YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
Birçoklarının yaşamını geri dönülmez ve onulmaz biçimde değiştiren 15 Temmuz’un üzerinden tam yedi yıl geçti. Dile kolay. Bazıları son yedi yılın her gününü “belki yarın her şey düzelir!” umuduyla geçirdiler. Kimilerinin eşi, çocuğu, kardeşi, anne ya da babası, kimilerinin dostları mağdur oldu. Hapse girenler, gözaltında ya da tutuklu, kimi kısa, kimi uzun süreliğine… İşkenceler ve insan kaçırmalar, ortak yönleri hukuksuzluk hep! İşini kaybeden, kara listelere alınan, seyahat özgürlüğü kısıtlanan, dışlanan, hep aileleriyle birlikte, kolektif şekilde! İntihar edenler, psikolojik bunalım geçirenler, fiziksel hastalıklara yakalananlar, kanserden, kalp krizinden ölenler oldu. Kimilerinin adlarını duyduk, kimileri öyle sessizce göçüp gittiler, ardında bıraktıkları çocuklarının ve eşlerinin gözyaşlarıyla belki.
15 Temmuz insani bakımdan bir felakettir. Onu sadece politik bağlamda ele almak, sanırım doğru olmaz. Geniş çaplı etkileri oldu, olmaya devam ediyor. Bir bakıma kendisini yeniden üreten, süreklilik arz eden bir zulme olanak tanıyan bir manivela, 15 Temmuz.
15 Temmuz’un bir diğer özelliği de, resmi tarihe eklemlenmiş olması. Rejim değişikliğini başarmaları 15 Temmuz sayesindedir. Bu nedenle resmi tarihe onu eklemek zorundaydılar. Ürettikleri diskuru perçinleyen, onu gelecek kuşaklara aktaran, endoktrinasyonu yineleyerek, üretilen algıyı konsolide eden bir strateji izlendi.
Bir diğer önemli nokta da, muhalefetin 15 Temmuz diskurunu kabul etmesidir. Yenikapı’da olan buydu. Rejim, muhalefeti de söylemine razı etti. Belki muhalefet buna baştan beri zaten razıydı. Bilemiyorum. Zira başta “kontrollü darbe” falan da deseler, hem 15 Temmuz sonrası kitleselleşen zulmü büyük ölçüde görmezden geldiler, hem de içten içe Gülen Hareketi’nin günah keçisi ilan edilmesini ve sosyal soykırıma uğratılmasını sevinçle karşıladılar. Seküler toplum segmentlerinde “yesin dinciler birbirlerini” şeklinde algılandı süreç. Daha derin odakların tabanlarında ise 15 Temmuz Ergenekon, Balyoz, Sarıkız, Ayışığı, Askeri Casusluk gibi darbe davalarının intikamı olarak görüldü.
15 Temmuz’da meydana gelen en elim hadiselerden biri, şüphesiz TSK’nın darmadağın edilmesidir. Bu küresel ölçekte eşine benzerine rastlanmayacak bir olaydır. Bir ülke, fiilen kendi ordusunu yok etmiştir. Bu ölçekte bir tasfiye, dünya tarihinde olmadı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’sında ve İtalya’sında bile soykırım gibi suçlara bulaşmamış orta ve alt rütbeliler takibata alınmadı. Oysa 15 Temmuz’da TSK’daki general ve amiral toplam sayısının yüzde ellisinden fazlası hapse atıldı, tasfiye edildi. Orta ve alt rütbelilerde de bu rakam yüzde elliden fazladır. Bu korkunç bir şeydir. Sadece teknik ve politik anlamıyla değil, sosyal şizofreninin ve toplumsal kutuplaşmanın göstergesi olması bakımından da dehşetli bir olaydır. Osmanlı-Türkiye tarihinde Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması kadar önemli sonuçları olacaktır. En önemli sonucu, güçlü bir ordunun sıfırlanmasıdır. TSK, 15 Temmuz sonrasında maceracı, Batı düşmanı, Avrasyacı bir kliğe peşkeş çekildi. Dahası, tümüyle siyasallaştırılarak İslamcı-Avrasyacı suç ortaklığının arpalığı oldu.
15 Temmuz’un hemen akabinde Türk dış politikasında tarihinin belki de en büyük yönelim değişikliği meydana geldi. Batı İttifakı (NATO), Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi kurumsallaşmış ilişkiler ve yönelimler terk edildi, hukuken bu ilişkiler halen var olmaya devam da etseler, fiilen Türkiye bu kurumlardan büyük bir kopuş yaşadı. Bu kopuşun herhangi rasyonel gerekçesi yoktu. Tümüyle ideolojik, kısa günün karı beklentileriyle, birilerinin iktidarını sürekli kılabilmek, fayda ilişkilerini devam ettirebilmek için bu yapıldı. Batı ittifakı ve AB, Türkiye’yi ister istemez bazı değerlere bağlıyor, ülkeyi olumlu yönde dönüştürüyordu. Bu elbette insan hakları, azınlık hakları, şeffaflık, hesap verebilirlik, denetlenebilirlik, açık toplum, temel özgürlükler gibi alanlarda bazı standartları zorunlu kılıyordu. 15 Temmuz sonrasında bu ip koptu, Türkiye zıvanadan çıktı. Tüm tarihi boyunca kendi dinamikleriyle insan hakları ve demokrasiyi geliştirememiş bir ülke için, bu dış zorunluluğun ortadan kalkması, otoriter rejimden nemalananlar için çok önemli bir kazanımdı. 15 Temmuz’un “Allah’ın Lütfu” oluşunun bir nedeni de budur.
15 Temmuz 2016’da Türkiye’nin rejimi değişmiştir. Rejimin değişimi 17 Aralık 2013’te başlamıştı. 15 Temmuz’da bu dönüşüm tamamlandı ve geçmiş, bıçakla kesilip atıldı. Cumhuriyet tarihinde ne kadar olumlu reform varsa, bu süreçle beraber artık tarih oldu. Ciddi bir geriye gidiştir. Fakat bunun yanında, demokrasi ve hukuk devletinden öte, devlet oluşun temellerini, kiriş ve kolonlarını kesip çöküşe neden olan bir operasyondur. İttihatçıların Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkan hatalı politika tercihleri gibi, telafisi mümkün olmayan bir olaydır, 15 Temmuz.
Konuyu iki açıdan ele aldım: İnsan hakları ve siyaset.
Bir de sosyoloji var.
15 Temmuz, Türkiye sosyolojisini allak bullak eden bir olaydır. En önemli sonuçlarından biri, ahlaki çıtanın dibe vuruşudur. Özellikle aydın kabul edilen insanların tüm etik ölçütleri terk ederek açıktan salt kendi mahallelerine asker olmaya başladığı süreç, 15 Temmuz’la hız kazandı. Bugün sosyolojik olarak toplumdan bahsetmenin olanaksızlaştığı Türkiye’de, 15 Temmuz sonrasında sadece “paralel toplumlar” mevcut. Bunlar birbirleriyle aynı mekânı ve zamanı paylaşsalar da, “biz” duygusuna sahip değiller ve her biri devlet egemenliği üzerinden kendi istedikleri yönelimlerin gereğinin yapılmasını istiyor. Diğer bir ifadeyle, bir ortak gelecek tasavvuru kalmamış bir şekilde, başıboşlaşmış, militanlaşmış, başkalarından sadece nefret etmeyen, onlara yaşam şansı bile vermek istemeyen kutuplar var. Rejime sahip çıkıyorlar ve bu onların tek ortak noktası. Uzun erimde her biri sistemi kontrol ederek kendi istedikleri ülkeyi kurmayı bekliyor. Bu bir sosyolojik saatli bombadır.
Son olarak bireysel öykülerimiz var. İnsanız biz. Ve hepimize çok zarar verdi 15 Temmuz.
Zannediyorum önümüzdeki on yılları 15 Temmuz’u çözümlemekle geçireceğiz.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***