Devriş Çimen*
Türkiye’de seçimler bitti ve otokrasi “kurumsal meşruiyet” sağladı, şimdilik. Gaspçı, yerini tekrardan alırken, geriletilemeyen otokrasi sonrası herkes bir “suçlu” arıyor. Oysa suçlu demokrasiye aykırı olarak yaratılan bu sistemdir.
Son dört yıldır, Avrupa’da uluslararası kamuoyu ve siyasetinde, Halkların Demokratik Partisi’ni temsil etmeye ve Türkiye’de olup bitenleri anlatmaya gayret ettik. Kayyımlar eliyle gasp edilen belediyeler örneğinde olduğu gibi AKP’nin seçim ile kazanmadığını, devletin şiddet aygıtı kullanarak, seçmen iradesine el koyduğunu anlattık. Yine 2015’ten beri Kürt halkına karşı devam eden savaş politikaları ve bununla bağlantılı olarak aralıksız sürdürülen sistematik baskılar, tutuklamalar başta olmak üzere Kobanî Kumpas Davası ve HDP’yi parti olarak siyasetsiz bırakmayı amaçlayan kapatma davalarının etrafındaki gelişmeleri anlatadurduk.
Uluslararası düzeyde gelişen tüm ilişki, görüşme ve platformlarda “bu kadar baskıya karşı ne yapabilirsiniz ki?” veya “ne yapacaksınız?” sorusuna, “direneceğiz, mücadele edeceğiz” cevabını verdik, tarihsel olarak saldırılar karşısında yaşanan direnişi ve onun geleneğini anlattık. Bu irade ve kollektif olanın ifadesi insanları şaşırtıyor. Direniş ve dayandığı felsefe ve ideolojisi herkesin saygı ve hayranlığını kazanıyor. Uğruna büyük bedeller verilerek geliştirilmeye çalışılan demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü ve politik toplum perspektifi, temasta olduğumuz tüm siyasi kesimlerin ilham kaynağı haline geldi. Herkes biliyor ki, rehin alınan binlerce arkadaşlarımızdan geri adım atan olmadı. Çünkü geri adım atacak olan biz değil, faşist zihniyet ve bu kötülüktür. İlişkide olduğumuz partilerin tamamında, değil şuan 4000 arkadaşımızın rehin tutulması gibi bir rakam, 40 yöneticileri alınsın, o parti siyaset yapamaz duruma gelir.
Gasp yolu ile seçim yapmak ve “kazanmak”
Evet göstermelik de olsa seçimler yapıldı, iktidar gasp ettiği seçim sonuçları ile kayyum rejimi kabinesini oluşturdu. Totaliter rejim şimdi bu sonuç üzerinden uluslararası arenada meşruiyet yaratmaya çalışacak. Zaten küresel kapitalist sistem ve onun temsilcilerinin Erdoğan rejimi ile bir sorunu yoktur. Çünkü Erdoğan yönetimi kapitalist sistemin Türkiye ve bölgedeki “iyi” bir uygulayıcısıdır. Az sayıda uluslararası siyasetçi ile birlikte NATO Genel Sekreteri ve savaşlardaki işbirlikçilerinin Erdoğan’ın “Göreve Başlama Töreni’ne” katılması böylesi bir meşruiyetin askeri cilvesidir.
Oysa seçimlerin meşru bir zeminde yapılmadığını herkes biliyor. Erdoğan’ın “kazandık” dediği noktaya bir siyaset mühendisliğinin sonucunda varlığını aslında kendileri de, uluslararası kamuoyu da farkında ama buna rağmen çıkarlarını esas alıyorlar. Herkes biliyor ki kazanmadılar, gasp, şiddet ve savaş yolu ile kazanmış gibi görüntü veriyorlar, ki kriz üreten küresel kapitalist sistemin özü de bu haramiliktir. Dolayısıyla bu hilebaz seçimlerin sonuçları ile, kapitalist sitem döngüsünün devamında Türkiye ile ilişkilerde “win-win” yani kazan kazan pragmatizmi esas alındı, alınacak. Saddam Hüseyinleri, Hüsnü Mübarekleri, Zeynel Abidin Bin Alileri, Modileri, Orbanları, Bolsanaroları vb. kabul eden bu düzen, kendilerine sadık Erdoğan rejimi ile yol yürümekte beis görmez.
Savaş, tecrit ve ablukada tutmak
Bu hileli sonuçlar üzerinden Türkiye’de tüm ilerici demokratik kurum, kuruluş ve dinamikler daha da geriletilmeye çalışılıyor. İnşaa ettikleri korku rejim altında toplum adeta sıcak suya atılan kurbağa sendromu gibi yakıcı olan koşullara alıştırılıyor. Direnen tek odak Kürt halkı, HDP ve etrafındaki ittifak güçleridir. Rejimin kendini sürdürebilmesi için uygulaması şudur; demokrasiye duyarlı olan kesimleri susturmak, Kürt halkına karşı savaşmak, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’dan başlayarak, cezaevlerine tecrit uygulamak, HDP’yi ise ablukada tutmak… HDP’yi yöneticilerinden ve aktif üyelerinden ayırarak, kurdukları korku rejmi, tüm sistematik baskılar ile geriletmeyince, bu sefer psikolojik savaş aygıtlarını devreye koydular. Seçimden bu yana sanal gerçekliğinin yanılsamalarıyla saldırı kampanyasını yürütüyorlar. Efendim, HDP başarısız imiş ve derhal özeleştiri vermeli ve yöneticileri istifa etmeliymiş! Faşizme karşı geri çekilme, rehavete kapılma çağrısı yapılmaz. Tüm mevzilerimizde direneceğiz ve kazanımlarımızı daha da genişleterek koruyup, çoğaltacağız. Devletin anti-Kürt politikalarına dayanan Erdoğan’a ve onun oluşturduğu korku rejimine karşı, politik toplum iradesi gösteren Kürt halkı Kürdistan illerinde yüzde 70’ler oranında bu rejime “hayır” dedi.
HDP, kapatma davası tehlikesinden ötürü kurulan tuzak ve hukuk labirentini aşarak gücünü Yeşil Sol Parti’ye yönlendirdi. Yeşil Sol Parti ile son 35 günde seçimler için kampanya yapmaya, çalışma yürütmeye çalıştı. Bu bir tercih değil, bir zorunluluktu. Bunun yarattığı dezavantajları tekrar etmenin bir faydası yoktur. Her şeye rağmen Kürdistan’ın 13 ilinde birinci parti olarak çıkıldı. Dolayısıyla seçimde bu iradeyi gösterenlerin, direnenlerin ve umutla bekleyen halklarımızın yüzü suyu hürmeti için, bundan sonra da “insanım” diyen herkes haksızlığa ve adaletsizliğe karşı direnecektir.
HDP’yi oluşturan fikriyatı unutmadan, savunmak
Bunu yaparken de, HDP kuruluş sürecinin itici gücünü, ihtiyacını ve fikriyatını unutmadan, o fikri ve kazanımlarını savunacağız. Hatırlanacağı gibi 2009’da Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile devlet arasında yapılan görüşmelerde Öcalan tarafından “Türkiye’de Demokratikleşme Sorunları, Kürdistan’da Çözüm Modelleri” başlığını taşıyan bir yol haritası sunuldu. Güncelliğini hala koruyan bu çözüm önerileri hayata geçirilmediği için bugün Türkiye siyaseti, ekonomisi ve toplumu kriz içerisinde kriz yaşıyor. Bu girişim sonraki yıllarda bir diyalog ve çözüm süreci olarak genişleyerek devam etti. Bir taraf çözüm için, diğer taraf tasfiye veya çökertme için politikalar geliştiriyordu. HDP’nin parlamenter sistemde yer almayı hedefleyen kuruluşu da, bu dönemin ortaya çıkardığı zemine denk düşüyor. Diyalog süreci olarak hafızalarda kalan 2013-2015 yılları arasında HDP “sorunları müzakere yoluyla çözüme kavuşturma” perspektifi ve sorumluluğuyla hareket etti, rolünü oynamaya çalıştı. Devlet ve AKP hükümeti bakımından işler istedikleri gibi yürümeyince, yeniden eski politikalara, imha-inkar ayarlarına dönüş yapıldı. O zamandan beri Öcalan’a karşı tecrit, Kürtlere ve PKK’ye karşı savaş, HDP’ye karşı abluka, topluma karşı korku politikaları yürütüyor ve bununla yol almaya çalışıyor. Bugün başta ekonominin dibe vuruşu olmak üzere tüm siyasal ve toplumsal kaosun kaynağı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası girişilen bu politikalarıdır. Bu politikanın bir sonucu olarak takip eden 11 yıl boyunca, ülkede devlet terörü ve şiddet esas politika oldu. “AKP devletleşti, devlet AKP’lileşti” tespiti bu anlamda doğrudur.
Gelinen aşamada devlet tekçileşti, HDP kuşatılarak, yalnızlaştırıldı. İlk Eşbaşkanlardan Sebahat Tuncel esir, Ertuğrul Kürkçü sürgündür. Sonrasında bayrağı devralan Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş da 2016 Kasım ayından bu yana binlerce aktif üye ile birlikte siyasi rehine statüsündedir. Binlercesi bu fikriyatı geliştirmeye çalıştıkları için ya rehine konumunda ya da sürgündeler.
Eleştiri adı altında, itibarsızlaştırma ve özünden uzaklaştırma
Seçim sonuçlarına bakarak, HDP’nin eleştirilmesine ve yetersizliklerine işaret edilmesine, özeleştiri beklentilerine itiraz edecek kimse yok ve olmaz da… Yaşanan eksik, yetersizlik ve yanlışların eleştiri-özeleştiri temelinde ele alınacağı ve samimi bir düzeltme temelinde yeniden inşa sürecine girileceği eşbaşkanlar ve yetkili kurullar tarafından defalarca tekrar edildi. Örneğin yeterince istişare edilmediğine, demokratik bir sürecin sonucunda yerel örgütlenmelerin görüşünün alınmadığı gibi birçok konunun yetersizliği açıktır. Fakat bir yerlerden yönlendirilen ve HDP karşıtlarına hizmet ettiği açık olan; eleştiri adı altında hakaret, küfür, aşağılama ve yürütülen mücadeleyi anlamsızlaştırma furyası başlatıldı. Seçim sonuçları bahane edilerek HDP’nin varlık amacı, kuruluş felsefesi, ilişkileri, bileşenlerini hedef alan bir saldırı kampanyası geliştirildi. Bu amaç çerçevesinde kaos mühendisleri görevlendirildi, hassasiyetlere hitap edilerek dezenformasyon yapıldı, gerçekler çarpıtıldı. Erdoğan trollerinin Kürdistan’daki işbirlikçisi KDP ve HÜDAPAR çevreleri ile tırşıkçılar ve kontralardan oluşan geniş bir cephe eş zamanlı olarak harekete geçirilmiştir. Tek amaçları eleştiri adı altında HDP’yi yıpratmak, itibarsızlaştırmak ve onun yerine devlet destekli yeni projeler hayata geçirmektir. “Osmanlıda oyun bitmez” ve “Kurt dumanlı havayı sever” sözlerinden yola çıkarak kurtlara ve oyunlarına dikkat etmek HDP fikriyatına gönül ve katkı sunmuş herkesin sorumluluğudur. Gerisi lafügüzaftır.
İtaat etmeden, özgürlük için siyaset
Hannah Arendt’in Almanya’da totalitarizmine karşı “kimsenin itaat etmeye hakkı yoktur” çıkışı önemlidir ve bizler için Erdoğan’ın dayatmalarına karşı duruşun ifadesidir. Yine Arendt “Siyasetin anlamı özgürlüktür” söylemi şimdi yürütülen tartışmalar bağlamında daha da önem kazanıyor. Dolayısıyla yapılacak değerlendirmeler ve çalışmalar özgürlüğe katkı sunarsa anlamlıdır. Tabi ki tüm bunlar ideolojik bakış açısından kopuk ele alınmaz. Bir yerde herkes doğru söylüyor diye düşünülüyorsa, orada doğru dışında her şey vardır. Tanınmış düşünür Noam Chomsky günümüz iletişim araçlarının çoğaldığına dikkat çekerken, bununla da doğru bilginin eksildiğine işaret etmektedir: “Nüfusun geneli neler olduğunu bilmiyor. Bilmediklerini de bilmiyorlar.”
Dijital medya yanılsaması içerisinde kılıç kuşanan bir emeksiz, oturduğu yerden siyasetçi ve dijital aktivist, bir mest olmuşluk edasıyla adeta fikir fabrikasına dönüşüyor. Büyük bir kısmı Twitter’da “HDP’de her şey kötü, yönetim kötü, yetkili kötü, aday kötü, seçilen kötü, eşbaşkanlar kötü…” türünden paylaştıklarını daha fazla beğeni ve takipçiye ulaşabilme hedefi ile, olay ve olguları gerçeğinden kopararak, sorumsuzca paylaşıyor. İnsan okumaya yoruluyor. Bu kadar laf üretilen yerde hakikat çarpıtılıyor. Oysa hakikat çok yalındır ve çarpıtılmaya gelmez. Çarpıtılırsa, oradan da doğru veya hakikat kalmaz. Yalan ve yanlışa dayalı ve tek derdi en etkili biçimde mesajını daha yaygın kesimlere ulaştırma güdüsü ile yapılan paylaşımlar, HDP’nin meramına katkı sunmuyor ve sunmayacaktır. Eleştiri, “ben söylerim onlar yapar” değildir, eleştiri ile yapılmasını ön gördüğüne emek verilirsen anlamlıdır. Diğeri emeksiz, yorulmadan, çabalamadan oturduğu yerde ahkam kesmek olur ki, buna Kürt halkının ve halklarımızın karnı toktur. Yoksa şimdiye ordular kuşanmış, Dünya’yı feth etmişlerdi.
HDP veya fikriyatı, fikirleri, bileşenleri, üyeleri ve destekleyenleri ile değişik forum, konferans, toplantı ve görüşmeler ile tartışılacaktır. Görülecektir ki, bu dijital şövalyelerin çoğu oralarda olmayacaktır. Emek verenler tartışacak, karar verecek ve mücadele edecektir.
Umut hareketi, hareket halindedir
Şimdi toparlayalım: HDP eleştirilebilir, bu HDP’ye gönül veren, destek çıkan herkesin eleştirme hakkı vardır. Ama tek başına eleştirmek yetmez, yetersizlikleri düzeltmek de sorumluluk üstlenmek ve katkı sunmak, eleştirinin devamıdır. HDP ise verili koşulları iyi izah ederek, içinde bulunduğu duruma farklı aktör, temsilci ve yetkilisinden güncel gelişme ve sonuçlar ile izah etmek yerine, çıkış hikayesine ve programına bakarak, oradan okuyarak ve orayı uygulayarak sorumluluğunu yerine getirmelidir. İşte o zaman araya konulan/giren mesafenin ne kadar sıkıntılı olduğunu göreceğiz ve yetersizlikleri aştığımız oranda da özeleştiriyi lafta veya birileri istiyor diye değil, pratikte vermiş olacağız. Bir halkı savunmayı başaran Kürdistan Özgürlük Mücadelesi, Türkiye’de yaşayan diğer halklar ile ortak siyaset ve talep için demokratik ittifakları, Kadın, Gençlik ve Ekoloji Hareketleri ve meclisleri, değişik taban örgütlenmeleri ve Halkların Demokratik Kongresi (HDK) ve Demokratik Toplum Kongresi (DTK) gibi iki önemli kongreye dayandırılarak, Halkların Demokratik Partisi kurulmasını teşvik etmiştir. Ve siyasetin çerçevesi kesinlikle parlamenter sistemi ve onun kurnazca yarattığı “hazır”, “konforlu” alanı ve sınırları ile de belirlenmez. Siyaset daha geniş ve toplumsal bir örgütlenmedir. Dolayısıyla HDP’de bireyler, öncüler elbette önemlidir ama esas önemli olan toplumdur ve onun örgütlülüğüdür. Örgütlü olan her bireyi politiktir ve HDP’nin veya siyasi oluşumlarının da sahibidir. Dolayısıyla bu koşullarda popülizm ve pragmatizm değil, katılımcı ve kalıcı demokrasi ile çalışmak bir sorumluluk değil, zorunluluktur. Bu anlam ve hassasiyler temelinde oluşan program ortaktır. Gerisi köylerde, ilçe, illerde ve toplumsallığın olduğu her yerde işe koyulmakla gelişecektir. Bunları yapmanın önünde hiçbir engel yoktur, yeter ki verili koşullara itiraz ve düzeltmek içinde istek ve amaç ve umut olsun… Çekilmek, istifa etmek ve pasif konuma geçmek değil, siyaseti anlamına uygun olarak “özgürlük” için aktifleştirme zamanıdır. O halde hepimize “Serkeftin.”
* Devriş Çimen – HDP Avrupa Temsilcisi
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***