YORUM | AHMET KURUCAN
“Ey hükümdar! Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Ağaçtan ve taştan yapılmış putlara tapar, kendiliğinden ölmüş hayvanların etlerini yer, kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmez, komşu hakkı tanımazdık. Kuvvetli olanlarımız zayıflarımızı ezer, zenginlerimiz fakirlerin sırtından geçinirdi. Hak hukuk nedir bilinmezdi.”
“Biz bu halde iken Allah celle, bizim içimizden asil soylu, doğru, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O bizi bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızdan miras kalan putlara tapmaktan bizleri kurtardı. Doğru söylemeyi, emanete riayet etmeyi, akrabalarla iyi geçinmeyi, komşuları gözetmeyi emretti. Bütün kötülük ve günahları, kan dökmeyi, yalancı şahitlik yapmayı, yetim malı yemeyi ve namuslu kadınlara iftira etmeyi ise yasakladı.”
“Biz de onu doğruladık ve ona iman ettik. Allah’tan ona gelenlere tabi olduk. Sadece Allah’a ibadet ederek O’na hiçbir şeyi ortak koşmadık. Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını ise helal bildik. Halkımız bu sebeple bize düşman oldu, bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamız ve önceden yaptığımız kötülükleri yeniden işlememiz için bize işkence ettiler. Hayat bizim için çekilmez bir hale geldi, dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinde senin ülkene sığındık. Seni başkalarına tercih ettik. Senin himaye ve komşuluğuna can attık. Ey hükümdar, biz senin yurdunda hiçbir kötülüğe maruz kalmayacağımızı ümit ediyoruz.”
Bu tarihi sözler Mekke’de farklı bir dine inandıkları ve böylece statükoya baş kaldırdıkları için kendilerine yaşama hakkı tanınmayıp Habesistan’a hicret eden bir grup Müslümanın sözcüsü olarak Cafer b. Ebi Talip’in Habeş meliki Ashame’ye söylediği sözler. İslam öncesi ve sonrası mukayesesi yapılarak söylenen bu sözlerde İslam’ın temel ilkelerini çıkartmanız mümkün. Tek tek saymaya gerek var mı bilmiyorum. İsteyenler bu gözle üç paragraflık bu metni bir daha okusunlar; okusunlar ve irade ve ihtiyarla, özgürlük ve sorumlukla birleşen imanın nelere kadir olduğunu görsünler.
Nereden çıktı bu diyebilirsiniz bana. Yakında yaptığımız Almanya seyahatinde eşimin online olarak tanışıp yüz yüze görüşmeleri ile perçinleşen arkadaşının söylediği söz bunları bana hatırlattı. Karı-koca, ikisi de yaşını başını almış, Türkiye’de çocukları ve torunları ile emeklilik hayatlarını yaşayan insanlarmış. Eşimin arkadaşının kocası hayatını güvenlik bürokrasisinde milletine hizmet etmekle geçirmiş bir insan. Ben de tanıdım kendisini. Bir günü beraber geçirdik Frankfurt’ta. 15 Temmuz meş’um hadisesi bunları da vurmuş. Parçalanmış bir aile. Çocuklarından biri de eşiyle birlikte KHK’lı. Birlikteler. Diğeri ise bir ada ülkesinde yaşıyor ve henüz buluşamamışlar. İlerleyen yaşlarına rağmen iltica ettikleri bu ülkede dil kursuna gidiyorlar. İltica sisteminin önlerine koydukları kurallara uyuyorlar sonuna kadar. Her mülteciye verilen miktar ile hayatlarını kıt kanaat idame ettirmeye çalışıyorlar. Türkiye standartlarında konforlu ve rahat bir yaşamdan bu hale düşmelerine rağmen hiç pişman değiller ve mültecisi oldukları ülkeye karşı hem müteşekkir hem de vefa hisleri ile dolular. Nasıl olmasınlar ki, yıllarca kelle koltukta elde silah sınır boylarında nöbet beklemesine, canı pahasına teröristlerle mücadele etmesine rağmen kendi ülkesi ona terörist derken daha düne kadar gavur dediğimiz bir ülke bağrını açmış, temel insan hak ve özgürlüklerini vermiş, yetmemiş dil öğretiyor, cebine harçlık koyuyor, sağlık sorunlarını dert etme diyor, hele şu dili belli seviyede hallet sana yaşına ve kariyerine uygun iş de bulacağım diyor. Evet nasıl minnet ve şükran duyguları içinde olmasınlar ki? İnsan olmak, Müslüman olmak, ahlaklı olmak ve vicdan sahibi olmak böyle düşünmeyi gerektirmez mi?
Bu mazlum ve mağdur ailenin hanımının eşime anlattığı bir hadise beni derinden etkiledi. Bu yazıyı da onun için kaleme alıyorum. Demiş ki: “Bizim Almanya’ya bize yapmış oldukları iyiliklerin karşılığını maddi olarak geri vermemiz imkansız ama elimizden geleni de yapacağız. Asalak olarak değil şerefimizle haysiyetimizle yaşayacağız. Dil kursunun bitiminden sonra iş bulacak, ilerleyen yaşımıza rağmen çalışacak ve maddi yardımlarını almayacağız. Şimdilik başka çaremiz olmadığı için alıyoruz” ve beni derinden derine etkileyen şu cümleleri ilave etmiş. “Market alışverişi yapıyoruz fakat marketten aldığımız eşyaları gündüz evimize koymuyoruz. Geceyi bekliyor, çevrede kimseler yokken, apartmanda herkes uyurken koymaya çalışıyoruz. Bizim mülteci olduğumuzu çevremizdeki Almanların hepsi biliyor. O market torbaları ile evimize girerken bizi görürler ve siz bizim alın teri dökerek elde ettiğimiz kazancın vergileri ile besleniyorsunuz, bu eşyaları onlarla alıyorsunuz diye ezici bir nazar atfetmesinler diye böyle yapıyoruz.”
Hayatı boyunca şerefi ve haysiyeti ile yaşayan, alın teri ile kazandığı helal para ile hayatını sürdüren bir insandan da bu beklenir. Ben inanıyorum ki onların mülteci olduğunu bilen ve sisteme de vakıf olan Almanlar o market poşetleri ile onları görmeseler de öyle düşünüyor olabilirler ama onların bu düşüncelerini eyleme dökebilecekleri zemini hazırlamama ve eğer yapacak olurlarsa o üstenci bakışların altında ezilmeme için oldukça önemli geldi bana bu davranış şekli. Zira bu düşünce onları hayata asılmaya, bir an önce ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde durmaya sevkeder.
Bitireyim, ne diyordu Hz. Cafer: “Onun haram kıldıklarını haram, helal kıldıklarını ise helal bildik. Halkımız bu sebeple bize düşman oldu, bize zulmettiler. Allah’ı bırakıp eskisi gibi putlara tapmamız ve önceden yaptığımız kötülükleri yeniden işlememiz için bize işkence ettiler. Hayat bizim için çekilmez bir hale geldi, dinimizi yaşayamaz olduk. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinde senin ülkene sığındık.”
Gördüğünüz gibi değişen bir şey yok. Zalim zulmüne devam ediyor. Arif Nihat Asya’nın dediği gibi
“(Ebu Leheb öldü) diyorlar:
Ebu Leheb ölmedi, yâ Muhammed;
Ebu Cehil, kıtalar dolaşıyor!” Ama Ebu Leheb’in ölmediği, Ebu Cehil’in kıtalar dolaştığı dünyada Necaşi’ler de var ve mazlumlara kucak açıyor. Bu ve emsali yüzbinlerce ailenin de yaşadığı işte bu.
Şöyle bitireyim: dünyanın dört bir yanına yayılmış bu ve emsali insanların Allah yar ve yardımcıları olsun. Bu kadar insani, dini, ahlaki ve vicdani duyarlılığa sahip insanlara terörist diyenlerin de dilleri kurusun.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***