İsmet İnönü’nün “Büyük devletlerle ilişkiler ayıyla yatağa girmek gibidir” dediği söylenir. Türkiye’de siyaset dediğim ‘şey’, üç aşağı beş yukarı bu mahiyette. Cıva misali sızıyor her boşluğa. Görüp dokunduğunuz şeyin görüp dokunduğunuz şey olmadığını anlamanız zaman alıyor. Bilimsel veriler, tarihsel perspektif, sosyolojik analiz, bir anda çöpe gidiyor. Ve o çöpte, her türlü haşarat çoğalma imkânı buluyor da umut pek yeşermiyor.
14 Mayıs seçimleri öncesi kamuoyu yoklaması yapan kuruluşların çoğu yanıldı. Altılı Ganyan değil ki bu, ‘tutturamadık’ diyelim. Sandıktan öyle bir sonuç çıktı ki, ‘yanılma payı’ olarak bırakılan yüzde bile utancından bir köşeye çekilip sustu.
2020 Eylül’ü yahut Ekim’iydi sanırım; Gürsel Tekin, bir ‘Z Kuşağı Raporu’ yayınladı ve 7 milyon gencin ilk kez oy kullanacağını belirtti.
YSK, üç yıl sonra, 5 Nisan’da 7 milyon ‘yeni’ seçmenin sandığa gideceğini duyurdu.
Aynı YSK, 20 gün sonra kendini değilledi ve ilk kez oy kullanacak kişi sayısını ‘yaklaşık 5 milyon’ diye açıkladı.
Bir anda 2 milyon seçmen toz oldu, uçtu gitti bir bilinmeze…
2020 ile 2023 arasında değişmeyen 7 milyon genç seçmen, nasıl oldu da 5 Nisan ile 25 Nisan arasında 5 milyona düştü?
Bunu sorgulayan birine tesadüf ettiniz mi?
***
Saat 18.48. Yayın yasağı kaldırıldı. Sayımı yapılmış ilk oylar açıklanıyor. A Haber, ilk verilerde açılan sandık oranını yüzde 9,1, Tayyip Erdoğan’ı yüzde 59,5, Kemal Kılıçdaroğlu’nu yüzde 34,8 olarak gösterdi. Sinan Oğan’ın oy yüzdesi 5,1.
Saat 20.58. Sinan Oğan’ın oy yüzdesi 5,3.
Saat 21.38. Sinan Oğan’ın oy yüzdesi 5,3.
Saat 22.50. Sinan Oğan’ın oy yüzdesi 5,3.
Uzatmayayım; ilk saatlerde yüzde 5 civarında olan Sinan Oğan oyları, sabahın erken saatlerinde de değişmedi ve 5,1 ile noktalandı.
Hangi matematik, hangi istatistik, bu kadar kararlı, bu kadar isabetli olabilir?
18.48’de 5,1 ile başlayan maraton, ertesi günün ortasında 5,1 ile kapanıyor.
Evet; halk ‘istikrar’ seviyor.
Yahut düzeltelim: Halkın istikrarı sevdiği yalanı ikna edici kılınıyor.
Sizi temin ederim ki, oy oranındaki şu istikrarı yakalamak özgür irade ile başarılabilecek bir şey değil.
Peki, biz cüz’i iradelilerin kavrayamadığı ne oldu?
***
Kulaklara biraz kar suyu kaçıralım…
Washington merkezli, kâr amacı gütmeyen bir araştırma ve savunma kuruluşu var. Adı Project on Middle East Democracy. POMED diye kısaltılıyor.
Bu kuruluşun Türkiye program direktörü olan Merve Tahiroğlu, seçim öncesinde, 14 Mayıs seçimleriyle ilgili bir analiz yayınlıyor.
Analizde Erdoğan’ın seçimlerde hile yapacağı, kaybetmesi durumunda ise şiddete başvuracağı iddia ediliyor. Muhalefet ve uluslararası toplum, ‘turuncu darbe’ için uyarılıyor.
POMED, CIA’nın yönettiği kuruluşlardan.
Onun duyurusunu, Amerikalı akademisyen ve Ortadoğu uzmanı Henri Jak Barkey paylaşıyor.
Barkey ise CIA’ye yakınlığı dedikodudan öteye taşınmış biri.
Sizce POMED’in bu duyurusunu Türkiye’de kaç kanal, kaç gazete, kaç dergi, kaç site paylaştı?
Benim bildiğim ve bulabildiğim şu: Bir tek Aydınlık gazetesi.
Aydınlık ise Cumhur İttifakı’na katılma arzuları kabul görmeyince, “Açıkça belirtmek durumundayız: Türkiye’nin bağımsızlığı, güvenliği ve üretim devrimi yolunu değil, ABD’ye boyun eğme yolunu seçtiler” diyen, Erdoğan ikinci tura kalınca da, Erdoğan’ı destekleyeceklerini açıklayan Doğu Perinçek’in.
Şimdi, “hiçbir şey olmasa da bir şey oldu” mu demeliyiz?
***
Onursal Adıgüzel; CHP Bilgi ve İletişim Teknolojilerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı… 30 yaşında CHP’nin en genç üyesi olarak Meclis’e girdi. 2015’teki LGBTI Onur Yürüyüşü’ne verdiği destek ve katkılarla takdir topladı.
Ama 2018 yılında CHP cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin hedef tahtasına koyduğu isim.
Hatırlarsanız, Muharrem İnce, 24 Haziran’da kendisine veri akışının verilmediğini iddia etmişti.
Bir detay: O tarihte, basına ve kamuoyuna açıklama yapan ekip içinde Adıgüzel de var. Ancak 14 Mayıs’taki açıklamalarda yok. Oysa henüz ne görevden alırmış duruda, ne de kendisi istifa etmiş…
Biz, bu iki fotoğraftan ne anlamamız gerekiyor?
Şimdi iddialara gelelim…
Adıgüzel, bir bilişimci değil; endüstri mühendisi. Ama “bilgi ve iletişim teknolojileri”nden sorumlu kişi bir bilen olmasa da idare eden olmalı hiç değilse. Oysa kurduğu sistem iki seçimde de çökmüş. Birinin mesuliyet alması gerekmez mi?
Tele 1’e çıktığında vahim bir izahta bulunuyor Adıgüzel. “%60’dan veri alabildim” diyor. Yani ulaşılamamış 191 bin sandık söz konusu. Akıl alacak gibi değil.
Hadi teknoloji tarafındaki ihmali, vurdumduymazlığı birilerine ihale edelim; peki sandıklara görevli koymak, koyduğu görevlileri eğitmek, ilgili sandığa göndermek, lojistik olarak bu kişilere yiyecek ve içecek sağlamak, ulaşım, hukuk desteği vermek kimin sorumluluğu?
2018’in üzerinden koskoca 5 sene geçmiş. Bunca zaman içinde böyle bir düzenek, çalışır bir network kuramamak, uygun insan gücünü hazırlamamak fiyasko değil de nedir?
Beş yılda başarılamayan şeyin iki hafta içinde toparlanacağına inanmak mümkün mü?
Hem de ittifak ortaklar arzuladıkları oranda milletvekili çıkarmış, unlarını elemiş, alacaklarını almışken?
Bu zihniyet Güneydoğu’daki sandıkları nasıl koruyacak?
Bir küçük ilave: YSK’nın başındaki Ahmet Yener ile Sayıştay’ın başındaki Metin Yener kardeş ve bu kardeşler Erdoğan’a çok yakın bir ailenin üyesi.
Şu bilgiyi de sıkıştırmama müsaade ediniz lütfen: Onursal Adıgüzel’in eşi Elif Duygu, Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür’ün yeğeni. Mahmut Övür ise Süleyman Soylu ile yakın.
Aslında kimin eli kimin cebinde hadisesi.
Bu hadiseyi bir de Tuncay Özkan üzerinden süslemek var ki… Pastayı tadından yenmez hale getirir. Ancak bir yaş pasta sevmez olarak bunu bir başka yazıya saklıyorum.
***
Çıplak bir gerçek var: Erdoğan kişisel oy oranını korudu. Yüzde 49’u geçen oy oranı yüzde 50-55 civarında aldığı oy oranının biraz altında da olsa fark etmez; radikal bir değişiklik yok, 20 yılın iktidar yorgunluğuna rağmen.
MHP’nin oy oranının yükselmesi ise olsa olsa AKP’den ve İYİ Parti’den oy kaymasıyla açıklanabilir. Kürt köylerindeki oy hırsızlığı unutulmadan tabii…
Oy sandıklarını korumakla yükümlü jandarmaya ne demeli, bilemiyorum. Gözünün önünde muhtar basıyor mührü MHP’ye!
Seçimlerde oy oyunları yapıldı mı? Şaibe, hile var mı? Sorusuna rahatlıkla “evet” diyebilirim. Ama bunların çok da fazla etkili olduğunu sanmıyorum.
Seçime dair TV kanallarında yorum yapanların çoğunun yaptığı gevezelik; siyasi yeterlikleri yok.
Bir örnek: Barış Pehlivan günlerce bas bas bağırdı Halk Tv’de. Yok efendim neymiş, eski AKP’li bir bakan CHP’nin garantili sırasından aday gösterilmişmiş. Yahu sana ne? Sen haberini ver, kendince yorumunu yap. Partinin politikasına (sonucu olumsuz etkileyecek biçimde hem de) müdahale hakkına sahip değilsin. Kaldı ki yorumları da sıradan. Kemal Kılıçdaroğlu’nun lider olarak yürüttüğü stratejinin yanında çok çocuksu.
Şu unutuluyor: Gazetecilik ile taraftarlık ayrı şeyler. Yandaş medyayı eleştirirken aynı duruma düşülüyor.
***
CHP liderine sıkı sıkı sarılmalı. Kemal Kılıçdaroğlu doğru bir strateji yürütüyor. Ülkeyi aşiret yönetir gibi büyük bir ciddiyetsizlikle, üç beş liyakatsiz kişiyle yöneten bir zihniyete karşı başka türlü bir siyaset yürütülemez. Bu zihniyete karşı İnce dâhil herkesle ittifak kurulmalı. Sinan Oğan ile mutlaka anlaşmalı. 50+1’i bulmanın başka yolu yok. İnce tarihe gömmüş olsa da kendini, onun sevenleri ittifaka çekilmeli.
Bu millet muhafazakâr, dindar. Milliyetçi, mukadderatçı. Milletin yapısının böyle olmasının tarihi köklü sebepleri var. Sol bu milletin değerleriyle barışmalı. Kibri, küstahlığı bırakmalı. İdris Küçükömer, Şerif Mardin, Hikmet Kıvılcımlı, Cemil Meriç gibi yazar ve düşünürler okunarak yeniden ülke tahlili/analizi yapılıp ona göre yol haritası çizilmeli. Feodal değerler, yiğitlik vb. şeyler solun liderlere olan bakışında önemli faktör halen. Yine başka ülkelere has yol haritaları ile toplumsal mühendislik bir tarafa itilmeli. Demokratik sosyalizm şiar olmalı.
İktidarın halk içinde kök tutmuş propagandaları boşa çıkarılmalı.
Bir örnek vereyim: Erdoğan yönetemiyor, ama muhalefette de yönetecek kimse yok deniyor. Unutulan şey şu: Şeyh uçmaz mürit uçurur.
Bir başka örnek: Kılıçdaroğlu vizyonsuzmuş (bunu daha çok sol kesim söylüyor). Oysa vizyon satın alınmaz, edinilir. Siz kırk defa derseniz öyle olur.
Eğer Kılıçdaroğlu için “bay bay” yapılan değil, “bay bay” diyen olsun istiyorsak çok çalışmak gerekir.
Voltaire’in Kandid’te söylediği gibi: Bizi çalışmak kurtarır!
***
Psikolog Robert Cialdini’nin pek hoş bir eseri vardır: İknanın Psikolojisi.
Cialdini, burada bir bağış toplama etkinliği için kendisine yaklaşan küçük bir izciden söz eder. İzci tanesi 5 dolardan sirk bileti almak isteyip istemediğini sorar. Cialdini, “Hayır, teşekkürler” deyince çocuk, “Madem bilet almak istemiyorsun, çikolatalarımızdan almaya ne dersin? Tanesi sadece 1 dolar” der. Cialdini izciyi kırmaz ve bir çift çikolata satın alır.
Ve hemen ardından önemli bir şeyin farkına varır: a.) Kendisi çikolata sevmiyordur, b.) Tutumludur; dolarlarını seviyordur, ama c.) Sevdiği bir şey karşılığında sevmediği bir şey almıştır.
Sözün özü: Eğer sevdiğimiz (adına demokrasi, özgürlük, parlamenter sistem vs, ne derseniz deyin) bir şey karşılığında sevmediğimiz (tek adam rejimi, faşizm vs.) almak istemiyorsak, umutsuzluğu, depremzedelere küfretmeyi, korkuyu bir kenara bırakıp çalışmalıyız. Çalışanları da takdir ve teşvik etmeliyiz. Zira bir şehvetli ağız sur’u üflemeye her zamankinden daha yakın!
Unutmayalım lütfen, “Bir daha sandığa gitmem” demek ve gitmemek her seçmenin en doğal hakkı, ama sorun şu: Belki bir daha hakkını aramaya gidebileceğin bir sandık bile olmayacak…
BERKE KAYA
18 Mayıs 2023 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***