YORUM | PROF. DR. MEHMET EFE ÇAMAN
İkinci turun ana belirleyicisi olan Türk milliyetçiliği, paradoksal olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun birinci tur öncesinde yakaladığı momentumu ortadan kaldırdı. İlerici ve demokratikleştirici söylemlerin yerini alan ırkçı, zenofobik, mülteci karşıtı nefret söylemleri, zaten patlama yapmış ve hücresel seviyede Türkiye siyasetini zehirlemiş olan aşırı sağın yelkenlerine rüzgâr olmaya devam ediyor. Bu patolojinin eğer ki farkında değilse, Kılıçdaroğlu ve ona destek veren kitleler, 29 Mayıs 2023 sabahı çok büyük bir şok yaşayacak.
Şaşırıyorsunuz biliyorum. “Sol ve sosyal demokrat olduğunu ileri süren bir parti ve onun cumhurbaşkanı adayı genel başkanı nasıl oluyor da bu nasyonalist diskuru benimseyiveriyor?” diye soruyorsunuz kendi kendinize. Oysa sizden saklanan, daha doğrusu iyi kamufle edilen bir gerçek orada öylece gayet yalın şekilde duruyor ve gözlerinizin içine bakarak şunu kulaklarınıza fısıldıyor: “CHP hep buydu!” Kuruluşunun mayasında milliyetçilik olan, İttihatçı “etnik Türk ulusu” tezine yürekten sarılmış, ulus devlet kuruluşunu bu homojen ve homojenleştirici etno-milliyetçilik üzerine tasarlanmış, 1930’ların faşizm atmosferine gayet iyi uyum sağlamış bir tek parti iktidarının halen benimsenmeye devam eden mirası üzerine politikalar üreten bir parti bu. Onun milliyetçilikten nemalanmaya çalışması, MHP geleneğinin çok daha gerisine, devletin kuruluş anına kadar tespit edilebilir. Altı Ok’un temeli, milliyetçilik veya Atatürk Milliyetçiliği, kökleri İttihat ve Terakki geçmişinde olan, çok uluslu bir imparatorluktan homojen bir millet yaratma idealini benimsemiş bir ekoldür. Yani Türkeş, Atsız, Bahçeli, Özdağ ve Oğan’lardan çok daha gerilerde, yüklü bir bagajdır söz konusu olan. CHP bu bagajın asıl sahibidir.
CHP tabanında etno-nefret sanki yeni bir şeymiş gibi konuşanları görüyor, bıyık altından onlara gülümsüyorum. Arap nefreti, Ortadoğulu olmama çabası olarak tezahür eden bir kompleksin dışavurumudur. İttihatçılar ve Kemalistler Orta Asya’dan göç mitine dört elle sarıldılar ki Araplarla ve diğer Ortadoğulularla araya iyi bir mesafe koyabilsinler. Bu nedenle 900 yıllık tarihsel gerçekler inkâr edildi. Sosyolojik ve antropolojik malzeme tahrif edilerek istenilen kıvamda bir diskur inşa edildi. Dahası, Yunan, Ermeni ve Slav çevreden de sıyrılabilmek için Orta Asya miti idealdi. Herkesi kandırabildiler, ama aynaları kandıramadılar. Buna rağmen – haklarını teslim etmeli – beyin yıkama meyvelerini verdi. Dile kolay, tam yüz yıl insanlara aynı masalı anlattılar tarih derslerinde.
Habis ulus devletler dönemi, 1940’larda kapandı dünyada. Bu işin en rijit versiyonlarını uygulamış olan sosyal Darwinist Almanya ve İtalya vakaları bile bu geçmişlerinden arınarak düzgün denebilecek bir tarihi zemin üzerine, politik bakımdan doğru değerlere dayalı yeni tip civic kimlikler inşa etmeye çalıştılar. Nazilikten ve faşizmden arınmak kolay olmadı. Enfekte olan vücudu mikroorganizmadan korumak gibi, güç bir işti bu. Bunlar olurken, Türkiye’de benzer bir virüs sürekli korundu ve kollandı. Çoğu okuryazar bunu Müslüman bir toplumun uluslaştırılması ve sekülerleştirilmesi üzerinden meşrulaştırmaya girişti. Böylece 1930’ların nasyonalizmi Yirminci Yüzyıl’ı geride bıraktı ve Yirmi Birinci Yüzyıl’a da başat ideolojik ve kimlik belirleyici element olarak girdi.
Ne var ki Kürtleri asimile ederek homojen ulus konseptini gerçekleştirmek bu devasa devlet politikasına rağmen başarılamadı. Hıristiyanlardan “kurtulan” Türk ırkçıları, Yunansızlaştırılmış, Ermenisizleştirilmiş, Süryanisizleştirilmiş bir ülke oluşturdular. Ama Kürtsüzleştirmeyi başaramadıkları her on yıl devleti daha da agresifleştirdi ve hukuksuzlaştırdı.
İkinci turun en önemli belirleyicisi işte bu zıvanadan çıkmış nasyonalizmdir. Kılıçdaroğlu’nu yörüngesine sokan bu nasyonalizm, esasen Türkiye siyasetinin Türk cephesi ve diğerleri (ötekiler) olarak nasıl ayrıldığını gözler önüne seriyor. Erdoğan’dan kurtulmak düşüncesinin büyüsüne kapılmış seküler ve kentli modernler, nasyonalizmin İslam’dan daha ağırlıklı olarak kimlik belirleme kabiliyetinden medet umuyorlar. “Araplaşma ve Ortadoğululaşma” tehlikesini Nazileşerek bertaraf edebileceklerini hayal ediyorlar. 11 Milyon Suriyeli mültecinin ve milyonlarca Afgan sığınmacının sınırdışı edileceği vaadi, onları heyecanlandırıyor. Otoriterleştirilmiş devlete egemen olmak ve eldeki yetkiyi acımasızca ötekileştirilmiş olan gruplara karşı kullanmak, Erdoğan’dan ve “dincilerden” devleti kurtararak onları bilindik Kemalist sopayla “rehabilite etmek”, Kılıçdaroğlu’nun sağa kaymasından rahatsız olmamaları sonucunu beraberinde getiriyor. Yaklaşımları Türkiye siyasi kültürüne göre gayet de rasyoneldir esasında. 100 yıllık endoktrinasyon meyvelerini veriyor. Umut da, umutsuzluk da faşizmden geçmektedir. Soğanın iki ucu da pisliğe batmıştır. Erdoğanlı ve Erdoğansız Türkiye opsiyonlarının ortak noktası rejimdir. Ve bu tehlikeli hayalettir.
Ve Sinan Oğan Erdoğan’a destek vereceğini açıkladı.
Yukarıda anlattıklarım, bunun fazla bir önemi olmadığını gösteriyor. O yüzden çok üzülmeyin. Bu arada Sinan Oğan’ın dilinden konuşan Kılıçdaroğlu’nun daha fazla oy alacağını uman stratejistler: aldığınız maaşları hak etmiyorsunuz! Ama fark eder mi? Sizlerin de kolayca saf değiştirebileceğinden eminim. Zaten her ne kadar iki cephe de varmış gibi görünse, bu iki cephe Millet ve Cumhur ittifakları değil. Türk siyaseti ve karşısındaki yüzde onluk Kürt siyaseti! Osmanlı İmparatorluğu çökeli 100 yıl oldu, ama elindeki son sömürgesi olan Türkiye Kürdistanı üzerine oyun hala devam ediyor. Arnavutlar ve Araplar kadar şanslı olmayan Kürtlere karşı var gücüyle (ve tüm faşizm potansiyeliyle) direnen birleşik Türk cephesi seçimlerin mutlak galibi olacak. Diğer bir ifadeyle Millet İttifakı da Cumhur İttifakı da anti-Kürt Türk nasyonalizmini ana seçim malzemesi haline getirmiş durumdalar. Ve her iki grup da Oğan ve Özdağ destekçileri gibi Türk Nazilerinden oy alma yarışındalar. Kürt siyaseti için gayet öğretici bir ders bu.
Gelelim seçim sonrası ana mesele olan demokratikleşme ve hukuka dönüş konusuna.
Kısaca şunu öngörüyorum: Kısa ve orta vadede Türkiye’de “FETÖ” söyleminin sona ermesi mümkün değil. Dahası, aynı şekilde yine kısa ve orta vadede KHK’lıların görevlerine topluca iadesini de öngörmüyorum. Orta vadede bazı siyasi tutsakların – göstermelik olarak – serbest kalması gerçekleşebilir. Kılıçdaroğlu seçilirse bu ihtimal artar. Erdoğan seçilirse (ki muhtemelen bu olacak), bunu elinde pazarlık marjı olarak kullanır. Batı’yla ilişkilerinde bir joker olarak gerektiğinde bu hamleyi yapar, mesela Kavala’yı bırakır veya bunun müzakeresini yapar. Rejim devam edecek. Bunu yıllardır yazdım ve söyledim. “Moral bozma” denilip azarlansam da, hep motivasyon koçu olmadığımı, görevimin nesnel siyasi analiz yapmak olduğunu anımsattım.
Türkiye siyaseti büyük bir musibetle karşılaşmadan kendisine çeki düzen vermeyecek gibi görünüyor. Uzun erimde özellikle aklı başında ve zeki gençler için Türkiye iyi bir gelecek sunmuyor. Zaten bunu beklemeyen, en azından tatillerini Türkiye’de geçirebilecek kadar normalleşme hayal eden siyasi takibata uğramış yurt dışı Türkiyelileri için de, üzgünüm, bu veya önümüzdeki yaz Türkiye’de bir tatil olanağı mümkün olmayacak gibi.
İkinci tur notlarıma bu hafta devam edeceğim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***