YORUM | M. NEDİM HAZAR
“Şüphesiz bunda,
düşünüp görebilen kimseler için,
ibretler vardır.”
Hicr – 75
İslam Ansiklopedisi’nden aktarıyorum:
“Sözlükte ‘geçmek, aşmak’ mânasındaki ‘abr’ kökünden gelen ‘ibret’ kelimesi genellikle ‘görünenden görünmeyene geçmek, nesnelerin ve olayların dış yüzüne bakıp onlardaki hikmeti kavramaya çalışmak, olaylardan ders alıp doğru sonuçlar çıkarmak ve buna göre davranmak’ anlamında kullanılır.”
Havas bir açıyla ele aldığımızda ibret, herkesin bakıp bazılarının alabildiği hisse de diyebiliriz.
Mesele bu kadar basit değil elbette.
Haşr suresinin ikinci ayetinin finali çok beliğdir:
“Ey basiret sahipleri, ibret alın!”
Ali İmran, 13 de finali aynı manada yapar: “Basireti olanlar için bunda elbette ibret vardır.”
Demek ki, ibret basiret ile doğrudan ilgilidir.
Eğer basiret sahibi değilseniz, ibret almanız pek mümkün değildir.
O zaman hadi basiret kelimesinin peşine düşelim.
El-ısfahânî, el-Müfredat’ında belki de tarihteki en güzel basiret tarifini yapar:
“İdrak, zekâ, ilim, tecrübe, kalp ile görme, doğru ve ölçülü bakış, uzağı görme, kavrayış, feraset. Başımızdaki göze basar, kalp gözüne de basiret denir.”
Feylosoflar ise daha beliğ ifade ederler:
“Basiret, nazari akıldır!”
O kadar basit olmadığını söylemiştim değil mi?
Demek ki ibret almak için basirete, basiret içinse idrak, zeka, ilim, deneyim, kalp gözü, denge, feraset, kavrayış ve daha pek çok donanıma ihtiyaç vardır.
İbret kelimesi Kur’an-ı Kerim’de 80’e yakın yerde birebir geçer.
A’raf suresi bir yerde bize öylesine bir maymuncuk verir ki, pek çok açılmaz denilen kilidi yara bandını çekip alıyormuş gibi kolayca açıyor:
“De ki: “Ben ancak Rabbimden bana vahyedilene uymaktayım. Bu (ayetler) Rabbinizden gelen basiretlerdir. İman edecek bir topluluk için bir hidayet kaynağı ve bir rahmettir.” (203)
Demek ki basiret, kesbi olarak elde edilebilecek bir şeydir.
Vehbi olsaydı halimiz yamandı.
İbret için aradığımız donanım hemen başucumuzda bulunmaktadır.
Elbette tek kaynak değildir ama son ve en muhteşem kaynaktır.
Kur’an ayetleri her biri birer basiret manivelasıdır ve ibret vadisine açılan tüm duvarları aşar.
Drama derslerine girerken şu 4 katmanlamayı yaparım.
Bir sanat eseri 4 katmandan oluşur.
İlk katman görünür katmandır.
Bir altında metaforik katman vardır.
Sonra hikmet katmanı gelir ve burada sanatçının neyi kastettiğini kavramaya çalışırız.
İbret katmanı ise en derinde olandır ve çoğu zaman sanatçıyı bile aşar.
Bakınız ibretten yola çıkıp nerelere varıyoruz.
Basiretin peşine düşünce ayetlere oradan ise Allah’ın Kuddüs ismine bir otoban açılıyor.
Hidayet ve rahmet kaynağına ulaşıyoruz.
Basiretli olmak önemli ve fakat basiret ibret alma neticesini vermiyorsa malayanidir, yazık olmuştur.
Basiret sahibi olmak bütün salih kulların ve peygamberlerin standart donanımıdır.
Sad 45 bunu açıkça ilan eder:
“(Ey Muhammed!) Güçlü ve basiretli kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da an.”
Burada çok nüans gibi görünen ve fakat muazzam mühim bir detay var.
Onu da bize Yusuf 108’de görürüz:
“Ey Muhammed! De ki, benim yolum budur. Ben ve bana uyanlar basiretle insanları Allah’a çağırırız.”
Basiretin odacıklarından biri şüphesiz ferasettir.
Feraset ise modernizm ıskaladığı en büyük hakikatlerden biridir.
“Bilgisi olmayanın fikri olmaz” yanılsaması bu sebeple doğmuştur.
Feraset yoksa, kütüphane dolusu bilgi anlamsızdır, boştur.
Nice bilgisiz insan vardır ki, sadece ferasetiyle hakikati bulmakta hiç ama hiç zorlanmaz.
Fahr-i Kainat (SAV) bir keresinde şöyle buyurmuştur: “Mümin’in ferasetinden korun, zira o Allah’ın nuru ile bakar.”
Basireten bakmak ya da görmekten farkı büyüktür.
Can alıcı fark şudur:
“hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği”
Basiret bağlanması bu sebeple büyük bahtsızlıktır.
Kur’an-ı Kerim’de kendilerinden ülü’l-ebsâr (Haşr 2), ülü’l-elbâb (Zümer 9), ülü’n-nühâ (Tâhâ 54) diye söz edilen basiret sahipleri hislerine kapılmadıkları ve nefislerini günahlarla kirletmedikleri için maddî ve manevi hakikatleri olduğu gibi görür ve ona göre hareket ederler.
Görmek ve bakmaktan bir diğer farkı ise duyu değişimidir.
Görme uzvu gözdür. Bakmak için de göze ihtiyaç vardır.
Basiret için böyle bir şey söz konusudur değildir. Ve hatta göz çok basit ve yetersiz bir uzuv olarak kalır basiret için.
Bu sebeple ehli mutasavvıf dış ve iç âlem olarak ikiye bölerler aleme bakışlar için göz ve kalp araç olarak kullanılır.
İsimleri de güzeldir; aynü’l-kalb, dîde-i cân, çeşm-i bâtın-bîn, marifet gözü vesaire.
Abdürrezzâk el-Kâşânî’ye göre ibret insanların iyi veya kötü hallerine, dünyadan ahirete intikal etme gibi durumlarına bakıp işin akıbetini ve görünmeyen kısmını kavramaktır. (Iṣṭılâḥâtü’ṣ-ṣûfiyye)
Şu muhteşem retoriğe batar mısınız?
Kişinin konuşması zikir, sükûtu fikir, bakışı ibrettir.
Hatim El-Asam, ibret içermeyen bir bakışın nefsin arzusundan başka bir şey olmadığını söyler.
Ehl-i kalp, ibretsiz bakışı gereksiz söze benzetir.
Finali yine Kur’an ile yapalım:
“Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler? Onlar, bunlardan daha çok, daha kuvvetli ve yeryüzündeki eserleri bakımından daha sağlam idiler. (Yine de) kazandıkları, kendilerine hiçbir yarar sağlamadı. Peygamberleri onlara açık kanıtlar getirince, yanlarında bulunan bilgi ile sevindiler.
(Peygamberlerin getirdiği bilgiye değer vermediler, onlarla alay ettiler.) Sonunda alay edegeldikleri şey, kendilerini kuşatıverdi. Ne zaman ki azabımızı gördüler: ‘Tek Allah’a inandık ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr ettik’ dediler. Fakat hışmımızı gördükleri zaman inanmaları, kendilerine bir fayda sağlamadı. Allah’ın kulları hakkında eskiden beri yürürlükte olan yasası budur. İşte o zaman kâfirler zarara uğramışlardır.” Müminun / 82
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***