Strazburg’da bulunan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), Türkiye’nin özellikle Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından bazı sınır ötesi baskı araçlarını kullanmasını ve Gülen Hareketi ile bağlantılı olduğu iddia edilen kişileri sürekli takip ederek baskı altına almasını kınayan karar tasarısını kabul etti.
TR724’ten Ensar Nur’un haberine göre, 19-23 Haziran arasında düzenlenen AKPM yaz oturumunun son gününde yurtdışındaki muhalifleri yakından ilgilendiren bir karar tasarısı kabul edildi.
“Hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına yönelik büyüyen bir tehdit olarak ulus ötesi baskı” başlıklı karar tasarısı, 48’e karşı 8 oyla Meclis’ten geçti.
AKP’li vekiller Gülen Hareketi ve Bülent Keneş’in isminin geçtiği kısımları karar tasarısından çıkartmak istedi. Ancak, bu talepler diğer parlamenterler tarafından reddedildi.
Raporu ve karar tasarısını hazırlayan Birleşik Krallık vekili Sir Christopher Chope yaptığı konuşmada, Türkiye hükûmetine ve AKP’li vekillere yüklendi.
Raporun sunumunu yapan Chope’un konuşmasından bir kesit şöyleydi:
“Kararın 17. Paragrafı, “ulus ötesi baskının failleri ve destekleyicilerine yönelik hedefli yaptırımlar” da dahil olmak üzere bir dizi eylem noktası ortaya koymaktadır.
Paragraf 21, Mahkeme’yi devreye girmeye ve “Sözleşme yasal süreci kapsamında işlenen ulus ötesi baskıya karşı koruma boşluğu olmamasını” sağlamaya davet etmektedir.
Bu çerçevede, bu Meclis’te yer alan 46 ulusal delegasyondan birinin bu rapora katılmaması ve kendi ülkesinin ulus ötesi baskıya aktif olarak katıldığını inkar etmesi benim için büyük bir üzüntü konusudur.
Türkiye’den bahsediyorum.
İnsan hakları örgütü Freedom House, beş ülkeyi ulus ötesi baskının en etkin failleri olarak tanımlamıştır.
Bunlardan sadece bir tanesi Avrupa Konseyi üyesi, yani Türkiye.
Eğer Avrupa Konseyi örnek teşkil edecekse, dünyanın geri kalanına ders vermeye başlamadan önce kendi içimizdeki çürük elmayı inkar etmemeliyiz.
Açıkçası Türk delegasyonunun rapordan çıkarılması yönünde bir önerisi var ancak 16. Paragrafta Meclis, Türkiye’yi Sayın Bülent Keneş’e yönelik sindirme politikasına son vermeye, İsveç Yüksek Mahkemesi’nin kararını tanımaya ve saygı duymaya ve İsveç’in Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) üyeliğine yönelik vetosunu ulus ötesi bir baskı aracı olarak kullanma politikasına son vermeye çağırmaktadır. (…)
İsveç’teki bir bireyin, Erdoğan hükümeti ile kendi güvenlikleri için yurtdışına sığınan eski Türk vatandaşlarının hakları konusunda endişe duyan insanlar arasındaki bu savaşta bir piyon olarak kullanılmasının kabul edilemez olduğunu düşünüyorum.(…)
Türk delegasyonu üyelerinin itiraz ettiği diğer paragraf ise 6. Paragraftır.
Paragraf 6, Türkiye’de neler olduğunu ve Türkiye’nin kendi halkına karşı çeşitli ulusal baskı ve ulus ötesi baskı araçlarını nasıl kullandığını biraz daha açık bir şekilde tanımlamaktadır.
Geçtiğimiz sonbaharda Uluslararası Gazeteciler Örgütü “Terörün Finansmanıyla Mücadele Tedbirlerinin Silahlandırılması: Türk Hükümetinin Kendisini Eleştirenleri Susturmak İçin Kullandığı Yeni Ulusötesi Baskı Aracı” başlıklı çok iyi bir rapor hazırladı.
Sayın Başkan, bu raporun içeriğine bakarsanız, gerçekten de çok rahatsız edici olduğunu görürsünüz.(…)
Gördüğümüz şey, bu Meclisteki Türk delegasyonu üyelerinin “Tanrım, burada bir sorun olmalı, kendi hükümetimizden hesap sormaya başlamalıyız” dedikleri bir durumla karşılaşmıyoruz. Tam tersi. İnkâr içinde görünüyorlar ve kendileri dışında herkesi suçluyorlar.
Bunun kabul edilemez bir yol olduğunu düşünüyorum.
Bu nedenle bugün bu meclisin oybirliğiyle bu raporu, tavsiyeleri ve kararı destekleyeceğini ve böylece yeni seçilmiş Türk hükümetine güçlü bir mesaj göndereceğimizi umuyorum; gerçekten yeni seçilmiş olabilirler ancak bu, ister yurt içinde ister yurt dışında olsunlar, kendi vatandaşlarına karşı otokratik bir şekilde davranabilecekleri anlamına gelmez.”
Oturumda konuşan AKP milletvekili Zeynep Yıldız’ın genel kurulda “fetö” suçlamalarına sığınması ve seçim sonuçlarından halkın iktidarı desteklediğinin açık olduğunu söylemesi üzerine bir diğer Birleşik Krallık vekili Jeremy Corbyn, “bir seçimi kazanmanın insan haklarının ortadan kalktığı anlamına gelmediğini, bu hakların birileri seçimi kazansa da kazanmasa da devam ettiği anlamına geldiğini nazikçe belirtmek isterim. Mesele insanların kendilerini ifade etme hakkı, gazetecilerin neler olup bittiğini haberleştirebilme hakkıdır” diyerek cevap verdi.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***