YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU
İttihatçılar, 31 Mart Olayı üzerine Selanik’te hazırladıkları Hareket Ordusu’nu İstanbul’a gönderdiler. Hareket Ordusu İstanbul’da asayişi yeniden sağladığı gibi Yıldız Sarayı’na da girdi. Sonrasında da II. Abdülhamit’in otuz üç yıllık saltanatına son verildi.
ALLAH’IN LÜTFU
İttihatçıların bir süre önce Selanik’ten İstanbul’a göndererek Taşkışla’ya yerleştirdiği avcı taburlarının isyanıyla Rumi takvimle 31 Mart 1325, Miladi takvimle de 13 Nisan 1909’da başlayan ve “31 Mart İsyanı” denilen olaylar, İttihat ve Terakki’de ciddi bir panik havası oluşturdu. İttihatçılar meşrutiyeti koruma adına en iyi örgütlendikleri yer olan Selanik’te tedbir alma ihtiyacı duydular.
O sırada III. Ordu Müfettişliği ve Rumeli Umum Müfettişliği görevini üstlenen Mahmut Şevket Paşa başkanlığında yapılan toplantıda da İttihat ve Terakki ile işbirliği yapılması kararlaştırıldı. İlk olarak Selanik’te Hürriyet Meydanı’nda büyük bir miting düzenlendi.
Mitinge İttihatçıların “ittihad-ı anasır” ilkesi çerçevesinde sadece Türkler değil Arnavut, Bulgar, Rum, Musevi, Ulah, Sırp ve Makedonların da bulunduğu 20.000-30.000 kişi katıldı. İsyan üzerine İstanbul’dan kaçan İttihatçılar da Selanik’te bulunmakta ve isyanı bastırmanın yollarını araştırmaktaydılar.
M. Şevket Paşa, Edirne merkezli II. Ordu Komutanı Salih Paşa ile de işbirliği yaparak İstanbul’a kuvvet göndermeyi kararlaştırdı. Selanik’ten gönderilecek birliklere Hüseyin Hüsnü Paşa kumanda edecek erkânıharpliğini de Kolağası M. Kemal yapacaktı.
Ayrıca birliklerin yanında gönüllülerin de olması düşünülerek Arnavut, Bulgar, Sırp, Makedon gibi milletlerden katılım sağlanmıştı. Bu gönüllüler içinde Osmanlı yönetimini Rumeli’de uğraştıran çeşitli milletlerden çete reisleri de yer almaktaydı. Gönüllü birliklere ve özellikle çetelere yer verilmesi, Rumeli’de bir otorite boşluğuna yol açmamak olarak açıklanmaktaydı.
Edirne’den yola çıkacak birliklere de Mirliva Şevket Turgut Paşa kumanda edecek, erkânıharpliğini Kazım Karabekir yapacaktı. “Hareket Ordusu” adı verilen bu kuvvetlerin genel kumandanlığını ise M. Şevket Paşa üstlenecekti.
Birliklerin içinde “Hürriyet Kahramanları” Enver Bey, Resneli Niyazi Bey ve Eyüp Sabri Bey gibi sembol isimler yer almaktaydı. İttihatçılar “irtica” olarak adlandırdıkları 31 Mart Olayı’nı “Allah’ın lütfu” olarak gördüler ve büyük bir fırsata dönüştürdüler.
İSTANBUL’A HAKİMİYET
Hareket Ordusu hem III. Ordu hem de II. Ordu’nun desteğini almış bir şekilde gönüllülerle birlikte Selanik’ten İstanbul’a doğru yola çıktı. Meclis ordunun müdahalesine karşı çıksa da Hareket Ordusu önce Çatalca’ya ardından Yeşilköy’e kadar geldi. Bu sırada birlikler altmış top ve 20.000 mevcuda ulaşmıştı.
Bu sırada donanmanın tavrı büyük bir önem taşıyordu. Kazım Karabekir’e göre bu engel de Rauf Bey (Orbay) vasıtasıyla çözülerek destek sağlanmıştı. Böylece daha rahat davranma imkânı bulan Hareket Ordusu birlikleri bir taraftan Bakırköy’ü işgal ederken diğer taraftan Davutpaşa ve Rami kışlaları alındı.
Bundan sonraki hedef ise Taşkışla oldu. Önceki yerlerin aksine Hareket Ordusu burada direnişle karşılaştı ve çok kanlı çarpışmalar yaşandı. Taşkışla’dan sonra sırada Yıldız Sarayı vardı.
Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan, “Meclis-i Umumi-i Milli” adıyla Yeşilköy’de toplanarak Abdülhamit’in hal’i konusunu görüşmek istese de M. Şevket Paşa, öncelikle ordunun şehre ve Yıldız’a hâkim olmasından yanaydı.
M. Şevket Paşa İstanbul halkına hitaben gönderdiği ve meclise çektiği telgraflarla Hareket Ordusu’nun rolünü çok açık bir şekilde ortaya koymuştu. Ordu gerekirse her türlü şiddete başvuracak ve sıkıyönetim ilan edilecekti. Paşa padişaha gönderdiği bir telgrafta da hal’ konusunun şayiadan ibaret olduğunu belirtiyordu. Aslında böyle açıklama yaparak askerin Hareket Ordusu’na desteğinin devamını amaçlamıştı.
Hareket Ordusu’nun Yıldız’a yürümesinin anlamı, sarayı koruyan birliklerle bir çatışmanın yaşanmasıydı. Elbette asıl belirleyici olan, Abdülhamit’in tavrıydı. Padişah bu aşamada “ne yapılırsa yapılsın kardeş kanı dökülmesin” diyerek saray birliklerinin Hareket Ordusu karşısında savunmasız kalmalarını istedi.
Bu karar aslında onun sonunu hazırlamaktaydı. Nitekim dönemin Mabeyn başkatibi Ali Cevat Bey de padişahın binek taşına çıkarak “asker zinhar kurşun atmasın. Eğer kurşun atacaklarsa ilk önce beni vursunlar sonra kurşun atmaya başlasınlar” dediğini aktarmaktadır.
ABDÜLHAMİT’İN HAL’İ
Adım adım İstanbul’a hâkim olan Hareket Ordusu, Yıldız işgalinde de zorlanmadı. Gerek padişahın tutumu gerekse Sadrazam, Harbiye Nazırı ve komutanların çabalarıyla Yıldız’ı koruyan askerler Ihlamur Köşkü’nde teslim oldular. Böylece Yıldız kontrol altına alındığı gibi bütün İstanbul, Hareket Ordusu’nun denetimine girdi.
Ali Cevad Bey’in anlatımına göre askerlerin teslim olmasından sonra 25 Nisan Pazar günü saray görevlilerinin bir kısmı saraya gelmemişler, cumartesiden itibaren saraya iaşe getirilemediğinden yemek de verilememişti. Bir zamanlar dört beş bin lambanın yandığı saray, elektrikler çalışmadığından karanlığa gömülmüş ancak kandil ve mumlarla aydınlatılabilmişti.
Sonraki günlerde de durum aynen devam etmiş, sarayda kalanlara ancak “katıksız tayin ekmeği” verilebilmiş, harem dışındaki görevliler de saraydan götürülmüştü. Bir zamanların muhteşem Yıldız’ı artık hal’ kararını beklemeye başlamıştı.
Bu gelişmelerle gücünün zirvesine çıkan M. Şevket Paşa, kendi başına örfi idare yani sıkıyönetim ilan etti ve bunu meclis ve padişaha onaylattı. 27 Nisan 1909’da da Ayasofya’daki asıl yerinde toplanan meclis, padişahın hal’ konusunu görüşmeye başladı. İlk konuşmayı yapan 93 Harbi’nin meşhur komutanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa bir an önce Abdülhamit’in hal’ kararının alınmasını istedi.
Hazırlanan fetva metni Ayan ve Mebusan Meclisleri başkanları, Tevfik Paşa kabinesi, fıkıh alanında birikimi olan birkaç mebus tarafından Fetva Emini Hacı Nuri Efendi’ye okunduysa da Nuri Efendi onay vermek istemedi.
Bunun üzerine İstanbul mebusu dersiam Mustafa Asım Efendi’nin (Yörük) kulağına bir şeyler söyleyerek tehdit etmesi üzerine önce Nuri Efendi sonra da şeyhülislam fetvayı onayladı. Ardından da meclisin onayıyla Abdülhamit tahttan indirilerek yerine kardeşi V. Mehmet Reşad tahta çıkarıldı.
Hükümdarlığı boyunca “İslamcılık” politikasını esas alan Abdülhamit’in otuz üç yıllık saltanatı, ilmiye sınıfından Elmalılı Hamdi Efendi’nin (Yazır) hazırladığı metni “sarıklı-alim” Asım Efendi’nin tehditle Nuri Efendi’ye tasdik ettirmesi ve Şeyhülislam Ziyaeddin Efendi’nin onayıyla son buluyordu.
İttihatçılar Abdülhamit’e hal’ kararını tebliğ edecek heyeti de sonradan büyük eleştirilere neden olacak şekilde oluşturmuşlardı. Heyet “ittihad-ı anasır” prensibine göre farklı milletlerden temsilcilerden; Ayan Meclisi’nden Arif Hikmet Paşa (Gürcü), Aram Efendi (Ermeni), Meclis-i Mebusan’dan ise Esat Toptani Paşa (Arnavut) ve bir zamanlar Abdülhamit için jurnalcilik bile yapan Emanuel Karasu’dan (Yahudi) oluşturulmuştu.
Esat Toptani kararı “millet seni hal’ etti” diyerek tebliğ etmiş, Abdülhamit de “ne yapalım mukadderat böyleymiş” demişti. Eski padişahın tek isteği Çırağan’da yaşamak olsa da İttihatçılar bunu kabul etmeyerek en güçlü oldukları Selanik’e göndermeyi kararlaştırdılar.
Abdülhamit yanına oğulları Abdurrahman ve Abid Efendilerle kızları Şadiye, Ayşe ve Refia Sultanları, dört eşini, birkaç musahibini, on iki hazinedarını ve bazı aşçılarından oluşan otuz sekiz kişiyi almıştı. Böylece Abdülhamit’in Balkan Savaşı’na kadar devam edecek Selanik günleri başlıyordu.
Mehmet Reşad’a tahta çıkma tebliği ise Ayan Meclisi ikinci başkanı Gazi Ahmet Muhtar Paşa, Mebusan Meclisi ikinci reisi Talat Bey (Paşa), Mustafa Asım Efendi ve Babikyan Efendi’den oluşan bir heyet tarafından yapıldı. Reşad, 1918’e kadar tahtta kalacak ancak hükümdarlığı İttihatçıların gölgesinde sönük bir şekilde geçecektir.
Çıkan çatışmalarda Hareket Ordusu’ndan kırk dokuz kişi ölmüş, seksen iki yaralanmıştı. İstanbul’daki kuvvetlerden de iki yüz otuz kişi hayatını kaybetmiş, dört yüz yetmiş beş kişi de yaralanmıştı. Sonrasında İstanbul’da M. Şevket Paşa’nın olağanüstü rejimi başladı.
Sıkıyönetim ilanıyla birlikte Divan-ı Harbi Örfi’ler kurularak yargılamalar yapıldı. Sıkıyönetim mahkemelerinin reisliklerine de Hurşit, Hasan Rıza ve Nazif paşalar getirildi. Yargılamalarda kırk dokuz idam, otuz yedi müebbet ve kalebentlik, yüz otuz da sürgün cezası verildi.
Abdülhamit’e bağlı subaylar da sürgüne gönderildi. İttihatçılar fırsattan yararlanarak kendilerine karşı çıkabilecek önde gelen bütün muhalif siyasetçi ve aydınları sürgünle cezalandırdılar. Bir kısmı da yurt dışına kaçmak zorunda kaldı.
1909’da yaptıkları anayasa değişikliği ile padişahın yetkilerini sınırladılar. Tasfiye-i Rüteb Kanunu ile de alaylı subayları emekliliğe sevk ettikleri gibi Abdülhamit zamanında verilen terfi ve rütbelere müdahale ederek çoğunluğu İttihatçı olan genç subayların ordu içinde yükselmelerine zemin hazırladılar.
VE SONRASI…
Yıldız’a giren birliklerin içinde Rumeli’de Osmanlı idaresini yıllardır uğraştıran komitacıların bulunduğu da dikkat çekmektedir. Bunlardan birisi de Makedonya İhtilal Komitesi lideri Bulgar çeteci Yané Sandanski’dir.
Yıldız’a girilmesi sonrasında ortaya atılan iddialardan birisi de sarayın yağmalanmasıdır. Teşkilat-ı Mahsusa liderlerinden Hüsamettin Ertürk de “yeni devrin resm-i küşadını Yıldız yağmasıyla yaptılar” diyecektir.
Hareket Ordusu subayları sarayda öncelikle Abdülhamit’in şahsi serveti ve kendisine verilen jurnalleri ele geçirmeyi hedeflemişlerdi. Saraya giren kumandanlar ve komitacıların; mücevherleri, şamdanları, perdeleri, halıları, koltukları, kanepeleri, kuş tüyünden yorgan ve yastıkları da yağmaladığına dair iddialar vardır.
Yağmanın amacının da İttihat ve Terakki’nin finans ihtiyacını karşılamak olduğu ileri sürülmüştür. Olay, mütareke devrinde yargıya intikal ettirilip cezalar verilse de iddialar belgelere dayanmadığından bütün zanlılar beraat etmiştir.
Hareket Ordusu Kumandanlığı da “Yıldız Sarayı Tetkik Komisyonu” kurdu ve sarayda ele geçirilen bütün malzeme incelendi. Ancak ele geçen üç yüz otuz sandık dolusu jurnal verilen emirle bahçede yakıldı. Bu jurnallerin çok az kısmı günümüze kadar gelmiştir.
Olayın farklı bir yönü de İttihatçıların örgütlendiği ve “meşrutiyetin koruyucusu” ilan ettikleri III. Ordu’nun siyasetin tam ortasında yer almasıdır. Onun bünyesinden çıkan Hareket Ordusu vasıtasıyla ordu, İstanbul’a hâkim olmuş, Abdülhamit’in otuz üç yıl süren saltanatını sona erdirmiş ve bundan sonra da özellikle genç subaylar vasıtasıyla siyasetin içinde yer almaya devam etmiştir. Nitekim dört yıl sonra da bu sefer Enver Bey (Paşa) “Babıali Baskını” denilen hükümet darbesini yapacaktır.
M. Şevket Paşa bu olay sonrasında bir diktatör gibi davranmaya başladı. Bazı yazarlar da onu bir Napolyon, Mithat Paşa ve Fatih gibi yansıtan yazılar yazdılar. 1912 Temmuzuna kadar kabinelerde Harbiye Nazırlığı yapan Paşa, Babıali Baskını sonrasında Sadrazamlık görevini üstlendiyse de 11 Haziran 1913’te bir suikast sonucunda hayatını kaybetti.
Kaynaklar: İ. Ilgar, “31 Mart Olayı ve Hareket Ordusu”, BTTD, S. 6; C. Marmara, 31 Mart Olayı ve Hareket Ordusu, İÜ Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1999; M. Candemir, “Hareket Ordusunun Yıldız Sarayı’na Girişi”, Hidayet Yavuz Nuhoğlu Armağanı, İstanbul, 2009; Z. Türkmen, “Hareket Ordusu”, DİA, C. 16; “M. Şevket Paşa”, C. 27; S. Zeyrek, H. Akman, “31 Mart İsyanının Ordu Üzerindeki Etkileri”, HSJ, 2014, C. 6, S. 3; N. Alkan, “Emanuel Karasu ve Abdülhamit”, AÜ SBE, 2008, C. II, S. 1.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***