vererek kafaları karıştırmak istemem.
Önceki yazımızda, (şurada) 1. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 65 bin Osmanlı Askeri Rusların elinde esirdi.
Türk esirler olarak geçen rakamın tamamı askerlerden oluşmuyordu. Asker sayısına kıyasla az miktarda da olsa sivil esir vardı. Savaş başlayınca Rusya’nın çeşitli bölgelerinde çalışan kişiler, şüpheli görülerek yaş fark etmeksizin tutuklanmıştı. Yaşlı, kadın ve çocuk ayrımı yapmadan tutsak edilen bu kişiler, tıpkı askerler gibi esir kamplarında tutulmuşlardı. Rusya’da yerleşik bulunan siviller haricinde İttihat ve Terakki yönetimine muhalif, Rusya’da yaşayan bir miktar siyasi mülteci de esaret hayatı yaşamak durumunda kalmıştı. Moskova’nın güneyinde bulunan Kaluga şehri uzunca bir süre sivil esirlere ev sahipliği yapmıştı.
Bu konuda en derli toplu araştırma -sanırım- Rusya Bilimler Akademisi Şarkiyat Araştırmaları Enstitüsü Doğu Tarihi Bölümü Baş Araştırmacısı, Filoloji Doktoru, Profesörü Sibgatullina Alfina Tagirovna’nın Vitaly Vitalyevich Poznahirev’i ve eseri “1877-1878 Rus-Türk Savaşı dönemi Osmanlı Askerleri Rusya’da” hakkında yayınladığı monografidir.
Keza bir başka önemli araştırma ise Mikhail Kozhemyakin’in çok yakın zamanda (2022) kaleme aldığı makaledir. Kozhemyakin de Subay, er, doktor, bürokrat ve din adamı olmak üzere toplam 64,500 Türk esirinin bulunduğunu vurguluyor.
Ve o dönemde Rus yöneticileri esirler için “Canlı ganimet” diyorlarmış.
Kafkas cephesinin en ünlü görseli. Osmanlı askerleri gayet şık ve vakur!
Böylesine büyük bir savaşı pek çok ülke gibi Ruslar da ilk kez yaşıyordu. Üstelik Rus halkı içten içe kaynıyor, çarlık yönetiminden müthiş bir rahatsızlık duyuluyordu. Tıpkı Osmanlı teb’ası gibi. Dolayısıyla bu kadar büyük rakamlı bir esir topluluğunu ne doğru dürüst barındırma, ne besleme ne de nasıl davranılacağına dair resmi bir prosedür yoktu. Tamamen, esir alan askerler ve komutanların insaflarına terk edilmişlerdi. Ve maalesef bir süre bu böyle devam etti. Nihayet 20 Ekim 1914’te Savaş esirlerine ilişkin yönetmelik” çıkarıldı ve savaş esirlerine “Anavatanlarının meşru savunucuları gibi” insanca muamele edilmesi sağlandı. En azından kâğıt üzerinde böyleydi!
Savaş Bakanlığı, Sibirya ve Urallardaki savaş esirlerinin çoğunluğunu Kazan, Omsk, Türkistan, Moskova ve Petrograd askeri bölgelerinde toplamayı amaçlıyordu. Dörde bölmeleri yerel yetkililerin omuzlarına düştü. Lojman olarak tahsis edilen kışlalar, yerel askeri birliklerin cepheye gönderilmesiyle boşaltıldı. Ancak, bu tesisler fena halde eksikti. Tomsk’ta ilahiyat okulu, bölge okulu, Teknoloji Enstitüsü ve hatta hipodrom binaları savaş esirleri için uyarlandı. Türkistan askeri bölgesinde Amu Derya filosunun mavnalarına 600 kişi yerleştirildi. Petropavlovsk ve Novonikolaevsk’te mahkumlar “bunun için kapatılan eski genelevlere” atandı . Ayrıca, memurlar genellikle şehirlerde özel dairelere yerleştirildi.
1915 baharında, Savaş Bakanı V. A. Sukhomlinov, yalnızca savaş esirlerine yönelik toplama kamplarının inşasını önerdi. Türkistan askeri bölgesinde 50 bin, Irkutsk’ta 75 bin, Amur bölgesinde 60 bin savaş esirinin bu tür kamplarda barınacağı varsayılmıştı.
Ancak bunlar yeterli gelmeyecek ve nihayetinde “Esir toplama kampı” projesi gelişecekti.
1 Ocak 1916’da Uralların ötesinde 9 ve Rusya’nın Avrupa kısmında bir toplama kampı kuruldu.
Savaş sona erdiğinde Rusya’da 400’den fazla savaş esiri kampı vardı.
1899 ve 1907 tarihli Lahey Sözleşmeleri, “savaş esirlerinin özgürlüğünün gereksiz kısıtlamalara tabi tutulmaması gerektiğini, onlara yalnızca istisnai geçici tedbir şeklinde uygulanacağını” belirtiyordu.
Savaş esirlerine, rütbelerine göre uygun muamele, kişisel mal güvenliği, din özgürlüğü, tıbbi bakım ve bakım hakları garanti edilmişti aslında. Fakat bu genellikle teoride kalıyordu elbette.
Bunun iki sebebi vardı…
1; uzayıp duran savaşın getirdiği ekonomik ve insan kaynağı sıkıntısı.
2; Rusya’da giderek büyüyen memnuniyetsizlik dalgası.
Başta Bediüzzaman olmak üzere, savaş esirlerinin tutulduğu bu kamplar şöyleydi:
Tipik bir savaş esiri kampı, şehrin dışında açık bir alanda bulunuyordu ve ek binalarla desteklenen bir konut kışlası veya yarı sığınak kompleksiydi. Standart kışla 300-500 kişiyi barındıracak şekilde tasarlandı. Kamplar çitler veya dikenli tellerle çevrildi ve koruma kuleleri ile donatıldı. Çalışma kamplarında, kışlaların yerini genellikle yüz kişiyi alabilen sığınaklar aldı. Sığınağın ortasına bir hendek kazıldı, içine masa yerine bir bank yerleştirildi ve hendek kenarlarındaki yükseltiler ranza haline geldi. Kapıların dışında sürgüler vardı.
1915 yılına ait bir Kosturma savaş esiri kimlik kartı.
Türk savaş esirleri ve esirlere yapılan en masum işkencelerden biri.
Rusların esir edip taa Rusya’nın en izbelerine götürdüğü Osmanlı sivilleri. Gerçi bu kişiler Rus resmi evraklarında “Redif” (Yedek asker) olarak geçiyor!
Bu konuda yayınlanmamış o kadar çok belge ve bilgi var ki, bırakınız yazmayı, tasnif etmek bile yıllar alabilir. Elbette biz Bediüzzaman odaklı esir meselesini incelemeye devam edeceğiz.
Yarın ise şu aşağıdaki görselin hikayesini anlatacağız.
Birinci Dünya Savaşı esnasında Kürt süvariler.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***