YORUM | İSA YILMAZ (Ruanda’da Eğitimci)
Bu yazıda, aslında çok uzun bir dizide detaylıca işlenmesi gereken Ruanda Soykırımını ele alacağız. Ayrılan sınırlı yerden dolayı, soykırımın sadece günümüz Türkiyesi’nde de çok yaygın işlenmekte olan “nefret suçu” yönüne, nefret söyleminin neticelerine ve faillerinin akıbetlerini temas edeceğiz.
Böylelikle, acilen ve katı önlemler alınmazsa, günümüz Türkiyesi’nde bir tiryakinin devamlı ve zevkle sigara vb. tükettiği gibi iştahla işlenen “nefret suçu”nun açacağı ve bütün Türkiye’yi bekleyen tedavisi imkansız yaralara işaret etmiş ve bu tedbirlerin alınmasını teşvik etmiş olmak istiyoruz.
Öncelikle, meselenin arka planını ve yaşananların öncesini kısaca anlatmaya çalışalım.
Bölgede yaşayan ve soykırımda isimleri geçen iki kabile Hutular ve Tutsiler, Doğu Afrika’da, bugünkü adları ile Burundi ve Ruanda’da 1300’lerden beri beraber yaşamışlardır. Kolonisi oldukları Belçika’dan bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra, 60’larda ve 70’lerde Ruanda’yı ve Burundi’yi içine alan bölgede sular ısınmaya başladı, karşılıklı katliamlar oldu ve toplu göç hareketleri gerçekleşti. Ta ki 1994 yılının Nisan ayına kadar…
1994 yılında 6 Nisan’da ise Ruandalı Hutu Başkan Habyarimana ve beraberindeki Burundili mevkidaşı Ndadaye’yi taşıyan uçak Ruanda’nın başkenti Kigali üzerinde düşürüldü ve iki başkan ile Fransız mürettebat öldürüldü. Bu olay Ruanda’da 800.000 ila 1.000.000 kişinin öldüğü soykırımı tetiklemiş oldu. Bu uçak düşürme olayı ile alakalı, iki yıl sonra BM ve FBI tarafından yapılan soruşturma uçağı düşürenlerin gerçekten de Tutsiler olduğuna işaret etti. On yıl sonra bir yargıç Kagame ve RPF’yi iki Başkanın ve uçaktaki mürettebatın ölümünden sorumlu buldu. Kagame bu olaya karıştığını hep reddetti ve uçağı düşürenlerin Hutu radikalleri olduğunu söyledi. Suçlanan 9 kişiden biri olan ve Kagame’nin eski Genelkurmay Başkanı General Kayumba Nyamwasa ise uçağın düşürülmesinden Kagame’nin sorumlu olduğunu doğruladı. Ancak Batı’nın gözdesi Kagame, bu iddialara ilişkin olarak hiçbir zaman mahkemeye çıkmadı, yargılanmadı, hüküm giymedi.
Habyarimana’nın uçağının düşürülmüş olması soykırımı tetikleyen unsur olarak genel kabul görmüştür. Ancak, bizim yazımızın konusunu da teşkil eden “nefret suçu” gibi başka birçok etken de soykırım ortamının hazırlanmasına hizmet etmiştir. Örneğin, Ruanda’nın “sömürgeci efendisi” Belçikalı yöneticiler, kolonileri döneminde nüfusun sadece yüzde 15’ini oluşturan Tutsileri kayırarak yönetimde onları istihdam etti. Çoğunluk olan Hutular temel haklarından dahi mahrum bırakıldı. Böylelikle iki kabile arasında yapılan ayrımcılıktan ötürü aralarına fitne ve husumet girmiş oldu. 1962’deki bağımsızlıktan sonra çoğunluk olan Hutular Ruanda’da iktidara geldi ve yüz binlerce Tutsi ülkeden sürüldü. Bu Tutsi mülteciler komşu ülkelere, Kongo, Tanzanya, Burundi ve çoğunlukla Uganda’ya kaçtı.
İşte bu Tutsi sürgünler, Ugandalılar tarafından desteklenen ve hala siyasi bir parti olarak Ruanda’da iktidar olan RPF (Ruanda Yurtsever Cephesi) adında bir ordu kurdu. Şu an hala Ruanda Cumhurbaşkanı makamında olan, muhaliflerine nefes dahi aldırmadan işkencelerle, keyfi tutuklamalarla onları yok eden bir otoriter lider olarak tanınan Paul Kagame (bkz: Paul Rusesabagina ve Victoire İngabire vakaları) Uganda’da yetişti ve Uganda ordusunda istihbarat subayı oldu. Kagame 90’lı yılların başında RPF’yi yönetti ve yıllar sonra Ruanda’yı işgal etti. Bu esnada bir milyon Hutu RPF korkusuyla yurtlarından kaçtı.
Bağımsızlıktan itibaren mercek altına alacak olursak, 1962’de iktidara gelen çoğunluk Hutular, soykırım öncesi Ruanda’yı 30 yıl boyunca yönetti. Başkan Habyarimana, savaşı sona erdirmesi ve iktidarı RPF ile paylaşması için Batı’nın baskısı altındaydı. Habyarimana, kendi hükümetinin ‘şahin’ üyelerinin karşı çıkmasına rağmen 1993 yılında Arusha Barış Anlaşmasını imzaladı. RPF anlaşmayı kabul ettiğinde Paul Kagame de masadaydı. Ancak sadece azınlığı temsil ediyordu ve güçsüzdü.
Bütün bu süreçte, her iki tarafta da siyasi cinayetler işlenmekteydi. Küçük bir BM barış gücü birliği dahi gelmişti Ruanda’ya.
Bu arada RPF barıştan söz ediyor ama gerillalarını da gizlice hazırlıyordu. Diğer taraftan Hutu milisleri de hazırlık yapıyor, eğitim alıyor ve silah stokluyordu.
Bu noktada başlıkta da adı geçen, dönemin milyoneri Hutu işadamı Félicien Kabuga tarafından kurulan ve sonrasında ‘nefret radyosu’ diye anılacak olan RTLM’nin yayınları ve gazeteler ise Tutsilere karşı nefreti körüklüyorlardı. Ruanda en ufak bir kıvılcımla tutuşmaya hazırdı artık.
RTLM (Radio Télévision Libre des Mille Collines) yayınlarına 1993 yılı Temmuz ayında başladı. Bu radyo istasyonu, çoğunluğu Tutsi olan RPF ile Devlet Başkanı Juvénal Habyarimana arasında devam eden barış görüşmelerine karşı çıkıyor, ve barışa karşı propaganda rolünü üstleniyordu.
Partizan olmayan Ruanda devlet radyosunun aksine sık sık çağdaş müzik seçkileri de sunduğu için popüler bir istasyon haline geldi RTLM ve daha sonra İnterahamwe milislerinin (Hutuların paramiliter yapısı) büyük bölümünü oluşturan genç Ruandalılar arasında hızla sadık bir dinleyici kitlesi oluştu.
RTLM birçok Hutu’nun çok eskilere dayanan düşmanlıklarından ve önyargılarından da besleniyordu. Yayınlarda sunucular nefret dolu söylemleri, yoğun mizahın ve popüler Zaire müziğinin arasına yerleştirirlerdi.
Soykırım sırasında da RTLM, sadece Tutsilere değil, Arusha barış anlaşmasını destekleyen ılımlı ve hatta Tutsilerle evlenmiş olan Hutulara karşı da nefret ve şiddeti kışkırtarak, Ruanda’daki tüm Tutsilerin yok edilmesi gerektiğini savunarak bir propaganda kaynağı olmaya devam etti. RTLM bültenlerinde, halkın başka kaynaklardan alamayacağı son katliam haberlerini, kazanılan “zaferleri” ve benzeri siyasi olayları Tutsi karşıtı gündemlerini de destekleyecek şekilde haberleştirdi. Tutsilere karşı insanlıktan çıkarma (dehumanize) ve aşağılama (degrade) söylemlerinde bulunan RTLM, yayınları sırasında sürekli olarak Tutsilerden ve RPF’den ‘hamamböcekleri’ (cockroach) olarak bahsetti.
Bizzat benim de soykırımdan kurtulan insanlardan (survivors) dinlediğim rivayetlere göre, o gece Habyarimana’nın uçağının düşürülmesiyle soykırımı tetikleyen son bir yayınları daha oldu: “Artık, bu hamamböceklerini avlama zamanı gelmiştir…” RTLM sunucularından Kantano Habimana, “silahı olanların derhal bu hamamböceklerine gitmesi ve onları öldürmesi…” çağrısında bulundu.
RTLM’deki tek kadın sunucu olan Valérie Bemeriki de şiddet çağrılarıyla tanınıyordu; Bemeriki dinleyicilerine “o hamamböceklerini kurşunla öldürmeyin – onları bir maşete (pala) ile parçalara ayırın” diyordu.
“Hamamböceği” nefret söylemini daha da ileriye taşıyan Froduald Karamira ise Tutsilerin toplu olarak öldürülmesini teşvik eden günlük yayınlar yaptı ve hatta katliamların gerçekleştiği bazı yol barikatlarını bizzat denetledi.
Bu arada, yukarıda silah diye bahsedilen elbette ateşli silahlar, top-tüfek değildi. Böyle bir imkan o dönem için iki tarafın elinde de yoktu. Peki ya neydi? Palalar, baltalar ve kalın sopalar…
Evet, bu kaos ortamında eline palasını, baltasını alan sokaklara çıkmış, yüzlerce yıldır birlikte yaşadıkları, kilisede ayine beraber gidip dua ettikleri, birbirlerine çocuklarını emanet ettikleri komşuları ilk “av” olmak üzere tam bir sürek avı başlatmışlardı. Bu esnada 10 askeri öldürülen Belçika ülkeden çekildi ve BM de barış güçlerini göndermekten aciz kaldı. BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon yıllar sonra “daha fazlasını yapabilirdik, yapmalıydık” diyerek Ruanda halkından özür de dilemiştir.
Yüz gün süren bu soykırımda 800.000 ila 1.000.000 Ruandalı (Tutsi ve Hutu) yollarda, ormanlarda, kiliselerde, okullarda öldürüldü. Burada çok detaya girmeden şunu da ifade etmeliyiz. Resmi tarih ölenlerin hepsinin Hutular tarafından öldürülen Tutsiler olduğunu yazsa da araştırmalar neticesinde Amerikalı ve Fransız akademisyenler ve hukukçular ile insan hakları savunucuları aslında bunun demografik olarak mümkün olmadığını, aksine “kavgada yumruk sayılmaz” diyerek bir milyonun sekiz yüz binini Kagame’nin talimatıyla RPF bünyesindeki Tutsi askerlerin öldürdüğünü de ifade etmişlerdir. Bu yönüyle aslında Paul Kagame asrımızın hala yaşayan en büyük savaş suçlusu olarak da tartışmalı bir figürdür. İlgilisine 2014 yılında çekilen ve Ruanda ile Birleşik Krallık arasında diplomatik krize yol açan, BBC’nin ülkede yasaklanmasını dahi netice veren BBC yapımı ‘Rwanda’s Untold Story’ belgeselini vimeo’da mutlaka izlemelerini tavsiye edip geçelim.
Öncesiyle sonrasıyla, bu etnik çatışmaların, eski adıyla Zaire’yi, şimdiki Kongo’yu da içine alan Büyük Göller bölgesinde, Ruanda soykırımındaki 1 milyon da dahil, 5 milyon insanın canına mal olduğu tahmin edilmektedir. Evet, yüzlerce yıl aynı bölgede huzur içinde yaşamış, ortak dil Kinyarwanda’yı asırlarca konuşmuş bu iki kabile arasında son bir yüzyılda vuku bulan bu kavganın sonucu, 5 milyon can kaybı… çoğunluğu masum sivil kadınlar, çocuklar, hatta kaçan Tutsileri camilerde saklayarak ölümden kurtaran müslümanlar da dahil olmak üzere 5 milyon can…
Başta da ifade edildiği gibi Hutu başkanın uçağının düşürülmesi 1994’teki soykırımı tetikleyen unsur olarak kabul edilse de en az onun kadar etkili olmuş, soykırımın bu kadar canice, palalarla işlenmesine yöntem belirlemiş diğer en önemli unsur da “nefret radyosu” RTLM’nin yayınlarında işlediği nefret suçu olarak tarihe geçmiştir.
Peki, RTLM’de bu nefret suçlarını işleyen Kantano Habimana, Valérie Bemeriki, Froduald Karamira ile asıl RTLM’nin kurucusu, dönemin milyoner işadamı Félicien Kabuga’nın akıbetleri nasıl oldu?
Bunu da yazının ikinci kısmında ele alacağız.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***