YORUM | UĞUR TEZCAN
Tarihin en büyük tiyatral yalanlarından biri olan 15 Temmuz çakma darbe tiyatrosunun bir yıldönümüne daha geldik. AK Parti hükümetinin temsilcileri, medyacıları ve Diyanet’in hutbe yazıcıları yine çıkıp her zaman kullandıkları “hainler”, “darbeciler” gibi üç-beş basmakalıp sloganik ve suçlayıcı ifadeyi yineleyip duracaklar. Kandırdıkları halk hakikatlere uyanmasın diye onların algı damarlarına, tıpkı uyuşturucu etkisi yapan ve onlara halüsinasyonlar gösterip adeta “FETÖ” histeri nöbetleri geçirmelerine yarayan hamasi propagandaları tekrar enjekte edecekler; ama kendileri köşelerinde para saymaya, ihale yolsuzlukları, kaçakçılıklar ve para aklamaları yapmaya ve güç devşirmeye devam edecekler.
Bu tarz hamasetler, 15 Temmuz hadisesinin psikolojisini temsil ediyor. Yani, yalan hastalığına tutulmuş, çıkarı uğruna ve içine battığı suçlardan ötürü yargılanmama adına önünde tehlike olarak gördüğü herkesi acımadan yok edebilecek; çıkarı adına her güçle ilişkiye girebilecek, zayıfı ezerken acımasız ama güç karşısında son derece ürkek ve pazarlıkçı, empati ve vicdandan uzak, katil ve psikopat ruhlu, Hubris sendromlu bir ekip var ortada. İşte bu ekip, topluma sürekli olarak yapay travmalar ve histeri nöbetleri yaşatmak için elinden geleni yapıyor. Kendine güveni olmayan, güce taparak kimlik kazanmaya çalışan ve bu amaçla da düşene vuran, bile bile yalanları sahiplenen ve sahiplendikçe de buna iyice inanan ve belli kelimeleri duyunca adeta panik ataklar veya fetişik nefret ve kin hazları yaşayan insanların olduğu çıldırmış bir toplum oldu Türkiye! AKP’li eski Erdoğan danışmanı Aydın Ünal’ın geçen gün kullandığı şu ifadeler bu yazdıklarımın özeti ve soykırımın en bariz göstergesi mahiyetinde: “15 Temmuz’un 7. Yıldönümünde öfkemizi, kinimizi yeniden diriltmemiz gerekiyor.” Yine başka bir AKP’li “profesör” Muttalip Kutluk Özgüven’in OHAL/KHK mağdurları için kullandığı şu insanlık dışı açıklamalar da 15 Temmuz tiyatrosu ardından hızla başlatılan soykırım sürecine dair önemli refleksler içeriyor:
“İnsanları kamplara götürmemiz, burada psikolojik olarak çalışmalar yapmamız lazım.”
“Bu zihin kontrol mekanizmasını bozmamız lazım.”
“Vücutları kendilerine ait değil, devlete ait ve devlete hizmet etmek zorundalar.”
15 Temmuz yalanının ikinci yani fizyolojik yönü (fiziksel özellikleri) ise anlaşılması en kolay olanı. Zira Hizmet mensuplarına ve AKP-Ergenekon çetelerinin İngiltere derin devleti adına kuracakları yeni rejime engel olacaklarını düşündükleri herkese karşı bir bitirme eylemi (tiyatral darbe) gerçekleştirmeye çalışırken son derece beceriksizce hatalar yaptılar ve birçok şeyi ellerine yüzlerine bulaştırdılar. Erdoğan dahil hiçbirinin bir söylediği diğerini tutmuyor. Bu kadar da zekâ yoksunu bir ekiple çalışıyorlar. Senaryoya inanmadan, nasılsa güç ve medya kullanarak herkesi inandırırız anlayışıyla sahneye çıkıp oynadıkları çok sırıtıyor. Yani yalanları, kör, sakat ve sağır bir fiziksel özelliğe sahip. Devletin ve medyanın tüm imkanlarını kullanarak sadece siyasi sloganlar eşliğinde, söylemler üzerinden meseleyi götürmek ve örtmek zorunda olmalarının en büyük nedeni tiyatroyu batırmış olmaları ve rezil oyunculukları. Eylemlerde yeterli sayıda insanı ve Hizmet Hareketini tuzağın içine çekemedikleri için uygulamak zorunda kaldıkları C planını adeta rezil ettiler. Kendilerini piyasaya süren o dış ülkenin derin mensuplarına saç baş yoldurduklarına eminim. Yeterli sivil kan da akıtamadıkları için listelerden şehit uydurarak sayıyı 251’e çıkartmak zorunda bile kaldılar. Millet hala darbeciler 251 kişiyi sahada vurdu diye inanıyor.
15 Temmuz çakma darbesinin üçüncü yönü olan anatomisi de zaten yedi yıldır hep yazdığımız ve her yeni çıkan delilin de gösterdiği gibi iddia ettikleri her “delilin” ve söylemin yalan olması ve gerçek olmaması gerçeği. Aksine ve daha da önemlisi; çıkan her yeni delilin, adli ve hukuki gelişmelerin (yani olayın hücrelerinin, doku ve organlarının, kaslarının ve sinir sisteminin vs.) darbenin ardında gerçekte Erdoğan, Hulusi Akar, Hakan Fidan, Perinçekçi ekip ve bazı dış istihbaratların olduğunu gösteriyor; yani olayın gerçek anatomisinin otopsi raporlarını gözler önüne seriyor.
Olayın üzerinden yedi sene geçmiş olmasına ve on binlerce insan hukuksuz yöntemlerle hapislere ve sorgulara maruz bırakılmasına rağmen, üstelik ülkedeki bütün adli, istihbari ve hukuki kurumlar, tüm medya organlarıyla birlikte Erdoğan ve Ergenekon çetelerinin ellerinde bulunmasına rağmen darbe yapmakla suçladıkları Hizmet aleyhine tek bir hukuki delil ortaya koyamadılar hala. Kullandıkları ‘’bylock’’ listelerini hiçbir ülke delil olarak kabul etmiyor. İddianamelerin içleri boş; sadece hamaset dolu. Darbe günü Akıncılar’a geldiler dedikleri Adem Öksüz gibi birkaç isim dışında kamuoyunun önüne sundukları, mahkemelerce kullanılabilecek hiçbir şey yok ellerinde. Zaten Öksüz’ün Hulusi Akar ile birlikte olduğu da ortaya çıkarıldı. O resimlere yansıyan birkaç isim de ya bizzat Mit ajanı oldukları veya Mit marifeti ile pusuya düşürüldükleri için de o konunun üzerine gidemeyen de Adem Öksüzün serbest bırakılıp yurt dışına çıkmasını sağlayanlar da yine kendileri. Üstelik o isimlerin Akıncılar’a Ankara’dan iki AKP’li ile geldikleri de gerçek. Marmaris’e, güya Erdoğan’a suikasta giden ekibin içinde de iki MİT’çi vardı. Anlaşılan her yerde sivil ajanlar cirit atmışlar senaryo uygulanabilsin diye. Gazeteci Müyesser Yıldız’ın yazdığı yazıda Eski Tuğgeneral Gökhan Şahin Sönmezateş’in geçenlerde mahkemede yaptığı savunmayı okudunuz. İhtilali ‘FETÖ’ değil bizzat biz (Kemalist Yurtta Sulh Konseyi) yaptık diyor ve peşinden de her şeyi emir komuta zinciri içinde yaptıklarını, Akar’ın ve diğer komutanların da, MİT ile beraber işin içinde olduğunu söylüyor ve aldatıldıklarını, planların hep beklemedikleri şekilde cereyan ettiğini ifade ediyordu. Üstelik bu tarz açıklamalar yapan tek rütbeli de kendisi değil. Araştırmacı-Yazar Selçuk Adıgüzel, bir başka Özel Harekatçı olan Şükrü Seymen’in de aynı itirafta bulunduğunu söyledi ve 15 Temmuz; MİT, Akar ve yabancı istihbaratlar işbirliği ile yapılmış bir projedir dedi. İtirafta bulunan bir başka isim de Tuğgeneral Erhan Caha idi. O da “Bu menfur darbe girişimi, Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve Mit Müsteşarının bilgisi ve kontrolü dahilinde olmuştur” dedi. Bunlara ilaveten gazeteci ve TR724 yazarı Adem Yavuz Arslan yeni bir video haber yayınlayıp Erdoğan’a saldırı yapıldı senaryosu üzerinden oynanan oyunun her adımının bir yalan ve aldatmacadan ibaret olduğunu delilleri ile uçuş kayıtları eşliğinde ispatladı.
Tarihteki Roma diktatörü Nero, Roma’yı yaktı ve (aristokrat ve tarihçi Tacitus’a göre) yangını izlerken de keman çalıyordu. Ardından hiç vakit kaybetmeden üçte ikisi harabeye dönmüş olan şehri kendi zevkine göre yeniden inşa etti. Oraya lüks villalar, köşkler, parklar ve yapay göller yaptırdı. Senatoyu eledi, gücünü zirveye çıkardı ve her şey kontrolüne geçti. Kendisine bağlı çeteler, yangın devam ederken halkın yangına müdahale etmesinin önüne geçmişlerdi. Bizzat kendisi hiç gecikmeden (sorgu sual olmadan) Roma’da yeni yayılan bir dini grup olan Hristiyan cemaatini olaylardan sorumlu ilan etti ve onları işkencelere tabi tuttu, çarmıha gerdi. Stadyumlardaki ‘görkemli’ ve ‘coşkulu’ oyunlarda gladyatörlere öldürttü ve aslanlara parçalattı. Binlerce insanın çılgınca ve adeta histeri nöbetlerine tutulmuşçasına yaptıkları tezahüratlar ve küfürler eşliğinde… Bununla da yetinmeyip verdiği partilerde ortamı aydınlatsın diye o insanların cesetlerini lamba gibi yakıp ortalığı aydınlatmada kullandı! Ellerinde kadehleri ile içki içerken o cesetlere bakıp belki de AKP’liler gibi “kinimizi canlı tutmamız lazım” da demişlerdir!
Sonra tarihler Hitler’i gösterdi. O da tarihi Reichstag (meclis) yangını bahanesi ile ülkedeki tüm rakiplerini egale etti, gücü ele geçirdi, demokrasiyi rafa kaldırdı ve seçimleri kazandı. O da yangın anında güya Hollandalı bir komünist yakalandı bahanesi ile (dönemin Adem Öksüzleri) yangından tüm komünistleri sonra da Yahudileri sorumlu tuttu ve önce siyasi rakiplerini sonra da gücüne engel olarak gördüğü herkesi büyük bir soykırıma tabi tuttu. O da insanları ocaklarda yaktırdı. Acaba içeriden bağırma sesleri gelirken Alman Nazi askerleri ve kadınları da ‘’kinimizi diri tutmamız lazım’’ demişler midir?
Şimdi de 15 Temmuz tiyatrosu! Yukarıdaki iki tarihi senaryo ile 15 Temmuz senaryosu aynı şablondan çıkmış gibi durmuyorlar mı sizce de?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***