YORUM | M. NEDİM HAZAR
Hz. İsa ve Lazarus hikayesi, İncil’in Yeni Ahit bölümünde bulunan ve İsa’nın mucizelerinden birini anlatan önemli bir bölümdür. Bu hikaye, Lazarus adlı bir adamın ölümünden sonra İsa’nın onu diriltmesini anlatır:
Lazarus, Bethany’de yaşayan ve Hz. İsa’nın sevdiği bir adamdı. Bir gün Lazarus hasta oldu ve kardeşleri, Marta ve Meryem, İsa’ya (AS) haber göndererek yardım istediler. Ancak İsa, mesajı almasına rağmen hemen oraya gitmedi. Üç gün boyunca bekledi ve sadece üçüncü gün Lazarus’un mezarının yakınına ulaştı.
İsa mezarın önüne geldiğinde, Lazarus’un kardeşi Marta ona yaklaştı ve “Ya Rab, burada olsaydın kardeşim ölmezdi” dedi. İsa ise Marta’ya, “Ben dirilişim ve hayatımdır; bana iman eden ölse bile yaşayacak” şeklinde cevap verdi.
İsa ardından mezara gitti ve içeride Lazarus’un cesedini gördü. İsa, “Lazarus, ayağa kalk!” diye haykırdı. Bir mucize gerçekleşti ve mucizevi bir şekilde Lazarus, sargılarını çözerek mezardan çıktı ve yaşama geri döndü.
Hıristiyan inancına göre bu olay, Hz. İsa’nın mucizelerinden biri olarak kabul edilir ve İncil’de anlatılan mucizeler arasında en etkileyicilerinden biridir. Lazarus’un diriltilmesi, Hz. İsa’nın gücünü ve ölümün yenilgisini temsil eder. Ayrıca bu olay, İsa’nın insanlara umut verme ve dirilişin gerçekliğini gösterme amacını vurgular filan…
Hz. İsa ve Lazarus hikayesi, İncil’in dini ve manevi öğretileriyle birlikte birçok derin anlam ve sembolizm taşır. Bu hikâye, İsa’nın kudretini, ölümün son olmadığını ve inançla bağlılığın dirilişe yol açabileceğini öğreten önemli bir mesaj iletmektedir.
Ancak bizim bugünkü meselemiz başka…
Çok güzel bir insandı Oliver Sacks…
30 Ağustos 2015’te vefat ettiğinde 82 yaşındaydı. Amerika’nın en popüler nörologlarından biriydi. Ancak sadece bir bilim insanı değildi İngiliz nörolog. Çok iyi bir yazar, sporcu ve sanatçıydı aynı zamanda.
Sacks, özellikle nadir nörolojik durumları ve beyin işleyişini anlatan popüler bilim kitaplarıyla tanınırdı. Onun eserleri, karmaşık nörolojik durumları anlaşılır bir şekilde açıklarken, insan deneyimini, bireyselliği ve insan doğasını anlamak için kişisel hikayeleri kullanıyordu.
En ünlü eserlerinden biri olan “The Man Who Mistook His Wife for a Hat” (Türkçe: Karısını Şapka Sanan Adam) adlı kitabı, nörolojik bozukluklara sahip insanların yaşamlarına duygusal bir bakış sunan efsane bir kitaptır. Kitap, bir dizi klinik hikaye ve Sacks’ın hastalarıyla yaptığı gözlemleri içeriyordu.
Oliver Sacks, ayrıca “Awakenings” (Uyanışlar) adlı kitabıyla da tanınır. Bu kitap, 1920’lerde uyandırıcı ilaçlar kullanılarak parkinson hastalarının geçici olarak nasıl canlandığına dair gerçek bir hikayeyi anlatır. Aynı adı taşıyan kitap, 1990 yılında Robin Williams ve Robert De Niro’nun başrollerini paylaştığı bir film olarak da uyarlandı.
Filme tekrar döneceğiz…
Sacks, hayatı boyunca nöroloji alanında önemli katkılarda bulunmuş ve yazdığı kitaplarla geniş bir okuyucu kitlesiyle iletişim kurmayı başarmıştı. Hala insanların beyin işleyişini anlama ve nörolojik bozuklukları anlamlandırma konusunda en önemli figür olarak kabul edilir. Oliver Sacks, kendine özgü bir tarzda yazma yeteneği ve insanları anlama çabasıyla bilim dünyasında büyük bir etki bırakmıştı.
Gelelim o muhteşem filme…
“Awakenings” (Uyanışlar), Oliver Sacks’ın aynı adlı kitabından uyarlandığında yıl 1990 idi.
Film, Robin Williams’ın Dr. Malcolm Sayer rolünü ve Robert De Niro’nun Leonard Lowe rolünü canlandırdığı unutulmaz performanslarıyla dikkat çekmişti. Penny Marshall tarafından yönetilen bu duygusal drama, elbette ki gerçek bir hikayeden esinlenmişti.
Özeti ise şöyle.
Film, 1969 yılında Bronx’da geçer. Dr. Malcolm Sayer (Robin Williams), nörolog olarak Bronx Hastanesi’nde çalışmaktadır. Sayer, hastanenin nöroloji bölümünde uyanmayan ve kronik haldeki hastaları tedavi etmeye karar verir. Bu hastalar, 1920’lerde uyanışı sağlayan ancak sonrasında tekrar hareketsiz hale gelen Encephalitis Lethargica adlı nadir bir hastalığa sahiptir.
Sayer, Leonard Lowe (Robert De Niro) adlı bir hastasının tepki verdiğini fark eder ve Leonard’ı L-Dopa adlı yeni bir ilaçla tedavi etmeye başlar. İlk başta başarılı sonuçlar alır ve Leonard, yıllarca süren hareketsizlikten kurtulur. Leonard, Dr. Sayer’ın yönlendirmesiyle dünyayı keşfetmeye başlar ve hayatın güzelliklerini yeniden deneyimlemeye başlar. Ancak, zamanla ilacın etkisi azalmaya başlar ve hastalar tekrar eski durumlarına döner.
“Awakenings”, ilaçla uyanan hastaların yaşadığı umut dolu anları ve ardından gelen hayal kırıklıklarını anlatırken, insan doğasının dayanıklılığını ve sınırlarını keşfetme temasını işler. Film, nörolojik hastalıkların etkilerini ve bu hastalıklara sahip insanların yaşadığı zorlukları yansıtan dokunaklı bir hikaye sunar.
Önce kısa bir sanatsal değerlendirme:
“Awakenings”, duygusal performansları, etkileyici senaryosuyla yönetmen Penny Marshall’ın en başarılı eseri sayılıyor. Film, insanlık, empati ve umut gibi evrensel temaları ele alırken, izleyicilere insanların içindeki potansiyeli keşfetme ve hayata anlam katma fırsatı sunuyor. “Awakenings”, gerçek bir hikayeden uyarlanması ve başarılı oyunculuklarıyla izleyicilerde kalıcı ve derin bir etki bırakmıştı. Sacks ve muhteşem oyuncuların birleşmesiyle ortaya çıkan bu şaheseri mutlaka izlemenizi tavsiye ediyorum.
Çok nadir de olsa, öyle oluyor bazen…
İnsan öldü zannediliyor ama bir şekilde yaşadığı anlaşılıyor.
İlk hikaye kitabımda (Leprom) Kapı Salih ismiyle ben de acizane böyle bir öykü kaleme almıştım.
Öldü sanılıp ölmeyen insanlar genellikle “Lazarus sendromu” olarak adlandırılan nadir bir durumu deneyimleyen kişilerdir. Lazarus sendromu, beklenmedik bir şekilde yeniden canlanma veya kalp atışının geri dönmesiyle karakterize edilen bir durumdur. Bu durum, resüsitasyon çabaları sonrasında gözlenir ve genellikle kalp durması veya solunum durması gibi ciddi olaylardan sonra ortaya çıkar.
Lazarus sendromu nadir görülen bir durum olsa da, tıbbi literatürde birkaç vaka raporu bulunmaktadır. Bu vakalarda, tıbbi ekip tarafından ölü olarak kabul edilen kişiler, daha sonra beklenmedik bir şekilde kalp atışlarının geri dönmesiyle hayata dönmüşlerdir. Bu durumun tam olarak nasıl meydana geldiği kesin olarak bilinmemektedir, ancak bazı olası açıklamalar arasında yanlış tanı, beklenmedik bir şekilde yeniden başlayan kalp aktivitesi veya tedavi yöntemlerinin etkisi yer alabilir.
Lazarus sendromu vakaları genellikle hastanede veya acil tıbbi müdahale ortamında ortaya çıkar ve ileri düzeyde tıbbi müdahale gerektirebilir. Ancak, bu durumda hayata dönme genellikle kalıcı değildir ve genellikle ciddi nörolojik hasar veya diğer sağlık sorunlarıyla sonuçlanabilir.
Gelelim hikâyenin güncel olan bölümüne…
Emekli bir hemşireydi 76 yaşındaki Bella Montoya…
Çocuklarıyla mütevazı bir hayatı vardı.
Ancak bir felç ve kalp krizini aynı anda geçirince hastaneye kaldırıldı. Durumu çok ağırdı ve birkaç saat içinde doktorlar öldüğünü belirttiler çocuklarına.
Ölüm kağıdını ve annelerinin cenazesini kendilerine teslim ettiler.
O gün (Cuma) annelerine küçük bir cenaze töreni düzenlemek istedi Ekvadorlu aile.
Yaklaşık 20 kişi toplanmıştı.
Herkes üzüntülerini dile getiriyor ve tabutun üzerine çiçek bırakıyordu.
İşte tam bu anda tuhaf bir şey oldu. Tabutun için insan homurtusuna benzer bir ses yükseldi. Önce farkedilmedi bu ses. Ancak bir süre sonra tabutun içinden kapağı yumruklama sesleri duyuldu.
Herkesin ödü kopmuştu ama merhumenin oğlu Gilberto fırlayıp tabutu açtı.
Annesi tam karşısında gözleri açık ona bakıyordu.
Yaşlı hemşire ölmemişti.
Sapasağlam sağlıklı değildi ama konuşuyordu işte.
Ailesi, özellikle kız kardeşi Barbera, onu ölü ilan eden hastane hakkında şikayetçi oldu, ölüm raporu veren doktorun meslekten atılmasını istedi.
Yaşlı hemşireyi tekrar hastaneye götürüp yoğun bakım servisine yatırdılar.
Bella Montoya’nın çocukları annelerinin ölümden dönmesine sevindiler sevinmesine ama oturup sohbet etmeye vakit bulamamış, doğrudan medyaya koşmuş, hastane ile hukuki mücadeleye başlamışlardı.
Hükumet ve sağlık bakanlığı devreye girdi ve soruşturma açtı. Olay kısa sürede büyüdü ve uluslararası medyada haber olmaya başladı.
Doktorlar ve hastane yetkilileri ise çok şaşkındı…
İşin içinden nasıl çıkacaklarını kimse bilmiyordu.
Bir sonraki cuma günü…
Yine garip bir şey oldu. Kız kardeş Barbera, birkaç imza ve onay için onun odasına girdiğinde ablası sessizce yatıyordu. Ancak sesi çıkmıyordu.
Kısa süre sonra Hemşire Bella’nın ikinci kez öldüğünü anladılar.
Oğulları da kardeşleri de, doktorlar da, sağlık bakanlığı da, uluslararası medya da, Ekvator halkı da bu meseleye anlam veremedi…
Böyle oldu Bella Montaya’nın ölümü…
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***