YORUM | AHMET KURUCAN
Yaklaşık bir ay önce “Ramazan’ınız Ramazan olsun!” demiştim. Günler su gibi akıp geçti ve bayram geldi kapımıza dayandı. Şimdi de “Bayramınız bayram olsun!” diyorum.
Bu yazıda bayramı bayram gibi yaşama adına belki çoklarınıza garip gelecek bir teklifim olacak. Şöyle ki: oruç, teravih, mukabeleler, hatimler vb. merkezinde ibadetin hem de çok yoğun olarak yer aldığı otuz gün yaşadık. Bayram bunun ardından geldi. Gerek Efendimiz dönemi uygulamaları gerek 14 asırlık geleneğimiz içinde kendine yer bulan kültürümüze göre biz bu bayramı yeme-içme, eğlenme, dostlarla buluşma günleri olarak kutluyoruz. Onun için bayramın birinci günü oruç tutma mekruh kabul edilmiş. Düşünebiliyor musunuz, oruç gibi bir ibadet ve o ibadeti bayram günü yapmak mekruh.
Her milletin kendine özgü dini ve milli bayramları vardır ve bu bayramlar kendi sosyo-kültürel gerçeklikleri içinde kutlanır. Zamanla bu şekiller örf olur, adet olur, gelenek olur, görenek olur. Ramazan Bayramı için de aynı şey geçerlidir. Yalnız dikkatlerden kaçmaması gereken şey şudur; söz konusu kutlama usulleri ülkelerin örf ve adetlerine göre değişir. Söz gelimi bayram namazı kılma dini bir yükümlülük de olduğu için olsa gerek yeryüzündeki bütün Müslümanların ortak paydasıdır ama hemen peşinden gelen mezar ziyareti, kahvaltısı, giyim kuşamı, ziyareti, izzet-i ikramı, eğlencesi ülkesine göre değişiklik arz eder. Afganistan’daki bayram kutlamaları ile Endonezya’daki kutlamalar aynı mı?
Bizim de Türkiyeli Müslümanlar olarak bayramlara ait kendimize özgü kutlama kültürümüz vardır. Bu bağlamda bayramlar bizim neşemize neşe katar. Ya da biz bayramları vesile kabul ederek neşemize neşe katmaya çalışırız.
Burada duralım. Doğru mu bu cümle ile anlatmaya çalıştığım şey? Gerçekten biz bayramlarda neşe ile mi doluyoruz? Doğru oturup doğru konuşalım; belki dün böyleydi ama bir son 10 yıl var ki aynı şeyi söylemek zor. Kendi perspektifimden bakarak bu tespiti yapıyorum. Tabii ki katılmak zorunda değilsiniz bu düşünceme. Herkes için de geçerli olmayabilir benim bu tespitim. Ama benim ve benim gibi niceleri için geçerli bu durum maalesef. Bir gecede terörist ilan edilmiş, devletin orantısız gücü ile bir dini ve sosyal gruba aidiyeti suç kabul edilmiş kocaman bir kitle var bugün ülkemizde. Yüzler, binler, milyonlarla ifade ediliyor bunun sayısı. Dile kolay. Direkt ve dolaylı etkileneni ile milyonlar.
Her tarafından gerçeklik damlayan bu manzara son tahlilde bizim bayram düşüncelerimize de bayram kutlamalarımıza da tesir etti.
Nasıl etmesin ki, bayram sabah kahvaltısında baba yok. Nerede? Hapiste.
Nasıl etmesin ki, evin küçük çocuğu yok. Nerede? Meriç’in sularına gömülmüş, rahmeti Rahman’a kavuşmuş.
Nasıl etmesin ki, bayram sabahı kahvaltı sofrasında sadece zeytin, peynir, ekmek var. Gerisi nerede? Ellerinden alınmış, çalınmış, göz göre göre gasp edilmiş. Zalimler bütün mal varlığını müsadere etmişler ve bir dilim ekmeğe muhtaç hale getirmişler bu yiğitleri.
Daha yüzlerce manzara tasviri yapabilirim. İşte bu manzaralar ister istemez bizlerde “Hüzünlü Bayram” söylemlerini üretti. “Bayramsa bayramınız mübarek olsun” denilmeye başlandı. “Bayram gelmiş neyime, anam anam gariben” türküleri dillerde yerini aldı.
Bu duruma hak vermemek hakikate karşı gözünü kapatma anlamını taşır. Ama sosyal kırım ve kıyım sürecinin bir türlü bitmemesi bu söylemler ve o söylemlere uygun kutlama biçimlerinin bizim içimizde kökleşmesi ve bir kültür haline gelmesi endişesini taşıyorum. Bu açıdan söz konusu söylemlere karşı şimdiden mesafa konulması gerektiğine inanıyorum. Onun için eğer illa bir söylem geliştireceksek hüzünlü bayram yerine, bayram gelmiş neyime yerine, bayramsa bayramınız yerine inadına neşe, inadına ümit dememiz gerektiğini düşünüyorum.
Son 10 yılda binlerce hadise ile ispatlanmıştır ki bu zalimlerin kendi ideoloji ve politikalarına muhalif olan insanlardan çaldıkları en büyük şey hayat neşesi, yaşama azmi ve gelecek ümidi olmuştur. Onun için teklifim şu, bu bayramı fırsat bilerek hayat neşemizi geri kazanmak ve mutluluğu zirvede yaşamak için elimizden geleni yapalım. Unutmayalım, hayat devam ediyor. Hüzünlü bayram demeyelim ne olur! Bayramsa bayramınız mübarek olsun da demeyelim. Şimdilik hapishane koğuşunda yaşıyor olsak da mülteci kampında barınıyor olsak da içinde bulunduğumuz şartlar içinde en neşeli bir biçimde bayramı nasıl kutlayabileceksek öyle kutlayalım. Çalınan hayat neşemizi geri alalım.
Pekâlâ bu teklif özelinde spesifik olarak ne yapabiliriz? Geçenlerde eşim bana sordu; “Mutluluk nedir bilir misin?” diye. Sustum. Gözlerinin içine ve gülümseyen yüzüne bakarak ondan gelecek cevabı beklemeye koyuldum. Enfes bir şey söyledi bana. Dedi ki: “Mutluluk insanın kendisini neyin mutsuz ettiğini bilmesidir.”
Ne kadar doğru. O zaman spesifik teklifim şu; sizi ne mutsuz ediyorsa onu bu bayram yapmayın. Yazının başında garip bulacaksınız dediğim teklifim işte bu. Mesela büyükleri ziyaret etmek içinde yaşadığınız şartlardan dolayı sizi mutsuz ediyorsa, rutine bağlanmış zaruri bir davranış olarak görüyorsanız bunu, hayat neşemizi geri alacağız diye girdiğimiz sürecin başındaki bu bayramda büyükleri ziyaret etmeyin. Bir dahaki bayramda edersiniz. Bayram sonrası edersiniz. Yanlış anlaşılmasın, herkese söylemiyorum bunu. Büyükleri ziyaret etmenin geleneğimiz içindeki yerini biliyorum. Dolayısıyla büyükleri ziyaret sizi mutlu ediyorsa tabii ki edin, onlarla neşe dolu hüzünden uzak dolu dolu zaman geçirin ama etmiyorsa bu bayram etmeyin, bu bayramı kendinize ayırın.
Bir başka misal, evinize misafir kabul etme mevcut şartlardan dolayı sizi mutsuz edecekse bu bayram evinize misafir kabul etmeyin. Ne yapacağız? Sizi mutlu eden şeyi. Maddi imkanlarınıza bağlı olarak uzak ya da yakın şehir dışına çıkın, bir gezi düzenleyin, otelde kalın, dağ evinde kalın, hiking yapın, kitap okuyun, kaplıcaya gidin.
Bakın bu süreçte niceleri dine mesafe koydu. Siz koymamışsınız. İmanınızı muhafaza etmişsiniz. Orucunuzu tutmuş, namazınızı kılmışsınız. Bu şartlar altında asıl bayramı siz haketmişsiniz. Öyleyse bayramda kendinizi tebrik edin. Bayramı kendiniz kutlayın, kendinizle kutlayın.
Neden bu teklifi yapıyorum? Çünkü şuna inanıyorum bu türlü bir kutlama bizden çalınan hayat neşemizi geri kazanmamız noktasında bir atlama taşı olacaktır. Onun için diyorum, sizi ne mutlu ediyorsa onu yapın diye ve yine onun için diyorum önce kendiniz kendinizin bayramını neşe ile kutlayın diye.
Farklı bir bakış açısı ile getirilen bir teklif bu. Farkındayım. Kabul etmek zorunda değilsiniz. Sizden isteğim aklınızı kimsenin cebine koymayın. Düşünün, taşının, muhakemede bulunun ve nihai kararınızı kendiniz verin.
Son sözüm bayramsa bayramınız mübarek olsun değil, aksine bayram ve bayramınız bayram olsun. Bayramınızı bayram yapın vesselam. Saygılarımla.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***