YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
Osmanlı Devleti’nde saray geleneği Orhan Bey devrinde başlamış, önce Bursa sonra da Edirne’de saray inşa edilmiştir.
İlk saraylar sadeliği ile dikkat çekerken yükselme devri sarayları devletin karmaşık yapısına paralel bir şekilde daha kapsamlı olarak inşa edilmiştir.
İLK SARAYLAR
Kökü Farsça “konut, konak ve özellikle hükümdar konağı” anlamına gelen “seray” kelimesine dayanan “saray”, Türkçede ilk defa Divan-ü Lügati’t Türk’te tespit edilmiştir. Saray kelimesi TDK ve Kubbealtı Sözlüklerinde de “hükümdar veya devlet başkanlarının oturduğu büyük ve gösterişli bina” şeklinde tarif edilmektedir.
İslam devletlerinde saray denildiğinde hem hükümdar ve ailesinin yaşadığı hem de devlet işlerinin görüldüğü ana merkez akla gelmektedir. Bu durum İslam devletlerinde sarayların bir taraftan hükümdar konağı olmasını diğer yandan da çeşitli binaların aynı mekânda toplanmasını sağlamıştır.
İslam tarihinde ilk saray, Hz. Osman’ın hilafeti esnasında Vali Muaviye b. Ebu Süfyan tarafından Dımaşk’ta “Kubbetü’l-hadra” adıyla inşa edilmiştir. Muaviye’nin oğlu Yezid’i veliaht tayin etmesiyle babadan oğula geçen bir saltanatın hâkim olduğu Emeviler’de valiler de saraylar inşa ettirmişlerdir.
Emevilerin devlet yönetiminde olduğu gibi saray mimarisinde de Sasani ve Bizans’ı örnek aldığı görülmektedir. Ancak Kubbetü’l-hadra adlı ve Emeviye Camii’yle bağlantılı olduğu düşünülen saray, günümüze ulaşmamıştır. Ayrıca Emevi halifeleri yirmi kadar “çöl sarayı” inşa ettirmişlerdir.
Abbasiler de saray geleneğini devam ettirdiler. Halife Mansur Bağdat şehrini kurarken şehrin merkezine bir cuma camii ve yanına da Emevi geleneğine uygun olarak Kubbetü’l-hadra denilen bir saray inşa ettirmişti.
Her yönden şaşaalı bir dönem olan Abbasiler devrinde büyük ve görkemli başka saraylar da yaptırılmıştı. Bu saraylarda halifenin ikameti ve devlet işleri için ayrılan binalar ve büyük bahçeler yer almaktaydı.
Abbasiler döneminde devlet teşkilatının genişlemesine paralel bir şekilde saray teşkilatı da daha kapsamlı hale gelmiştir. Abbasi sarayları hem şekil hem de teşkilat yönüyle sonraki İslam devletlerinin saraylarına örnek oluşturmuştur.
İslam tarihinin diğer önemli sarayları ise Endülüs Emevileri devrinde inşa edilmiştir. Bu devrin ilk önemli sarayı III. Abdurrahman’ın Kurtuba yakınlarında yaptırdığı Medinetüzzehra’dır. Endülüs’te daha çok meşhur olan saray ise İslam sanatının gurur kaynağı olan Elhamra’dır.
Günümüze kadar gelebilen İslam sarayları içinde en iyi durumdakilerden biri olan Elhamra, muhteşem mimarisiyle bir taraftan devletin gücünü temsil ederken diğer yandan İslam devletlerinin günümüze kadar gelemeyen diğer sarayları hakkında da fikir vermektedir.
Sarayın inşası 1238 yılında Gırnata civarında Nasriler Devleti’nin kurulmasıyla başlamış ve buranın bir saltanat şehrinin merkezi olması planlanmıştı. Sonraki dönemlerde saray, yeni ilavelerle sürekli genişlemiştir.
OSMANLI’NIN İLK SARAYLARI
İlk Müslüman Türk devletlerinde de hükümdarın konutu ve devlet işlerinin görüldüğü anlamda saray geleneği devam etti. Osmanlı Devleti’ne temel teşkil eden Anadolu Selçuklularının inşa ettirdiği saraylar ise günümüze kadar ulaşmamıştır.
Osmanlıların ilk sarayı Orhan Bey devrinde yapılan Bursa Sarayı’dır. Günümüze ulaşmayan Bursa Sarayı’nın asıl görkemli günlerini I. Murat ve Yıldırım Bayezid devirlerinde yaşadığını tahmin etmek zor değildir.
Bu şaşaalı günler, Timur’un Ankara Savaşı’nı kazanması ve Yıldırım Bayezid’i esir almasıyla sona erdi. Bayezid’in oğlu Şehzade Süleyman devlet hazinesinin bir bölümünü kaçırmayı başarsa da Bursa Sarayı’ndan götürülemeyen hazine, değerli eşyalar hatta hanende ve sazendeler, Timur’un eline geçti. Ancak Osmanlı kaynakları, muhtemelen onur kırıcı bulduklarından bu yağma hadisesinden bahsetmemektedirler.
Bursa Sarayı bundan sonra Çelebi Mehmet ve II. Murat’ın cülus merasimleri orada yapılsa da önemini kaybedecektir. Buna rağmen İstanbul’un başkent olmasından sonra da bazen seferler esnasında padişahların bu sarayda kaldıkları, bu nedenle sarayın zaman zaman tamir edildiği anlaşılmaktadır.
Bursa Sarayı’nın 1801’de bir yangınla yok olduğu, yerine inşa edilen bazı mekanların da 1855 depremiyle ortadan kalktığı ifade edilmektedir. Bu sarayın en bariz özelliği sonraki Osmanlı saraylarının ilk numunesi olmasıdır.
Osmanlıların ikinci sarayı ise Edirne’de, burayı fetheden I. Murat tarafından Selimiye Camii civarında inşa ettirilmiştir. Literatürde “Eski Saray (Saray-ı Atik)” denilen saray, uzun bir süre Bursa’daki sarayla birlikte kullanılmıştı. Ardından II. Murat Tunca nehri kenarında yeni bir saray inşasına başlamış ve “Saray-ı Cedid” denilen bu saray oğlu II. Mehmet tarafından tamamlanmıştır.
Daha çok “Edirne Sarayı” adıyla bilinen bu sarayın günümüze çok az kalıntısı ulaşmıştır. Ancak gravür, fotoğraf ve çeşitli kaynaklardan üç milyon metrekareye yayılan sarayda yüz on dokuz oda, yirmi bir divanhane, yirmi iki hamam, on dört kasır bulunduğu tespit edilmiştir.
Edirne Sarayı başkentin İstanbul’a taşınmasına hatta yeni başkentte “Eski Saray” adını alacak bir sarayın inşasına rağmen kullanılmaya devam etmiştir. Sonraki dönemlerde de vazgeçilemeyen yapılardan birisi olan bu saray, birçok defa tamir edildiği gibi en parlak devrini ise IV. Mehmet devrinde yaşadı.
Sarayın sonunu getiren ise önce 1829’da sonra da 1877-1878 Savaşlarında Rusların Edirne’yi işgali oldu. 1877-1878 Savaşı’nda bir bölümü silah ve cephanelik olarak kullanılırken Rusların yaklaşması üzerine cephaneliğin ateşe verilmesiyle saray da yok oldu.
Edirne Sarayı inşasından sonra Kanuni, onun oğlu II. Selim ve IV. Mehmet zamanlarında büyük tamiratlar geçirmiştir. Fatih’ten itibaren Topkapı Sarayı’nın kullanılmasına rağmen bazı padişahlar burayı tercih ettiler. Bu padişahlardan birisi olan II. Mustafa, sekiz yıllık hükümdarlığının büyük bir bölümünde burada kalmış, Topkapı’yı nadiren kullanmıştı.
Edirne Sarayı I. Abdülhamit devrinde yeniden elden geçirildi. Abdülhamit’in hükümdarlığı III. Mustafa’nın ölümü sonrasında Kırım’ın bağımsız olduğu Küçük Kaynarca Antlaşması’nın gölgesinde başlamıştı. Yeni padişah önce ekonomik problemlerle uğraşmış sonrasında da Edirne Sarayı’nın tamiratına girişmişti.
Padişah sarayın Enderun ve Birun kısımlarının tamiri gerekçesini, “… saray-ı hümayunun Enderun ve Birun iktiza eden tamiratı dostlarımıza inşirah-ı kalpleri ve düşmanlarımıza ba’is-i helecan vermek şan-ı Devlet-i Aliyye olmağla iktizasınca tamiri hususu hoş olmak gerektir” diyerek açıklamıştı.
Herhalde Abdülhamit sarayı tamir ettirerek kısa süre sonra başlayacak Rus savaşları öncesinde devleti güçlü göstermek istemişti. Ancak bir süre sonraki savaşlarda Avusturya ve Rusya’ya karşı yine başarılı olamamış ve yapılan antlaşmalarla Kırım’ın Ruslara ait olduğunu onaylamıştı.
BAŞKENT İSTANBUL
İstanbul’un fethi sonrasında yeni başkentte inşa edilen ilk saray, Topkapı Sarayı’nın inşası sonrasında “Eski Saray (Saray-ı Atike-i Amire)” olarak anılan saraydır. 1455’te inşa edilen bu saray, şehir merkezinde bugünkü Süleymaniye ve Beyazıt camilerini de içine alacak şekilde İstanbul Üniversitesi’nin merkez binalarının olduğu yerde inşa edilmişti.
Fatih Sultan Mehmet bu sarayı İslam saray geleneği çerçevesinde hem ikamet yeri hem de devlet işlerinin yürütüldüğü binaların yer aldığı bir mekân olarak tasarlamıştı. Etrafının surlarla çevrili olduğu anlaşılan bu saray, mimari olarak sade bir şekilde yapılmıştı.
Eski Saray, Topkapı Sarayı’nın inşası sonrasında yine hanedan tarafından kullanılmış, tahttan indirilen padişahlar burada ikamet etmiştir. Ayrıca eski padişah ya da ölen padişahın maiyeti, kadınları, kızları ve cariyeleriyle valide sultanlar ölene kadar burada yaşarlardı. Kanuni’den sonra, padişah kızlarının düğünleri ve şehzadelerin sünnet merasimleri de burada yapılmıştır.
Sarayın arazisi üzerine sonradan Beyazıt ve Süleymaniye camileri inşa edildi. 1540’ta çıkan bir yangınla tamamen yanan saray sonra yeniden inşa edilmiştir. Ancak sarayın sonraki dönemlerde de yangınlar geçirdiği anlaşılmaktadır.
Eski Saray, 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasından sonra Seraskerlik makamına tahsis edildi. 1866’da da saraya ait binalar yıktırılarak Fransız mimar Bourgeois’ya Harbiye Nezareti için planlanan, bugün de İstanbul Üniversitesi rektörlüğü tarafından kullanılan bina inşa ettirildi.
Kuşkusuz bugün Osmanlı sarayları denildiğinde ilk akla gelen saray, Topkapı Sarayı’dır. İstanbul’un fethinden on iki yıl sonra 1465’te inşasına başlanan ve “Saray-ı Cedit” olarak isimlendirilen Topkapı Sarayı’nın 1478’de ana yapısının tamamlandığı kabul edilmektedir.
Topkapı Sarayı, XVII. Yüzyılda önemi azalmış olsa da XIX. Yüzyıl ortalarına kadar Osmanlı tarihiyle özdeşleşmiş bir fonksiyon icra ederek acı tatlı birçok olaya ev sahipliği yapmıştır.
Kaynaklar: M. Hizmetli, “Abbasîlerde Saraylar ve Saray Hayatı”, İslam Tarihi ve Medeniyeti, İstanbul, Siyer Yayınları, 2017, C. 6; M. Armağan, “Orhan Gazi’nin Kayıp Hediyesi: Bursa Sarayı”, Orhan Gazi ve Dönemi, İstanbul, 2019; N. Ç. Akçıl, “Saray-ı Cedid”, Z. Tarım Ertuğ, “Saray”, B. Bilgicioğlu, “Saray-ı Atike-i Amire”, DİA, C. 36; N. Seçkin, “Osmanlı Mimarisinde 15. Yüzyıla İlişkin İki Saray Yerleşimi: Edirne Sarayı ve Topkapı Sarayı”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi, Ankara, 1995.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***