Kuzey İrlanda’nın başarılı genç kadın gazetecilerinden Lyra Mckee, 4 sene önce her zamanki gibi Katolik-Protestan çatışmasıyla ilgili haberlerin peşindeydi. Birleşik Krallık’tan ayrılarak İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmek isteyen Kuzey İrlandalı Katolik gençler, geçmişte İngilizler tarafından katledilen ayrılıkçıları anmak amacıyla Katoliklerin yaşadığı Derry şehrinde protesto düzenliyordu. Lyra Mckee, polisle çatışan göstericileri izliyor, sosyal medyadan yaşananları aktarıyordu.
Kuzey İrlanda’nın en etkili 30 yaş altı gazeteci listesine giren Lyra Mckee.
Göstericilerin arasından aniden maskeli bir adam çıktı ve polise doğru 12 el ateş açtı. Kurşunlardan biri Lyra’nın kafasına isabet etti, hastaneye kaldırılan 29 yaşındaki kadın hayatını kaybetti.
Lyra o gün öldürülmeseydi bir hafta sonra kız arkadaşına evlenme teklif edecekti. Sevgilisi için yüzük bile almıştı.
Lyra ve kız arkadaşı.
İki gün sonra, Lyra’nın vurulduğu yerdeki duvarlara grafitiler çizildi: “İşbirlikçi muhbirler unutulmayacak. Yeni IRA muhbirleri vuracak.”
Lyra’nın öldürülmesinden 4 sene sonra, cinayeti araştıran baş detektif John Caldwell, oğluyla yaptığı halı saha maçının ardından arabasına binerken oğlunun gözü önünde katledildi.
İki saldırıyı da 25 sene önce ayrılıkçı Katolikler ve Protestanlar arasında imzalanan, ayrılıkçı IRA örgütünün silah bırakma kararı aldığı Hayırlı Cuma Anlaşması’nı tanımayan, silahları bırakıp siyasete girmeyi reddeden Yeni IRA gerçekleştirmişti.
Detektif Caldwell’in, gazeteci Lyra’nın katledilmesini Kuzey İrlanda’daki bütün gruplar kınadı, birbirileriyle anlaşamayan liderler omuz omuza cenazelerine katıldı: Protestanlar, ayrılıkçı Katolikler, iki mahalleye de mesafeli olan liberaller…
Birleşik Krallık’ta kalmak isteyen Protestanlar ve İrlanda Cumhuriyeti ile birleşmek isteyen ayrılıkçı Katolik liderler cenazede Lyra’nın cenazesinde yan yana.
Hayırlı Cuma anlaşması, 1998’de imzalanmıştı. İki masum insanın katledilmesi, barışın ve toplumsal huzurun sadece kâğıt üstüne atılan imzalarla getirilmesinin zor olduğunu gözler önüne sermişti.
Mahalle duvarları yükseliyor
İrlanda Cumhuriyeti, 1921’de Birleşik Krallık’tan ayrıldı ve bağımsızlığını ilan etti. Buna karşılık, İrlanda adasının kuzeyindeki çoğunluğu oluşturan Protestanlar Birleşik Krallık’a bağlı kalmayı sürdürmek istedikleri ve Katoliklerle aynı ülkede yaşamak istemedikleri için yeni kurulan bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’ne katılmadılar. Fakat Kuzey İrlanda’nın yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan Katolik azınlık İrlanda’ya katılmak istiyordu. Bu ayrılık sonucunda yıllar sürecek olan iç çatışmalar başladı. Protestan Birlikçi Kuzey İrlanda hükümetlerinin Katoliklere yönelik dışlayıcı politikaları ve sert kutuplaştırıcı söylemleri nedeniyle 1960’lı yıllardan itibaren iç çatışmaların şiddeti arttı. Polis gücünün yüzde 90’ı Protestanlardan oluşuyor, Katolikler hâkim, savcı, üst düzey devlet memuru olamıyordu.
Katolikler, ABD’de 1960’lı yıllarda başlayan Martin Luther King liderliğindeki siyah hareketinden etkilendi ve aynı yöntemleri, sloganları kullanarak örgütlenmeye, barışçıl eylemler yaparak eşitlik talep etmeye başladı. Çoğunluğun tiranlığı sona ermeliydi. Kuzey İrlanda’daki Protestanlar ise şiddetle karşılık verdiler, İngiliz ordusu ve polisi bölgeye çağrıldı, her türlü protestoya şiddetle müdahale edildi. 26 silahsız göstericinin İngiliz polisleri tarafından katledildiği Kanlı Pazar bu korkunç olaylardan sadece biriydi.
Bu gerilim mahallelere de yansıdı. Katolik ve Protestan gençler birbirlerinin evlerini taşlamaya, basmaya başlayınca çok sayıda insan mahalle değiştirdi, taşındı. Mahallelerin etrafı uzun ve yüksek duvarlarla örüldü, gece giriş çıkışlar silahlı bekçilerce denetlenmeye başladı. Cemaatlerin arasında örülen duvarlar büyüdü, şiddet azalmadı.
Protestanlar UDA, Katolikler IRA adında paramiliter silahlı örgütler kurarak kendi mahallelerini şiddet eylemlerinden korumaya, terör saldırıları düzenleyerek karşı tarafı yıldırmaya, kendi toplulukları içerisinde “hain” gördükleri kişileri, yeterince mezhepçi bulmadıkları insanları, muhbirleri kaçırıp öldürmeye başladı. 1960’lardan itibaren yaşanan çatışma sürecinde yaklaşık 3000 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi hapse atıldı.
Hayırlı Cumalar İrlanda
Bu iç çatışma, 1998 yılında sona erdi. Katolikler ve Protestanlar ABD’nin arabulucu, Birleşik Krallık ve İrlanda Cumhuriyeti’nin taraf olduğu bir barış sözleşmesi imzaladı. Savaş, Hayırlı Cuma Anlaşması ile sona ermişti. Anlaşma Kuzey İrlanda’nın Birleşik Krallık ile olan siyasi birliğini teyit ediyor, fakat Kuzey İrlanda’da azınlık olan Katoliklerin siyasi, kültürel, dini haklarını da güvence altına alıyordu. Anlaşma Kuzey İrlanda halkı tarafından yüzde 70 oranla kabul edildi.
IRA örgütü silah bıraktı ve örgüt militanları siyasete atıldı, hapishanede geçmişte en ağır suçları işleyen milisler dahi serbest bırakıldı. Kuzey İrlanda’daki siyasi sistem ise her mezhebin ortak yönetimine dayanan bir yapıya dönüştürüldü.
Anlaşma farklı etnik, dini grupların çatışma sonrası ortak bir demokratik yönetime geçmelerini esas alan “consociationalism” yani, büyük ortaklık yönetim sistemine dayanıyordu. Sistemi Kuzey İrlanda siyaset bilimci Arend Lijphart formüle etmişti. Bu sisteme göre, toplumdaki gruplar olası çatışmaları önlemek için devlet gücünü belirli oranda bölüşüyor, belirli pozisyonlar mezhep esasına göre paylaştırılıyordu.
Kuzey İrlanda Meclisi’nde temsil edilen partiler kendilerini üç kategoriden birini seçerek tanımlamak zorunda kaldı: “Birlikçi” (yani Birleşik Krallık’ta kalmak isteyen Protestanlar), “Cumhuriyetçi” (yani İrlanda ile birleşmek isteyen Katolik ayrılıkçılar) veya “Diğerleri”. Şu anda DUP partisi Birlikçiyken, Sinn Fein Cumhuriyetçi, liberal merkez parti Allience ile Yeşiller Partisi ise “Diğerleri” olarak kayıtlı.
Düzenlenen seçimler sonucunda 90 sandalyeli mecliste en çok sandalyeye sahip olan siyasi parti başbakan adayı gösterme hakkına sahip oluyor. Fakat Birlikçi ve Ayrılıkçılar arasındaki uyumu sağlamak amacıyla eğer başbakan Birlikçi bir parti mensubu olursa başbakan yardımcısının Ayrılıkçı, Ayrılıkçı bir başbakan olması durumunda, başbakan yardımcısının Birlikçi olması şart. Yani Birlikçiler ve Ayrılıkçılar arasında bir koalisyon olmadıkça hükümet kurulamıyor. Bu nedenle iki kesimin de uzlaşıp ortak bir hükümet kurması gerekiyor.
Bakanların seçimi de zoraki bir koalisyon sistemine dayanıyor. Başbakan ve başbakan yardımcısı Birlikçiler ve Ayrılıkçılar arasından seçildikten sonra bakanlıklar mecliste bulunan bütün partilerin sandalye sayısına göre dağıtılıyor. En çok oyu alan parti ilk bakanlığı seçme hakkına sahip oluyor. Kabine dağılımına katılmak zorunlu değil, fakat Birlikçi veya Ayrılıkçı bir parti başbakan yardımcılığı pozisyonunu kabul ederek hükümete katılmadığı zaman hükümet kurulamıyor. Bu nedenle Ayrılıkçıların veya Birlikçilerin başbakan yardımcısını hükümete vermeyerek sistemi tıkayıp yeni seçimlerin veya geçici hükümetlerin yolunu açması, hükümet krizlerinin yaşanması sistemin doğal bir sonucu.
Kabinedeki tek istisnai pozisyon ise Adalet Bakanlığı. Adalet Bakanının seçilmesi için meclisteki hem Birlikçi hem Ayrılıkçı milletvekillerinin çoğunluğunu alması, iki toplum tarafından onaylanması gerekiyor. Hem Birlikçilerin hem Ayrılıkçıların aynı anda desteğini almak zorunda olan Adalet Bakanlığı görevini ise tahmin edilebileceği üzere uzun yıllardır liberal Allience Partisi liderleri üstleniyor. Liberaller yine ikili çatışma arasında makul bir merkez inşa etmeye çalışıyor.
Anlaşmaya göre, meclisin işleyişi de iki toplumun işbirliğine dayalı. 90 milletvekilinden 30’unun imzaladığı bir öneri ile herhangi bir yasa tasarısı “bütün toplumları ilgilendiren yasa” olarak nitelendiriliyor ve böylece bu noktadan sonra yasanın meclisten geçmesi için hem Birlikçilerin hem Ayrılıkçıların desteğini alması gerekiyor. Katoliklerin ve Protestanların birbirilerine zarar verebilecek önerilerinin önüne geçilmesi için kurulan bu mekanizma sık sık suistimal ediliyor. 1998’den bu yana 150 kez devreye sokulan bu mekanizma geniş yorumlandığı için COVID tedbirlerinden kürtaja ve eşcinsel evliliğine dek birçok yasa önerisinin önüne geçilmek için hem Birlikçiler hem Ayrılıkçılar tarafından kullanıldı. Böylece mezhepleri ilgilendirmeyen konularda dahi iki mezhep, meclisi veto hakkıyla işleyemez hale getiriyor, iki kategoriyi de reddeden Allience, Yeşiller gibi partilerin gücünü azaltıyor.
Teori pratiğe yansımayınca
2022’nin Mayıs ayında düzenlenen Kuzey İrlanda seçimlerinde ayrılıkçı Katolik partisi Sinn Fein ilk kez yüzde 29 oy alarak birinci parti oldu. 2022 yılında ilk defa Katoliklerin sayısı Protestanları geçmiş, bu demografik değişim sandığa da yansımıştı. Protestanlar artık çoğunluk değildi.
Fakat oyları düşen Birlikçi Protestanlar, anlaşmadaki haklarını kullanarak başbakan yardımcısı vermeyi reddetti ve Sinn Fein’in hükümet kurmasını engelledi. Bu nedenle Kuzey İrlanda’da aylardır hükümet kurulamıyor. Birlikçilerin gerekçesi, Brexit sonrası Kuzey İrlanda’nın durumu. Birlikçiler, AB’den çıkan Birleşik Krallık’ın İrlanda Cumhuriyeti ile olan sınırında gümrük denetiminin yapılmasını isterken, Ayrılıkçılar Kuzey İrlanda ile İngiltere arasındaki denizde gümrük kontrolünün yapılmasını, İrlanda ile kara sınırında serbest geçişin devam etmesini istiyor. Brexit neticesinde AB ile sınır denetiminin geri gelmesinden dolayı iki tarafı da aynı anda memnun etmek mümkün değil, bu nedenle de Hayırlı Cuma Anlaşması’ndaki yönetim modeli sadece teoride kalıyor, Kuzey İrlanda’ya istikrarlı bir yönetim getiremiyor. Bu konuda uzlaşamayan iki cemaat, ortak bir hükümet kurmuyor.
Fakat bütün bu kargaşanın arasında, yeni bir siyaset üretmeyi kafasına takanlar da var. Allience Partisi, 2022 seçimlerinde rekor bir oy alarak (yüzde 13) meclisteki üçüncü güç oldu. Liberal merkez bir parti olan Allience, mecliste Birlikçi veya Ayrılıkçı kategorilerini reddetti, gücünün azalması pahasına Diğerleri kategorisine girdi.
Partinin lideri Naomi Long AB değerlerine atıf yaptı. Hem Birlikçi hem Ayrılıkçıları kadın hakları, LGBT hakları, iklim krizi konusunda yeterince ilerici olmamakla suçladı, kürtaj hakkının etkin bir şekilde kullanılması için yoğun bir mücadele verdi. Parti özellikle Protestan ve Katolik ayrımını, insanların mezheplerine göre ayrılmasını, hükümetin mezheplere göre şekillenmesini reddeden yeni neslin oyunu almaya başladı, entegrasyonu savundu.
The Allience’ın en genç vekili Patricia O’Lynn ve ben. Evet, liberal gençlerin meclise girdiği ülkeler de var… Avrupa Demokrasi Forumu’nda tanıştık. O’Lynn akademik hayatına devam etmek için siyaseti geçen ay bıraktı. Forumda karma eğitimin önemini vurgulayan konuşması çok etkileyiciydi.
Duvarın ardı
25 sene önce imzalanan Hayırlı Cuma anlaşması, öldürülen insan sayısını, patlayan bombaları azalttı. Kuzey İrlanda’da artık barış var. Fakat her şeye rağmen silah bırakmayı reddeden radikal Katolik ve Protestan milislerin saldırıları devam ediyor. Kuzey İrlandalı çocukların yüzde 91’i kendi mezhepleri için özel olarak açılmış okullara gidiyor, farklı mezhepteki çocukları görmüyor. Halkın yüzde 90’ı hala kendi mezheplerinden insanların yaşadığı mahallelerde oturuyor. İnsanların soyadlarından, isimlerinden hangi mezhepten olduğu hala anlaşılıyor.
Öte yandan mahalle arasına örülen duvarların üstüne barışı anlatan grafitiler, yazılar çiziliyor, nefret söylemi içeren ifadeler hemen yetkililer tarafından tespit edilip siliniyor.
Hayırlı Cuma Anlaşması, Kuzey İrlanda halkına dört gözle beklediği istikrarı, barışı getirmedi. Kuzey İrlandalı çocuklar hala geleceği yurtdışında görüyor, ülkesinden bir an önce göç etmek istiyor.
Cemaatleri ayıran o mahalle duvarları hala yerli yerinde duruyor ve barışın teoriden pratiğe akmasına set çekiyor. Fakat farklı mezheplerle yapılan evliliklerin artması, gençlerin mezheplerden soğuması, AB üyeliği, kadın hakları, çevre gibi herkesi yatan kesen konuların gündeme gelmesi, liberal orta yolcu Allience partisinin güçlenmesi bu duvarlarda gedikler açıyor.
Duvar önlerinde nöbet tutan öfkeli mahalle bekçileri, toplumun değişen yapısını, gençleri engelleyemiyor, safları bozulan cemaatlerini toparlayamıyor, Lyra’nın cenazesinde herkesin omuz omuza saf tutmasına dur diyemiyor.
Belki Hayırlı Cuma Anlaşması’nın ortaya koyduğu detaylı planlar, atılan imzalar, yürütülen uzun müzakere süreçleri, toplumu katı kimlik ve cemaatlere indirgeyen anayasal teoriler Kuzey İrlanda’ya şimdilik gereken “hayrı” getirmedi, fakat toplumsal değişim, duvarları yıkarak inşa edilen orta yol siyaseti teoriyi pratiğe dönüştürecek gibi duruyor.
***
İlgilisine öneriler
- Belfast: 1960’lı yıllardaki Katolik-Protestan çatışmasını bir çocuğun ve sıradan insanların gözünden anlatan 2021 yapımı bir film, Oscar ödüllü. Yaşanan olayları tarihi detaylara boğulmadan öğrenmek için güzel bir kaynak.
- I Dolours: IRA mensubu Dolours Price’in hayatının anlatıldığı belgesel gerçek tanıklıklara dayanıyor. IRA’nın eylemlerini, yargısız infazlarını, Birleşik Krallık ve Birlikçilerin hukuksuz uygulamalarını anlamak için güzel bir kaynak. Ödüllü bir belgesel.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***