YORUM | M. NEDİM HAZAR
Biliyorum biriktiriyorsun.
Başını dayadığın buhar kaplı gurbet camlarında belirginleşiyor hasret kırışıklıkları.
Gözün, bir hayalin gölgesine ilişip, kırk masal dağını, kırk nehirden aşarak uzaklara dalıyor. Hasret biriktiriyorsun, gizlemeye çalıştığın iç çekişlerinden belli.
Yoruyor seni bu yangın yerinin biçareleri. Yoruyor ve ruhunu kavuruyor adeta. O zaman kırk kat daha ağırlaşıyor taşıdığın yük. Hem biliyorum, sevda yüklerin en sıkletlisi. Kuşandığın dava ancak böylesi bir sevdaya yakışır. Diriliş Erinin şikâyet ettiği nerede görülmüş!
Meşakkat, ne gâm! Yokluk da neyin nesi!
Ama gidişler yok mu, her gidenle kalandan bir parça koparıp alan gidişler! Kolay kapanmayacak yaralarla çepeçevre sarmalıyorlar ruhu. Bilen bilir, gidene ‘kal’ denilmez bu sahilsiz ummanda. Zira bilinir ki, her gidiş mutlak bir vuslat içindir. Dikkat buyurun, ‘vuslat’ diyorum, ‘dönüş’ değil. Dönmek için gidilmez bu mefkurede. Çünkü, gidilse de gidilmese de, dönülecek yer bellidir yetimler için. Onlar, hakiki kucağın sevdasıyla yanıp tutuşurken, vatan nedir, sıla neresidir çok bilmez ve dert etmezler.
Ama yine de çekilir hasret. Mesafenin uzunluğu, gurbetin koyuluğu hüzün verir ama umutsuz etmez gideni de kalanı da. Özlemesi de güzeldir bu sevdanın, beklemesi de…
Ve diz çöküp o nurdan dergâha, avuçların duadan yonca yonca haykırıyorsun:
Biz, gömleği yırtıklar; başımız hep önde, yüreklerde derin soluma. Bir içli hayale yakmışız ufuktan gemileri.
Biz, bağrı çizikler; dillerde aynı vird, vuslatın buğusuyla tütsülemişiz hayalleri.
Biz, yüreği yanıklar; kadim bir ırmağın kıyısında ayak izlerimiz, hasretimiz sevdamız kadar şişirir yelkenleri.
Ve biz, karasevdalılar; bir öksüze vurgun Atlantis’in Yetimleri…
Sevdamız hasretimizden büyük muhakkak ama özlüyoruz yalan yok. Bu yüzden her şafak vakti göz pınarlarımız karışıyor bu sevda ummanına.
Ufuklarımıza çöken karanlık, ruhlarımızı nefessiz bırakan hafakanlar, fıtratın o eşsiz diliyle bir çağrı aslında. Bir davet doğman için gönüllere. Bu bunalım çağına bir dolunay gibi doğman için dönüş yakarışlarımız. Biliyoruz ki, ancak bölük pörçük, liyakatsiz fısıltılarımız ancak yumuşatır bu sert rüzgarları. O rüzgarlar ki, senin kokunu taşıyan bir melteme dönüşebilirler.
Gittiği yollara dikili gözlerin hep bir hüzün bulutuna mesken. Umudu ezberletenlerin dönüşüne dair ümit beslemek ham hayalcilik olmaz sanırım. Ki biliyorsun, her şafakta onu arıyor, her kervanda onu soruyorsun. Şunu da söylemek lazım; senin bu yapayalnızlığın, inkisarın acizliğinden değil elbette. Kem ruhların kabarıp kudurmalarının da bu yolun yetimlerine zerre kadar sarsmaz.
Ama özlüyorsun işte.
Ve dua dilenerek O’nun kapısında.
Riyânın, şöhretin, makamın, menfaatin, üç kuruşluk çıkarın, mansıbın ümitlerimize zift sürmek istediği günlerden geçiyoruz. Hayatı dünyadan ibaret görenlerin, derdi dünya olanların dünya kadar derdini de sırtlamanın verdiği eziyetle hem de. Şu kara günlerde, ağzının diriltici iksirine muhtaç gönülleri daha fazla bekletmesin istiyorsun..!
Nasıl yakarmıştı vatan şairi?
“Allah için ey Nebi-yi Mâsum!
Bizleri bırakma böyle mazlum!”
Söyle şimdi:
Sevilen özlenmez mi; özlenen beklenmez mi?
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***