Esra ÇİFTÇİ
İSTANBUL – Hasan Ocak 21 Mart 1995 tarihinde gözaltına alındıktan sonra kayboldu. Ailesi, arkadaşları 58 gün boyunca Hasan’ı aradı. 58. Günde Hasan’ın işkence edilmiş cansız bedeni kimsesizler mezarlığında bulundu. Ceset, Hasan gözaltına alındıktan beş gün sonra Beykoz Ormanı’nda köylüler tarafından fark edilmişti. Hasan’ın cesedine ulaşılmasının ardından önce bir grup kayıp yakını ve insan hakları savunucuları bir araya gelerek kayıplarını aramaya başladı, zamanla da kayıplara karşı adalet arayan bir insan hakları mücadelesine dönüştürdüler. 28 yıldır kayıplar mücadelesi devam ediyor. Cumartesi İnsanlarının 25 Ağustos 2018 tarihinde gerçekleşen olağan 700’üncü hafta oturması dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatı doğrultusunda Beyoğlu Kaymakamlığı tarafından yasaklandı. Anayasa Mahkemesi Cumartesi İnsanlarına yapılanları bir hak ihlali olarak görmesine rağmen, her hafta tartaklanarak, kelepçelenerek gözaltına alınıyorlar.
Cumartesi İnsanlarından kayıp yakını Maside Ocak ve yine Cumartesi insanlarından insan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu Artı Gerçek’e konuştular.
‘27 MAYIS 1995’DE GALATASARAY’DA OTURMAYA BAŞLADIK’
İlk sözü kayıp yakını olan Maside Ocak’a veriyoruz. Maside Ocak, 21 Mart 1995 yılında ağabeyi Hasan Ocak’ın gözaltına alındığını, 58 gün boyunca İnsan Hakları Derneği’nin, ağabeyinin arkadaşlarının ve Ocak ailesi olarak ağabeyinin bulunması için geniş çaplı bir kampanya yürüttüklerini söylüyor ve şöyle devam ediyor.
“Bu kampanyanın içerisinde Hasan’dan önce gözaltında kaybedilen insanlarımızın aileleri de vardı. 58. günde Hasan’ın cansız bedenine kimsesizler mezarlığında ulaştığımızda, gördüğümüz manzara emniyetin elinden geçerek işkenceyle öldürüldüğü yönündeydi. Kendi geleneklerimize göre cenazemizi yaptık. Cenazeden birkaç gün sonra İnsan Hakları Derneği’nde kayıp yakınları ve hak savunucuları bir araya geldi. Arjantin’deki Plaza de Mayo Annelerinden esinlenerek her Cumartesi saat 12.00’de Galatasaray lisesi önünde bir araya gelme kararı alındı ve ilk olarak 27 Mayıs 1995 yılında 4-5 kayıp yakını ve 15-20 kadar insan hakları savunucuyla Galatasaray’da oturmaya başladık”
‘KALDIĞIMIZ NEZARETHANELERDE KAN İZLERİYLE KARŞILAŞIYORDUK’
170’inci haftaya kadar ara ara müdahaleler olsa da Galatasaray Meydanında bir araya gelebildiklerini söyleyen Ocak, aileler arasında kemoterapi gören hastaların olduğunu, astım hastaları olduğunu, her gözaltına alındıklarında ciddi sağlık sorunları yaşadıklarını belirtiyor.
“170. Haftadan 200’üncü haftaya kadar 30 hafta boyunca İstiklal Caddesi, Taksim civarında görüldüğümüz her yerden gözaltına alındık. Her gözaltına alındığımızda, kaldığımız nezarethanelerde kan izleriyle karşılaşıyorduk bu manzara hepimizin travmalarını artıyordu. Dolayısıyla 200’üncü haftada tüm bu yaşadıklarımızı gözden geçirerek ara verdiğimizi duyurduk ama elbette kayıplarımızla ilgili çalışmaları durdurmadık. Bu süre zarfında yeni başvurular yaptık, dosyalar araştırdık. 13 Mart 1999’dan 31 Ocak 2009’a kadar ara verdiğimiz on yılda Galatasaray’a gitmedik ama mücadelemiz hep devam etti”
‘ERDOĞAN SÖZÜNÜ TUTMADI’
2008’de Ergenekon soruşturmasının başlatıldığını ve yargılananların içindeki bazı isimlerin gözaltında kayıpların sorumlusu olduğunu söyleyen Ocak, kayıp yakınları olarak davaya müdahil olarak başvurular yaptıklarını ama cevap dahi alamadıklarını belirtiyor. Ocak ailesi olarak yaptıkları başvuruya ise “her ne kadar dosyada gözaltında kaybedilmesiyle ilgili bilgi ve belge bulunuyor olsa bile mahkememiz gözaltında kaybetme suçuyla ilgili yargılama yapmamaktır” cevabını aldıklarını söyleyen Maside Ocak, yargılanan isimlerin insanlığa karşı bir suç olan gözaltında kaybetme suçuyla yargılanmadıklarını, sadece hükümete karşı darbe girişiminden yargılandıklarının altını çiziyor.
“Dolayısıyla bizim de bu aşamadan sonra, eylem ve başvurularımız Galatasaray odaklı olmaya başladı. 31 Ocak 2009’da yeniden Galatasaray’da bir araya gelmemiz ile birlikte dönemin başbakanı Erdoğan 5 Şubat 2011’de Dolmabahçe Sarayında kayıp kayınları ve insan hakları derneği temsilcileriyle bir görüşme yaptı. Bu görüşmenin ardından ‘Sizin sorununuz benim kabinemin sorunudur’ dedi. O dönemde Berfo Anne de bizimleydi, Erdoğan mecliste yaptığı konuşmasında Berfo Anne’ye verdiği sözü tutacağını söyledi. 2018 yılında Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Galatasaray kayıp yakınlarına ve hak savunucularına kapatıldı. Bugüne geldiğimizde ise Soylu’nun talimatıyla Beyoğlu kaymakamlığı tarafından yasak kararı alındı. Başvurularımız ve itirazlarımız oldu, sonuç alamayınca Anayasa mahkemesine götürdük. Anayasa mahkemesi Cumartesi Annelerinin yasaklanmasını bir hak ihlali olarak gördü ve “demokratik toplumlarda Cumartesi Anneleri gibi oluşumların hak arayışı saygıyla karşılanmalı” dedi.
‘GALATASARAY BİZİM HAFIZA MERKEZİMİZ’
Anayasa Mahkemesinin kararının bağlayıcı olduğunu söyleyen Ocak, iktidarın kendisini Anayasa Mahkemesinin üstünde gördüklerini belirtiyor ve sözlerini şöyle tamamlıyor:
“11 haftadır bizlere kelepçe takılıyor, 70-80 yaşında insanlara kelepçe takılıyor, şiddete maruz kalıyor. Galatasaray bir hafıza mekânı, orası ayrıca bizim mezar yerimiz, orası bizim umut yerimiz. Orası bizim evimiz, bizim buradan başka gidecek yerimiz yok. Biz Galatasaray Meydanında ısrar etmeye devam edeceğiz. Herkesin bulunduğu yerden bize ses vermesini desteklemesini istiyoruz.”
‘BU ÜLKENİN KAYIPLAR TARİHİ YENİ DEĞİL’
Cumartesi insanlarından, insan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu ise bu ülkede insanların kaybedilmesinin çok eski bir tarihi olduğunun altını çiziyor.
“Cumhuriyetten önce ve cumhuriyet tarihi boyunca bu ülkede insanlar gözaltında kaybedildiler. Ermeni aydınlarının kaybedilmesi, 1937-38’de Seyit Rıza ve arkadaşlarının infaz edildikten sonra kaybedilmesi, Sabahattin Ali gibi aydınların kaybedilmesi bu ülkede bilinen tarihi bir gerçeklik. 12 Eylül askeri darbesi yaşandığında bizim kuşağımız kaybedilme olgusunu en ağır şekilde yaşadı. Kendi kişisel tarihimde de gözaltında kaybedilmenin tanığı oldum. Gözaltındayken Nurettin Yedigöl’ün işkenceyle öldürdüklerini, serbest bırakıldıktan sonra da kaybedildiğini öğrendim. 12 Eylül’de Hayrettin Eren, Cemil Kırbayır, Hüseyin Toraman, Hüseyin Morsümbül, Kenan Bilgin gibi insanlarımız da kaybedildi.”
‘KÜRT COĞRAFYASINDA KAYBEDİLMENİN ADI BAŞKAYDI’
80’li yıllarda Kürtlerin yaşadıkları bölgede yaşanan kayıplardan haber alamadıklarını söyleyen Tanrıkulu, kaybedilenlerin yakınları açısından da durumun farklı olmadığını belirtiyor. 90’lı yıllarda ağır insan hakları ihlallerini vahşet boyutunda yaşadıklarının altını çizen Tanrıkulu, Kürt coğrafyasında kaybedilmenin adının başka olduğunu önemle belirtiyor. Tanrıkulu, “Yakınlarını kaybeden insanlar, kaybettikleri yakınlarının akıbetini araştırdıklarında onlarda kaybedilme riski taşıyordu” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Bu ülkede beyaz Toroslara bindirilip götürülen insanlarımız oldu. Açık yapıyorlardı, insanlar yakınlarının gözlerinin önünde sivil ve resmi polisler tarafından götürülüyordu. Tüm aramalara rağmen bu insanlardan bir daha haber alınamıyordu. Bu insanların birçoğu ağır işkenceler sonucunda yok edildiler, öldürüldüler. Şunu da eklemem gerekiyor, 1986’da İnsan Hakları Derneği kurulduğunda gözaltında kaybedilmeyle çok yakın ilgilense de o dönemde darbe koşullarından dolayı cezaevleri ve idam cezaları ile ilgili mücadele ön plana çıkıyordu ve kayıplar ile ilgili bilgi alabilmek güçleşiyordu. Dünyada da kayıplar vardı. Arjantin’de, Şili’de, Güney Afrika ülkelerinde hep aynı metotla gözaltında kaybediliyordu insanlar. Arjantin’de 70’li yıllarda 40 bine yakın insan bir anda kaybedildi, okyanuslara atıldı, futbol sahalarına gömüldüler. Bizde de durum farklı değildi. İnsanlara işkence yapıldı, kimileri yaralıyken diri diri toprağa gömüldüler, kazanlarda yakıldılar. ”
‘KAYIPLAR MÜCADELESİNİ BUGÜN ÜÇÜNCÜ KUŞAK SÜRDÜRÜYOR’
Tanrıkulu kayıplar mücadelesinin dünyanın başka ülkelerinde de yürütüldüğünü söylüyor, Cumartesi annelerinin dünya örneklerinden Plaza de Mayo Annelerinden ilham alarak etkilendiklerini söyleyen Tanrıkulu, 25 Mayıs 1995 yılında Galatasaray’da ilk oturduklarında, Türkiye’deki aydınlarla, yazarlarla, sanatçılarla, insan hakları savunucularıyla ve kayıp yakınlarıyla bir araya geldiklerini ve uzun bir tartışma sonucunda Galatasaray Meydanı’nda oturmaya başladıklarını belirtiyor.
“Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç ve Ayşenur Aslan’dan sonra kayıplar gün yüzüne çıkmaya başladı. İnsan hakları savunucularının kayıtlara geçirdiği yaklaşık 2 bin kayıp var ama biz bu kayıpların çok daha fazla olduğunu biliyoruz. Biz ilk Galatasaray Meydanı’nda oturmaya başladığımızda çok insan değildik zamanla çok farklı kesimlerden insanlar kayıplar mücadelesine dahil oldu. Bugün bu mücadeleyi üçüncü kuşak sürdürüyor. Kayıpların çocukları, yeğenleri, torunları sürdürüyor. Bu genç kuşak bu vahşet politikalarıyla yüzleşilmesini, hakikatin ortaya çıkmasını istiyor, bu genç nesillere böyle bir yükü vermekte başka bir travma. Biz ilk Galatasaray meydanında oturduğumuzda “kayıplarımızı sağ aldınız, sağ istiyoruz” diyorduk. Bugün geldiğimiz nokta da ise “kayıplarımızın kemiklerini istiyoruz” diyoruz” Kayıp yakınlarının en doğal hakkı olan yas tutma haklarını ellerinden alan kaybedenler ve sorumluları yargılansın istiyoruz.”
‘GALATASARAY MEYDANI BİZİM AÇIMIZDAN TARİHİ BİR ÖNEME SAHİP’
Galatasaray Meydanının bir hafıza mekânı olduğunun altını çizen Tanrıkulu, meydanın tarihi bir önemi olduğunu da söylüyor. Meydanın kayıp aileleri tarafından farklı bir buluşma alanı olduğunu da söyleyen Tanrıkulu, bu buluşmaların yeni bir dostluğa ve yeni bir politikleşmeye de yol açtığını ifade ediyor.
“Acılarını paylaştılar, hayatlarının her alanına değen dayanışmaları örgütlediler. Birbirlerine tutunarak itiraz etmeyi öğrendiler. Galatasaray aynı zamanda insan hakları ihlallerinde dünyanın ortak dillerinin konuşulduğu bir mekân da oldu. Ergenekon davası başladığında, “ölüm kuyularının olduğu bu ülkede toplumsal barış sağlanamaz. Fırat’ın öte yakasına kadar gidilmeli” diyerek tekrar oturmaya başladılar. Bu coğrafyada Dargeçit kayıpları vardır. Bu coğrafyanın çok önemli gözaltında kaybedilen insanların hikayesidir. 13 yaşından, 57 yaşına kadar bir aileden insanlar kaybedildi. Failleri belliydi, bu failler biliniyordu. Ancak her meselede olduğu gibi cezasızlıkla örtüldü. Daha sonraki yıllarda bu insanların kemiklerine ulaşıldı. Cumartesi İnsanları Galatasaray oturmalarında hep bu insanların akıbetini sordu. Bugün bu hak mücadelesinde elleri kelepçelenerek, tartaklanarak, yaşlarına bakılmadan darp ediliyorlar. Bu asla kabul edilemez. Bu mücadeleden asla vazgeçilmeyecek.”
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***