YORUM | YUSUF ÜNAL
Bu deneme yazıma toplum ve insan ilişkilerinin çoğu defa birer iktidar mücadelesi olduğunu ileri sürerek başlayacağım. Ancak öncesinde belirtmeliyim ki burada sadece baskıcı ve zorba iktidarı kastetmiyorum. Gönül iktidarından bilgi iktidarına, şefkat iktidarından kanaat iktidarına kadar onun bütün çeşitlerini göz önüne alıyorum.
Üzülerek belirtmeliyim ki bunun açık ve anlaşılır bir yazı olacağını ummuyorum. Yer yer kendi söyledikleriyle bile çelişen bir metinle karşılaşacağımızı sanıyorum. Gelecek zaman kipiyle konuşuyorum, çünkü ben de henüz bu yolun beni nereye götüreceğini kestiremiyorum.
İnsan ilişkilerinin iktidar mücadelesinden ibaret olduğunu ileri süreceğimi söylemiştim, sürüyorum: Kim kimin güdümüne girecek, otorite ve rol model kim olacak, son sözü kim söyleyecek, ilk tuğlayı kim koyacak, başı kim çekecek… İlişkiler genelde bu evrende döner durur.
“Tanımlama” derken kast ettiğim şeye gelince, neyin ne olduğu konusunda net bir hüküm verme kararlılığıdır o: Şu, şudur; bu, budur; sen, şöylesin; ben böyleyim. Tanımlama, tanımladığı şey hakkındaki fikrini bir kesinliğe kavuşturma, onun etrafına sınır çekme işlemidir. Hz. Âdem’e ‘esma’nın öğretilmesi ona bir çeşit tanımlama yetisi bahşedilmesidir. En yaygın tanımlamalar isimlendirmelerle olur çünkü. İsim vermek sahiplenmek, hatta temellük edinmektir denilebilir ve bir iktidar meselesidir. Eskiden beri insan, ad verdiği şey üzerinde şöyle böyle söz sahibidir.
Kim kimi daha kolay ve güçlü tanımlayabilirse iktidar ibresi onu gösterir. Farklı çeşitleriyle iktidar, meşruiyetini tanımlama gücünden alır. Hakikatte değilse de uygulamada onun iyi dediği iyi, kötü dediği kötü algılanır. O istediğine geri kalmış, barbar, ilkel etiketini vurabilir; istediğine gelişmiş, modern, medeni pırpırlarını takabilir. Dilediğini gerici, yobaz, hain, terörist; dilediğini ilerici, çağdaş, iyi çocuk, vatansever, hayırsever olarak tanımlayabilir. Zira tanımlamak güçtür. Güç, sürekliliğini tanımlamanın devamından alır. Tanımlama kabiliyeti bittiğinde iktidar da biter.
Tanımlamanın gücü sadece siyasal iktidarlar için geçerli değildir. Sıradan insanların sosyal ilişkileri de bu güce tabidir. Farkında olsun veya olmasın, birisi üzerinde iktidar kurmak isteyen kişi onu tanımlayarak işe başlar: Sen sinirlisin, kıskançsın, kabasın, cimrisin, uyumsuzsun… Yahut başarılısın, fedakârsın, düzenlisin, uysalsın…
Bu tanımlamalar, insanları belli kalıplara sokmak ve onları itaat ettirmek için oldukça elverişlidir. Biliyoruz ki insanoğlu kendisinden beklenen şeylere uygun davranmaya yatkındır. Birisine kırk kere deli dersen deli, veli dersen veli olacağı söylenir. Doğrudur, zira tanımlamanın telkin etme tesiri vardır. Senden böyle olmanı bekliyorlar, onları yanıltma diye seslenir insanın içine.
Tanımlanamayan yahut tanımlandığının farkında olmayan kimse üzerinde otoritenin hükmü yoktur. Meczuplar ve bebekler tahakkümden bu yüzden azadedir. Otoriteler, üzerlerinde otorite kuracakları kişileri tanımlayacak uygun sözcükler ararlar. Anne babalar, öğretmenler, patronlar, arkadaşlar hep bu cümledendir. Onlar sizi evlat, öğrenci, çalışan veya dost olarak tanımlar. Bunlar doğrudur ve sizden gayet tabii olarak bunların gerektirdiği rollere uygun davranmanız beklenir.
Ancak tanımlamalar bu genel kategorilerle sınırlı kalmaz. Günün birinde arkadaşınız size sıkıcı olduğunuzu söyler mesela, veya kaba olduğunuzu. O zaman ya ona sıkıcı/kaba olmadığınızı ispatlamaya çalışır ya da sıkıcı/kaba olmamak için çabalamaya başlarsınız. Bir başkası sizi çok zarif ve düşünceli olarak tanımladığında bu sefer de ya zarif ve düşünceli olmadığınızı anlatırken bulacaksınız kendinizi ya da öyle olduğunuzu göstermeye çalışırken. Her iki durumda da farkına bile varmadan onun iktidarı veya biraz kibarlaştırarak söylersem, güdümü altına girmiş olursunuz. İhtiyaç duyduğunuz şey böyle bir denetimse ve vaziyetin farkındaysanız bunda bir sorun olmayabilir. Devam edin.
Tanımlama hep dışarıdan dayatılmaz bize. Bazen de Küçük Prens’in tilkisinin evcilleştirilme ısrarı gibi biz kendimizi tanımlatmak isteriz. “Sence ben başarılı mıyım? İyi biri miyim?” diye insanlara sorduğumuzda kendimizi kendi elimizle, en azından sorduğumuz mevzuda, onların tesiri altına sokmuş oluruz. Bunun yanlış veya kötü olduğunu ileri sürmüyorum. Bir çeşit onay yahut yardım talebi olabilir bu ve hayatımızın kimi dönemlerinde birilerinin bizi tanımlamasına ihtiyaç duyabiliriz. Ancak kendimizi teslim ettiklerimiz duracağı yeri tayin edemeyip her konuda bizi tanımlamaya, belli kalıplara sokmaya başlarlarsa, onların tanımlamalarına muhtaç hale gelirsek ipin ucunu kaçırmışız demektir.
Bir de kişinin kendi kendini tanımlaması vardır. “Ben burnumun dikine giden biriyim!” der mesela, yahut “Ben hiçbir şeyden korkmam.” Bu sefer kendi kendini sınırlamış ve belli kalıplarda davranmaya zorlamış olur. Hareket özgürlüğünü gönüllü olarak kısıtlar. Oscar Wilde “Tanımlamak, sınırlamaktır.” diye yazmıştı.
Sınırlamaktır; esnek değildir, hareket alanı kısıtlıdır, gelişime kapalıdır. Her tanımlama bir çeşit formül içerir ve her formül pratikliğinin yanında bir takım hudutları da getirir. Yan yolları gözden uzak tutar, serbest çağrışımların ve yeni yolların önünü tıkar söz gelimi. Özellikle tanımlananın etiketleme şeklinde yapılanı dayanağını anlık duygulardan, ön kabullerden ve işlenmemiş tecrübelerden alır. Bu sebeple fazla emek gerektirmez, düşünmeye lüzum duymaz ve çoğu defa yüzeysel kalır. İnsanlar bu yola kolayca başvurarak işi etiketlemeye hatta yaftalamaya çevirirler.
Mevzu yeterince karmaşık değilmiş gibi bir şey daha ileri sürerek biraz daha karmaşıklaştırayım izninizle. Sanıldığı gibi tanımlama hep yukarıdan aşağı, güçlüden zayıfa, çoktan aza doğru yapılmaz. Öyle zayıf veya az insanlar güçlü ve kalabalık olanları tanımlayabilirler ki bütün iktidar onların elinde olmasına rağmen ipler zayıf görünenin elindedir. Onların tanımlaması galip gelmiştir ve uzun vadeli üstünlük onların olacaktır. Çünkü iktidar sanıldığı gibi hep güçle ilişkili değildir. Yukarıda da söylediğim gibi pek çok iktidar çeşidi vardır. Askerî veya kanunî gücü kullanarak zora başvuran iktidar bunlardan sadece biridir. Ancak en güçlü iktidarlar bunların görünmediği yerlerde hüküm sürer ve onlar da gücünü tanımlamadan alır. Bu çeşit tanımlamalar eşya ve hadiselerin dilini doğru okumakla ilgilidir.
Sokrates’in kendisini idama mahkûm eden muktedirlerin üzerinde bugüne kadar süren, yadsınamayacak bir iktidarı vardır söz gelimi ve bunu onları ve onların yaptığı işi tanımlayarak elde etmiştir. Mevlana, Moğolları doğru tanımladığı için onları ikliminde eritmiş ve onun gönül iktidarı çağları aşmıştır. Bediüzzaman’ın olup bitenlerle ilgili tanımlaması isabetli olduğu için kimse ona boyun eğdirememiştir.
Buraya kadar yazdıklarımdan anlaşılacağı üzere tanımlama yapmadan yaşanamayacağı ortadadır. Onların çoğu hem gerekli olabilir hem de doğru. Hatta kişinin kendisini gözden geçirmesine ve tanımasına katkı da sunabilirler.
Benim üzerinde durmak istediğim husus, müspet de olsa menfi de olsa tanımlamanın bir iktidar sağlama biçimi olduğu. Yaşamın doğası gereği insan illa bazı otoriteleri kabullenme, onlara itaat etme durumundadır, amennâ. Mesele bunun bilinçli olmasıdır bana göre. Bunun farkına varmadığımızda tanımlamalarıyla bizi etiketleyen herkesin otoritesi altına değilse de güdümüne girip ya potansiyelimizi keşfedemez ya da enerjimizi boşa sarf ederiz.
Tanımlamanın gücüne dikkat çekebildiğimi varsayarak ve belki abarttığımın da farkında olarak şunu da söylemek istiyorum: Hem her çeşit iktidara kafa tutmanın hem baskılara karşı direnmenin hem iyi ilişkiler geliştirmenin hem kendi iktidarını kurmanın yolu tanımlamalardan ve tanımlamaların farkında olmaktan geçer.
Yazı arapsaçı gibi görünüyor muhtemelen, bunun için bağışlamanızı dilerim. Ancak takdir edersiniz ki bunda kabahatin tamamı bana ait değil. Bu tür mevzuların doğası biraz böyle karmaşıktır. Ama tüm karmaşıklığına rağmen müphemliğin sarahati de olabilir onlarda. Bu konu benim için biraz öyle. Kaosun içinde ilk bakışta fark edilmeyen düzen gibi. Varsın bu da benim tanımlamam olsun. İsabetliyse bu konunun iktidarına ben de ortak olurum diyerek kendime bir kaçış rampası inşa ediyor ve yazıyı bitiriyorum.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***