YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Yazıları 48)
Gölge yazar olarak gayrimüslimler cennete girecek diyen alimlerin görüşlerini maddeler halinde özetlemeye devam ediyorum. İlk yazıda 2 madde vardı, bu yazıda ise 3. Toplam 5 madde halinde özetlediğim bu görüşler okumaya başladığınız yazı ile bitecek. Önümüzdeki yazıdan itibaren cennete sadece Müslümanlar girecek diyenlerle beraber her iki grubun ortaya koyduğu delilleri değerlendiren yazılarıma başlayacak ve bir sonuç bölümü ile sonlandıracağım.
3- “Kur’an’da zikri geçen İslam kelimesi/kavramı da gayrimüslimlerin cennete gidip-gitmeyecekleri tartışmasına açıklık getirecek özelliklere sahiptir. Zira biz biliyoruz ki birçok ayeti kerimede cennete Müslümanların gideceği vurgulanmaktadır. Burada şu soru sorulmalıdır; İslam sadece kitabı Kur’an, peygamberi Hz. Muhammed olan dinin adı mıdır yoksa Hz. Adem’den bu yana gönderilen dinlerin ortak adı mıdır? İkincisi ise, Kur’an’daki konu ile alakalı ayetlerin kapsama alanı genişlemiş olacak, birincisi ise cennet sadece Müslümanların tekelinde olan bir mükafat mekânı olacaktır.
Bu konu hakkında az-çok araştırmada bulunan her insan bilir ki İslam bütün Peygamberlere gönderilen iman ve itikada dair ortak özelliklerin söz konusu olduğu dinin adıdır. Bu ortak özellikle tevhit, nübüvvet ve mead/haşirdir. Bir başka ifadeyle Allah’ın varlığına ve birliğine iman, Peygamberlere ve peygamberlik müessesinin gerekliliğine iman ve nihayet öldükten sonra dirilip bu dünyada yapılan amellerin hesabının verileceğine iman. Bütün dinlerde gördüğümüz en genel anlamıyla sosyal hayatı düzenleyen emir ve yasaklar ise hukuki kapsamda mütalaa edilecek şeylerdir ve bunun dini literatürde adı şeriat ya da adalettir. Onun için denir ki bütün peygamberlere gönderilen dinler sabit ama şeriatları değişiktir. Zamanın ve mekânın değişmesine bağlı olarak şeriatların değişmesi zaten hayatın tabii akışı içinde normaldir. Değişmemesi, statik kalması düşünülemez. Şu ayetler bunu ifade eder: “Sizden her birinizi için bir şeriat ve bir yol belirledik” (5/48), “Biz her ümmet için bir şeriat tayin ettik ki, onlar onunla amel ederler. Bunun için (ey Muhammed!) bu konuda seninle hiçbir zaman çekişmesinler.” (22/67)
İmanî ve itikadi değerlerin her peygamber için aynı olması ile alakalı olarak Kur’an’dan onlarca ayet göstermek mümkündür. Nitekim bu ayetlere dayanarak diğer din ve peygamberlere de inanan kişilere Müslüman denildiği, Kur’an ve Hz. Peygamberin öğretileri ile çatışmadığı müddetçe onların hem varlığını hem de öğretilerini kabul etmenin gerekliliğini ulema tarih boyunca vurgulamış, hatta bunu İslam’a inanmanın en temel şartlarından biri saymıştır. Birbirine bağlı bu hususlarla alakalı birkaç ayet meali sunalım:
“O, sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir, atanız İbrahim’in dini(nde olduğu gibi). O Sizden her birinizi için bir şeriat ve bir yol belirledik” (17/78)
“Biz Allah’ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” (2/285)
“Biz Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahy ettiğimiz gibi sana da vahy ettik” (4/163)
“Allah’a, bize indirilene, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakup’a ve torunlarına indirilene, Musa’ya ve İsa’ya verilene ve diğer peygamberlere Rableri tarafından verilene inandık, onlar arasında ayırım yapmayız, biz de bütün benliğimizle Allah’a teslim olanlarız.” (2/136)
4- Kur’an kendinden önceki kitapları nesh etmiş değildir. Aksine onları tasdik etmek için geldiğini açıkça beyan etmektedir. İslam geleneğinde tam aksi bir yaklaşımın hâkim olduğu muhakkaktır. Bu, cenneti Müslümanların tekeline almak, Allah’ın engin rahmetini daraltmak isteyen kişilerin ortaya attıkları bir yorumdur. Birçok ayeti kerimede Kur’an’ın kendinden önceki kitapları tasdik edici özelliğine vurgu yapılır. Mesela” Sizin yanınızda bulunan Kitap’ı tasdik edici/doğrulayıcı olarak indirdiğimiz Kur’an’a inanın, onu ilk inkâr eden siz olmayın” buyurulur. (2/40) Aynı konuda bir başka ayet şöyledir: “Biz Sana bu Kitabı, kendinden önceki Kitap’ı doğrulayıcı olarak indirdik.” (5/48) Kur’an’ın doğruladığı kitaplar herkesin bildiği gibi Tevrat ve İncil’dir ki başka ayeti kerimelerde bununla alakalı izahlar da vardır. Bkz: 3/93.
Belki burada aynı Kur’an’ın diğer kitapların o dinin mensupları ve din adamları tarafından tahrif edildiğini, helal olanların haram, haram olanların helal yapıldığını, az bir para karşılığı “Bu Allah’ın katındandır” deyip elleri ile yazdıkları kitabı İlahi kitap olarak piyasaya sunduklarını anlatan ayetleri delil gösterilerek bir itiraz geliştirilebilir. Bkz: 5/13; 2/79; 16/116. Doğru, yerinde ve haklı bir itirazdır bu. Ama bununla beraber yine aynı Kur’an birçok ayetinde Tevrat ve İncil’i hidayet ve nur kaynağı olarak tarif etmektedir. “Tevrat’ı biz indirdik. Onda hidayet ve nur vardır” (5/44), “Ardından o peygamberlerin yolu üzere, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici, takva sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik. İncil’e tâbi olanlar da Allah’ın onda indirdiği hükümlerle hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıkların kendileridir.” (5/46-47)
Sathi bir bakış tasdik ve tahrif ayetleri arasında çelişki olduğunu söyler. Halbuki böyle bir şeyi Kur’an’a izafe etmek imkansızdır. O zaman tasdikin ve tahrifin ne olduğu konusunda farklı bir anlayış var demektir. Evet, vardır. Tahrif, hidayet ve nur kaynağı olarak gösterilen Tevrat veya İncil’in metninde değil, din adamlarının, ruhban sınıfının bu metinler üzerinde yapmış oldukları yorumlarda ve çok anlamlı kelimelerde ayetteki maksadın dışına çıkartacak tercihlerdedir. Nitekim Talmud başta olmak üzere din adamları tarafından kaleme alınan Tevrat tefsirlerinin yapıldığı kitaplar ile fıkıh kitapları diyebileceğimiz gündelik yaşamı belirleyen kitaplarına Yahudi halkın bu gözle baktığı tarihen sabit bir hakikattır. Kaldı ki din adamları da bu tefsir, şerh ve fıkıh kitaplarını halka sunarken “Tanrı Buyruğu” olarak sunmuşlardır. Dolayısıyla Kur’an’ın “Yazıklar olsun onlara! Çünkü onlar bizzat kendi elleriyle birtakım şeyler yazıp çizer ve basit dünya menfaatleri uğruna”, “Bu, Allah tarafından gönderilmiş bir vahiydir” (2/79) ayetinde bahsettiği şey Tevrat’ın kendisi değil, insanların tefsir ve şerh adına yaptıkları yorumun Allah kelamı olmadığını beyandır. Aksi bir durum söz konusu olsaydı yukarıda mealini verdiğimiz Maide 46-47 ayetlerdeki Tevrat ve İncil ile hükmetsinler ayeti anlamsız kalırdı. Olmayan bir kitaba göre hükmedilmesini emretmenin bir manası olur mu?
Tasdike gelince, tasdik ayetleri Tevrat ve İncil hangi kaynaktan geliyorsa Kur’an da aynı kaynaktan gelmektedir mesajı vermektedir. Siyak-sibak, sebebi nüzul, hükmün vasatı ve maksada bir bütün olarak bakıldığında karşımıza çıkan sonuç budur. Nitekim “kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, oğullarını tanıdıkları gibi o (Kur’an’ı) tanırlar. (2/146) ve “Allah’ın sözlerini değiştirecek kimse yoktur.” (7/20) ayetleri de bu kaynak ve muhteva birliğine işaret eder. Muhteva her peygambere yaşamış olduğu zaman, mekân ve toplum şartlarına göre değişiklik arz etse de tevhid, ahiret ve mead konularında aynıdır. Sosyal hayatı çeşitli vecheleri ile düzenleyen emir ve yasaklarda da ilke ve prensipler itibariyle birlik söz konusudur. Yahudilikteki meşhur 10 emir ile İslam dininin emir ve yasaklarını mukayese ederseniz ne demek istediğimiz somut olarak gözler önüne serilmiş olur. Ya da helal kazanç, aşırı dünya sevgisi, ticarette hile, zina, ana-babaya hürmet, yalan söylemek, yalancı şahitlik, fakire yardım, yakınları koruyup kollamak ve bu eksende sıralayabileceğimiz onlarca örnek bunu gösterir. Nitekim bu konuda özel olarak yapılmış nice akademik çalışmalar vardır. Bunlara göre gerek inanç gerekse sosyal hayatı düzenleyen kurallar manzumelerinin ana prensipleri ve gâî hükümleri konusunda birebir benzerliklerin ayet ayet verildiği çalışmalara bakılabilir.
İsterseniz bu faslı şu hadis ile bağlayalım: “Ben Meryem oğlu İsa’ya dünyada da ahirette de insanların en yakınıyım.” Bu nasıl olduğu diye sorulunca: “Peygamberler baba bir kardeştirler, anneleri farklı, dinleri ise birdir. İsa ile aramızda başka peygamber de yoktur.” (Müslim, Fezâil 143-145)
Son olarak, tasdik, ehli kitaba yönelik Hz. Peygamber’in peygamber olduğunu kabullenin manasında bir tebliğ ve daveti de bünyesinde taşır.
5-Cennete Müslümanlardan başkası girmez demenin, cennete Yahudi ve Hıristiyanlardan başkası girmez demek ile gerek zihniyet gerekse söylem bazında hiçbir farkı yoktur. Bu Allah namına hüküm vermektir. Allah “rahmetini dilediğine has kılar” (3/74), “Rabbinin rahmetini onlar mı bölüştürüyorlar?” (43/32) diyor Kur’an. Dolayısıyla bu türlü sözler haddi aşmışlıktır.
Kur’an’a bütüncül bakışın bizi ulaştırdığı sonuç şudur; Allah’ın herkesin Hz. Muhammed’in (sas) peygamberliği yaptığı İslam dinine inanması gibi bir hedefi yok. Eğer böyle olsaydı Allah herkesi kendisine iman eder şekilde yaratırdı. (10/99) Ve yine O dileseydi bütün insanlığı bir tek ümmet yapardı. (16/93) Din seçiminde Allah insanın elinden özgür iradeyi almıyor. Alsaydı zaten bu dünyanın imtihan dünyası olmasının anlamı kalmazdı. Kur’an’ın hedefi farklı din, dil, ırk, cins vb. özelliklere sahip insanların Allah’a, yüce Yaratıcıya inancı merkeze koyarak karşılıklı sevgi, saygı, barış atmosferinde birlikte yaşamalarıdır. Birbirleri ile yardımlaşarak dünyayı imar etmeleri ve Allah’ın rızasına ermeleridir.
Ayrıca haşa ve kella “Cennete Müslümanlardan başkası girmez” deme Allah’ı kullarına zulmeden hatta zulmetmek için yaratan ve belki de bundan zevk alan bir varlık mesabesine koymak anlamına da gelir. Zira bugün yeryüzünde 8 milyar insanın sadece 1,5 milyarı Müslümandır. Bütün Müslümanların cennete gideceğini farz etsek sadece bugün itibariyle yeryüzünde yaşayan 6,5 milyar insan cehenneme gidecektir. Gerçekten öyle mi? “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” (7/156), “Rahmetim gazabımı geçmiştir” (Buhari, Tevhid, 55) ayet ve hadislerinde anlatılan gerçeği nereye koyacağız? Yoksa onları bazılarının dediği gibi sadece şu 60-70 senelik dünya hayatına mı hasredeceğiz? Halbuki Allah “kullarına zulmetmekten hoşlanmaz.” (3/182) ve “Allah kullarına asla zulmetmek istemez. (41/46)
Gayrimüslim coğrafyalarda doğan büyüyen insanların kendi dinlerini terk etmesi kolay mı? Bugünkü 2 milyar Müslüman gayri müslim coğrafyada doğsaydı acaba kaçta kaçı inandığı dini terk eder ve Müslümanlığı seçerdi?
Sonuç olarak bütüncül bakış açısıyla Kur’an’a baktığımızda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; her peygamber insanlığa sonsuz İlahi rahmeti sunmaya çalışmış ve Allah’a şirksiz, ahirete şeksiz inanan ve salih amel yapan her İlahi din mensubunu cennetle müjdelemiştir. Ama insanlığın bencilliği İlahi mesajın geniş ufkunu daraltmış ve her din mensubu sadece kendilerinin cennete gideceklerini iddia etmiştir.
Hemen her surede vurgulanan genel prensip, Allah’a inanıp salih amel yapanlar, dünya ve ahiret mutluluğuna ereceklerdir. Hiç kimse bu İlahi yasayı değiştiremez.” Dini kimlikler değil ameller önemlidir. “Erkek ve kadından her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa onu hoş bir hayatta yaşatırız, onların ücretini yaptıklarının en güzeliyle değerlendirerek veririz.” (16/97) demektedir. Benzeri muhtevayı yansıtan ayetler için bakınız: 20/45; 19/60; 20/82;28/67;34/37;25/70; 2/25.
Bütün bu ayetlerdeki ortak unsur Allah’a, ahirete iman edip salih amel işleyenlerin hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın cennete gideceğidir.”
Evet, her iki grubun görüşlerinin özeti burada bitti. Şimdi delillerin değerlendirmesine geçeceğim ama araya Ramazan Bayramı girecegi için belki arada bir bayram yazısı kaleme alabilirim.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***