YORUM | Dr. YÜKSEL ÇAYIROĞLU
Realiteler, çoğu zaman insanoğlunun talep ve beklentilerine aykırı gelişir. İsteriz ve bekleriz ki işlerimiz her zaman yolunda gitsin, sağlıklı ve dinç kalabilelim, sevdiklerimizden hiç ayrılmayalım, huzur ve mutluluğumuz her daim devam etsin. Kısaca, dünyada cenneti yaşamayı arzularız. Ne var ki dünya zıtlıklar diyarıdır. İyi ile kötü, güzel ile çirkin, hüzün ile sürur, hastalık ile sağlık, başarı ile fiyasko, zafer ile hezimet yan yana dip dibedir. Dünya insana sadece güzellikler, mutluluklar vaat etmez; hüzün ve tasayı, gam ve kederi, sıkıntı ve meşakkati de bağrında saklar.
Hayat hakikaten sürprizlerle doludur. Sanıldığı kadar basit ve öngörülebilir değildir. Bilakis oldukça kompleks ve belirsizdir. Her şeyi kontrol altında tutmak istesek de hayatın üzerinde sınırlı ve kısmî bir denetimimiz vardır. Bir anda onulmaz bir derde düşebilir, ölümcül bir hastalığa yakalanabilir, iflasın eşiğine gelebilir, ölümün soğuk yüzüyle tanışabiliriz. Eşimizle, çocuklarımızla, dostlarımızla ağır imtihanlar yaşayabiliriz. Hiç beklemediğimiz aksiliklerle, tersliklerle, engellemelerle, haksızlıklarla karşılaşabiliriz. Telafisi çok zor ağır kayıplar yaşayabiliriz. Aldığımız bütün tedbirler boşa çıkabilir, korktuğumuz acı akıbetten bizi koruyamayabilir. Söz gelimi toplamı bir gram etmeyen bir virüs bütün insanlığı kaldırıp yere vurabilir.
Şunu kabul etmek gerekir ki insanoğlu zannettiğinden çok daha güçsüzdür, acizdir, zayıftır. Bilgisi de iktidarı da sınırlıdır. Hayatımızın, irade ve tercihlerimize göre şekilleneceğini zannetsek de geriye dönüp baktığımızda durumun hiç de böyle olmadığını anlarız. Küçük bir dokunuş, bir el uzatış, bir nasihat, bir olay, bir “tesadüf” hayatımızı bütünüyle değiştirebilir. Arzi ve semavi afetler, sosyal hadiseler, savaşlar, diktatörler yüzünden bir anda hayatımız zehir zemberek olabilir.
Peki, tabiatı acz ve zaafla yoğrulmuş insanoğlu bütün bu olumsuzluklarla nasıl başa çıkacak? Maruz kaldığı sıkıntılar karşısında ruh sağlığını nasıl koruyacak? Şiddetle arzu ettiği, hırsla sahip olmak istediği şeylerin elinden gitmesine nasıl tahammül edecek? Tek kelimeyle cevap verecek olursak öncelikle bütün bunları kabul ederek. Psikologlar da zorluk ve problemlerle başa çıkmada “kabullenmenin” ne kadar önemli olduğu üzerinde ısrarla dururlar. Hatta “kabul ve kararlılık terapisi” diye bir terapi çeşidi bile gelişmiştir.
Kabullenme, dilimizde pasiflik, acizlik, boyun eğme, teslim olma, avuntu, züğürt tesellisi gibi anlamları da akla getirir. Fakat burada bahsedilen kabullenmenin bunlarla bir alakası yoktur. Bilakis kabullenmede, öncelikle, realiteleri görme ve hayatı acısıyla tatlısıyla olduğu gibi kabul etme vardır. Kabullenme, olayları yargılamadan ve manipüle etmeden olduğu hâliyle anlamayı, olan biten şeylerin farkına varmayı; arkasından da bu “olumsuz durum” karşısında ne yapılabileceği üzerinde kafa yormayı ve adım atmayı gerektirir.
Şikâyet mi, Kabul mü?
Hastalık, ölüm, zulüm, iflas gibi herhangi bir sıkıntı veya terslikle karşılaşan insanların önünde genellikle iki seçenek vardır: Birincisi bunu ret ve inkâr etme, maruz kaldığı felaketten ötürü serzeniş ve şikâyette bulunma, dövünüp sızlanma, kadere isyan etmedir. İkincisi ise durumu kabul etme, hayatın bizden istediği acı ve gözyaşını ondan esirgememedir. Şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki realist olanlar ve durumu kabullenenler, ret ve şikayet edenlere göre yaşadığı travmayı çok daha kolay atlatırlar. Hatta belki de yaşadıkları acıyı bir fırsata çevirir, onun sayesinde yeni yollar keşfeder, yeni ufuklara açılırlar.
Olan şeyleri olmamış gibi kabul etmenin, sıkıntıları görmezden gelmenin bize hiçbir faydası yoktur. Hayatın zorluklarını görmezden geldiğimiz sürece onlarla baş edemeyiz. Kabullenmediğimiz sürece bir sonraki adımı planlayamaz, çözüme odaklanamayız. Acı duyma insanî bir duygu olsa da şikayet ve sızlanmanın kimseye bir faydası yoktur. Kabullenmediğimiz her felaket, kin ve öfkemizi artırır, bizi fasit bir daireye sokar ve makuliyetten uzaklaştırır. Belki de bizi çaresizliğe, mutsuzluğa ve ümitsizliğe sürükler. Fakat yaşadığımız olumsuzlukları birer realite olarak kabul eder ve objektif bir şekilde değerlendirebilirsek, harekete geçer ve onlardan sıyrılma adına gerçekçi çözümler ortaya koyabiliriz.
Bununla birlikte kabullenme, sanıldığı kadar kolay değildir. Hayatımızda kabullenilmesi çok zor olan o kadar çok olay ve durum vardır ki! En basitinden çocuklarımızın başarısızlığını, akıl zayıflığını, gayriahlaki tutumlarını kabullenmek istemeyiz. Eşimizin, bize rahatsızlık veren kişilik özelliklerini reddederiz. Yaşlanmayı kabul edemediğimiz için genç kalabilme adına öyle yollara tevessül ederiz ki bunlar bazen bizi maskaraya çevirir. Çok sevdiğimiz bir yakınımızın vefatını kabul edemediğimiz için yıllarca o yaşıyormuş gibi davranmaya devam ederiz. Bazılarımız engelli çocuğunu kabul edemez bazılarımız kendi zaaf ve boşluklarını. Bazılarımız geçmişte yaşadığı olayları kabullenemez, bazılarımız geleceğin belirsizliklerini. Daha bunlar gibi kabullenmekte zorlandığımız o kadar çok şey vardır ki!
İşin kötüsü, kabullenemediğimiz bu gerçeklikleri değiştirmek de çoğu zaman elimizde değildir. Söz gelimi zamanı durduramaz, ölümü öldüremez, kabir kapısını kapatamayız. Alacağımız tedbirlerle zararlı etkilerinden bir derece korunsak da arzî ve semavi afetlerin önüne geçemeyiz. İnsanoğlu her ne kadar barış ve huzurun arkasında koşsa da şimdiye kadar hiçbir asırda dünyadaki zulümleri, savaşları, işkenceleri, soykırımları bitirememiştir. Daha bunlar gibi irademizi aşkın dünya kadar dert ve sıkıntı bizi bekler. (İrade ve iktidarımız dahilinde olan olay ve olgulardan şikayet etme ayrı bir acziyettir, tembelliktir. Verdiğimiz misallerden de anlaşılacağı gibi üzerinde durduğumuz konu bu değildir.)
İşte kontrol edemediğimiz ve değiştiremediğimiz hayatın sıkıntılarını kabullendiğimiz takdirde acılar bir nebze de olsa hafifleyecek, belki de elemler lezzete dönüşecektir. “Kadere iman eden kederden emin olur.” (Deylemi, 1/113) hadisi de aslında bir yönüyle bu gerçeğe işaret eder. Başka bir rivayette de şöyle buyrulur: “Kadere iman, kaygı ve üzüntüyü giderir.” (Münavî, Feyzu’l-kadîr, 3/187) Zira kadere iman eden bir insan hâlinden şikayet etmez. Boş yere sızlanıp ağıt yakmaz. Bilakis gelen şeyin nereden, kimden ve niçin geldiğini çok iyi idrak ettiğinden kabul, rıza ve teslimiyet ile karşılar.
Tekrar edecek olursak, bazıları böyle bir tavrın pasiflik ve acizlik olduğunu düşünür. Oysaki durum, zannedilenin tam aksinedir. Şikayet ve sızlanma aktif bir hareket tarzı gibi görünse de pasiftir. Rıza ve teslimiyet pasiflik gibi algılansa da aslında aksiyon ve hamlenin ilk adımıdır. Şöyle ki şikayet insanda var olan bütün enerjiyi bir sünger gibi çekip bitirir. Kişiyi korku ve paniğe sevk eder. Kısır bir döngüye sokar. Çaresizliğe sürükler. Dikkatini, güç ve enerjisini değiştiremeyeceği dış faktörlere sarf eden bir insan muvakkat bir rahatlama yaşasa da bir süre sonra tükenir.
Kadere iman eden kimse ise Allah’ın yazdığından başkasının başına gelmeyeceğini bilir. Bu yüzden lütuf gibi kahrı da hoş karşılar. Kahır karşısında panik yaşamaz, sarsılmaz. Bolluk ve genişlik hâlinde olduğu gibi, darlık ve sıkıntı hâlinde de rızadan ayrılmaz. Sahnede rol alan aktörlere takılmadan, kaderin, başına gelen felaketlere niçin yol verdiğini anlama adına nefis muhasebesi yapar. Maruz kaldığı bela ve musibetlerin hem zahirî hem de batınî sebepleri üzerinde derinlemesine tefekkür eder. Onların hikmetlerini anlamaya çalışır. Dış yüzü acı hâdiselerin bağrında saklanan güzellikleri görmeye odaklanır. Sabrın sonunun selamet olduğunu bilir. Her zorlukla birlikte bir kolaylık olduğuna inanır. İşte bu inanç ve kabulü sayesindedir ki yaşadığı olumsuz durumlara teslim olmaz, çaresizliğe düşmez, depresyona girmez.
Yaşanan olaylara kader ve hikmet penceresinden bakmayan/bakamayan kimselerin felaketler karşısında verdikleri tepkiler hemen hemen aynıdır. Önce şaşkınlık ve şok yaşarlar. Arkasından neden ben/biz sorularını sorarlar. Çünkü daha fazlasını hak ettiklerini, daha güzeline layık olduklarını düşünürler. Bu yüzden onlarda öfke oluşur. Sorgulamalar, suçlamalar ve yargılamalarla rahatlamaya çalışırlar. Çeşitli ruhsal sorunlar, depresyon ve travmalar yaşarlar. Bunlar bir kısım bedensel hastalıkları da tetikler. Hatta yaşanan felaketin büyüklüğüne göre bazıları hayata küser ve bütünüyle kendilerini dış dünyaya kapatırlar.
Modern psikolojinin diliyle durumu kabullenenler veya din diliyle kader inancına sahip olanlar ise süreci çok daha makul ve dengeli yönetir, en az hasarla tekrar normal hayatlarına dönmeyi başarabilirler. Hem de bilenmiş, pişmiş, güçlenmiş ve dersini almış olarak. Zira hüzün ve acıların dili iyi okunabilirse bunlar insana yeni şeyler öğretir, yeni şeyleri keşfettirir.
Pek çok psikoloğun da üzerinde durduğu gibi aslında önemli olan, insanın başına gelenler değildir, bunlarla ilgili düşünceleridir, iç konuşmalarıdır, duygularıdır, tepkileridir. Mesela yaşlılık, hastalık ve ölüm çoğu insan açısından acı verici ve huzursuz edici realitelerdir. Fakat Bediüzzaman Hazretleri “Yaşlılar Risalesinde”, “Hastalar Risalesinde” ve eserlerinin farklı yerlerinde bunlarla ilgili öyle düşünceler serdeder ki âdeta insanı yaşlanmaya, hastalanmaya, ölmeye özendirir. Hâdiselere iman gözlüğüyle bakabilen bir kimse başkalarının görmediği sırları, hikmetleri, boyutları görür. Bu yüzden onun tepkileri ve değerlendirmeleri de farklı olur.
Toparlayacak olursak, biz istesek de istemesek de, tedbir alsak da almasak da kader hükmünü icra edecek ve hayatımızda mutluluklar yanında her zaman bir kısım acılar da olacak. Belki planlarımız bozulacak, belki mahrumiyetler yaşayacak, belki de hayatımız alt üst olacak. Biz de ya bu acıların kurbanı olacak, geçmişe takılıp kalacak, bir çıkmazın içinde bocalayıp duracak ya da her şeye rağmen hayatın devam ettiğini bilip bir an önce toparlanacak ve bugünü inşa etmeye çalışacağız. İşte yaşadığımız acı ve kederlerle başa çıkmada kader inancı bize hem büyük bir güç ve enerji veriyor hem de farklı bakış açıları kazandırıyor. Olayları daha net anlamlandırmamıza yardım ediyor. Hayatın tesadüfler yumağından oluşmadığını ve bizim de yalnız olmadığımızı hatırlatıyor. Bize tevekkül etmemin müthiş iç huzurunu duyuruyor. Zihin ve kalp dünyamızda biriken fazla ve gereksiz yükleri atmamıza yardım ediyor. Bizi hâdiselerin altında kalıp ezilmekten kurtarıyor.
Dolayısıyla kader inancının, modern psikolojinin çok daha ötesinde insana iç huzuru verdiğini söyleyebiliriz. (Günümüzde bazılarınca yanlış anlaşılan veya istismar edilen kader anlayışını konu harici tutuyoruz.) Yazıyı Bediüzzaman Hazretlerinin şu cümleleriyle bitirelim: “Kadere imân olmazsa hayat-ı dünyeviye saadeti mahvolur. Elîm musîbetlerde, ne vakit kadere imân cihetine bakardım, musîbet gayet hafifleşiyor görüyordum. Ve ‘Kadere imân etmeyen nasıl yaşayabilir?’ diye hayret ederdim.”
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***