YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Adil, özgür ve demokratik bir ülke olsun, ama bunlar, şunlar ve onlara bu ülkede yer yok. KHK’lıların suça bulaşmamışları, ceza almamışları, haklarında soruşturma olmayanları görevlerine geri dönsün. Mahkemeler bağımsız değil, yargı ve yargıç bağımsızlığı olsun, fakat ah bir de “FETÖ’cü” hâkimler olmasa. Tüm partilerle ortak olabiliriz, beraber çalışabiliriz, güç birliği ve işbirliği yapabiliriz, ama HDP’yle olmaz. Gazetecilere özgürlük, tüm gazeteciler hapisten çıkmalıdır, ama filancalar ve falancalar değil, çünkü onlar gazetecilikten içerde değiller.
Yeter mi, devam edeyim mi?
Size de gına gelmedi mi artık bu sirkten? Siz de sıkılmadınız mı, bunalmadınız mı, sizin de mideniz bulanmıyor mu artık bu şark panayırından?
Demokratmış gibi gözükenler, demokrat olmadıkları belli ve tescilli olanlardan çok daha tehlikeli. Karşımızda olanları biliyoruz. Ya aramızda gibi gözüküp arkadan vuranları?
Kimi Kemalofaşist, kimi Avrasyacı, kimi eski tüfek solcu, şimdinin Türk-üstünlükçü ırkçısı, kimi Kürt düşmanı, kimi kafasını Ermenilerle, Rumlarla, Yahudilerle bozmuş, kimi tescilli anti-Semitist, kimi kadın düşmanı, kiminin LGBTQ alerjisi var ve adamlar resmen bildiğin faşist. Ama sorsan hepsi de demokrasi istiyor, hepsi de herkesin düşüncesine ve yaşam biçimine saygılı, hiçbiri ırkçı değil, hiçbiri aşırı uç değil, hiçbiri fanatik değil, hiçbiri Türk Nazi’si değil! Kendilerine demokrasi ve hak isteyen, ama ötekileştirdiklerine bunları çok gören geniş bir kitle var ülkede. Azımsanmayacak orandalar toplumda. Açıkça yazayım, çoğunluktalar. Hem de az buz bir farkla değil.
Bunlar her tür partide mevcuttur.
Ne CHP, ne İYİP, ne Deva ne hava-civa. Tüm muhalefette mebzul miktarda faşizm ve faşist var.
Türkiye dışında bazı siyasal tabu meseleler vardır. Nefret suçları gibi! Temel insan hakları gibi! Temel özgürlükler gibi! Cinsiyetler arası eşitlik gibi! Etnik ve ırkçı ayrımcılığa karşı olmak gibi! Bu değerler ve bunun yansıması olan siyasal filtre maalesef Türkiye’de mevcut değil. Dediğim gibi, partiler üstü denilebilecek bir yaygınlıkta, geniş bir hareket serbestisi söz konusu, her türlü patolojik siyasal fikre.
Eleştirel kuram düşünürleri olan Max Horkheimer, Theodor Adorno, Herbert Marcuse, Erich Fromm gibi Alman düşünürler, 1930’larda başlattıkları çalışmaları, Nazilerden kaçarak sığındıkları ABD’de 1950’lere kadar geliştirdiler. Vardıkları temel sonuçlardan biri, ilericiliğin nesnel bir tanımıydı. Buna göre insanları özgürleştiren her şey ilericiliktir. Başkalarının özgürlük alanlarını kısıtlamadığımız ve engellemediğimiz takdirde, her şeyi yapmakta özgürüz. Bu emansipasyoncu (özgürleştirici) tanım, Türkiye’de uygulanırsa, neredeyse hiçbir ilerici kalmaz etrafta. Evet, Türkiye’de aydınların çoğu salt kendilerine ve kendileri gibi olanlara özgürlük ister. Kendilerinden farklı gruplara ve üyelerineyse özgürlükleri çok görür. Fakat özgürlük ya herkese sunulabilir, ya da kimse özgür olamaz. Son 250 yıllık modernleşme ve medenileşme macerasında Türkiye’nin duvara toslamasının en başta gelen nedenlerinden birisi budur.
Özgürlükleri talep ederken başkalarına bu özgürlükleri çok görmek tüm özgürlükleri bitiren ve otoriterliğe/totaliterliğe götüren bir süreci başlatır.
Türkiye hiçbir zaman tam özgür bir ülke olamadı. Bunun nedeni, herkese özgürlük getiren bir siyasal sistemin asla kurulamamış olmasıdır. Özgürlükleri başkalarına istisnalar getirerek sağlamaya çalışırsanız ancak havanda su dövmüş olursunuz. Başta kendi özgürlükleriniz olmak üzere, zamanla tüm özgürlükler solar ve kurur. Başkalarına özgürlük vermeyeceğim diye yola çıkar, sonra da kendi özgürlüğünüzün de yitip gittiği bir ülkede bulursunuz kendinizi.
Türkiye’de herkes demokrasi kurmak istiyor. Neden?
Çünkü kendilerini iktidara taşımak istiyorlar.
Güzel, bunun yanlış bir tarafı yoktur.
Fakat demokrasi, ancak özgürlüklerin yeşerdiği ve kök saldığı bir toplumda işleyebilir. Özgürlükler olmadan yapılan seçimler, sadece prosedüreldir. Dahası, özgürlüklerin hukuk sistemiyle güvence altına alınması ve bunun uygulamaya yansıması gerekiyor. Özgürlükleri garanti altına alan yegâne sistem hukuk devletidir. Hukuk devleti, hukuk kurallarının herkese eşit uygulandığı bir sistemdir. Hukuk kurallarının da gelişigüzel kurallar olması yetmez. Özgürlüklerin garanti altına alındığı, özgürlüklerin yasaların ruhunu oluşturduğu kanunlar yapmak ve uygulamak lazımdır. Bunların çatısınıysa özgürlükleri geri götürmeyecek bir kırmızı çizgi çizen anayasa oluşturur. Bu anayasa, devletin de mimarisidir. Anayasal devlet mimarisi olmadan demokrasi işlemez.
Demokrasinin kuru kuruya bir seçimsel prosedürden ibaret olmadığının altını çizmiştim.
Bu, Türkiye’de demokrasi konusunda en az anlaşılmış konulardan biridir. Hukuk devleti olmadan demokrasi de olamaz. Minimalist demokrasi tanımları, adil ve özgür seçimleri demokrasi kıstası olarak yeterli görme eğilimindedir. Oysa birçok ülkede kısmen çok partili seçimler yapılsa da bu ülkeler demokratik değildir. Rusya veya İran gibi ülkelerde de seçimler yapılıyor. Fakat bu ülkelerin demokrasiyle alakası yok.
O halde nasıl bir demokrasi tanımı yapılacak?
Demokrasinin maksimalist bir tanımı yapılmalı.
Bu tanımın ilk maddesi – biliyorum sizi hayal kırıklığına uğratacak ama – seçimler değildir. İlk madde hukuk devleti olacak! Hukukun oturmadığı ve temel insan hak ve özgürlüklerine dayanmadığı hiçbir seçimsel prosedür demokrasi olamaz. Güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü, temele evrensel hukuk ilkelerinin yerli yerinde olması gerekir. Bunlar arasında mesela masumiyet karinesi, mesela suçun bireyselliği ilkesi, mesela yasalara dayanmayan ceza olmayacağı ilkesi gibi ilkeler, en başta gelenleridir. Diğer bir önemli ölçüt, basın ve medya özgürlüğüdür. Düşünce ve düşüncenin ifadesi özgürlüğü, medya özgürlüğü ile beraber çok merkezidir. Bunun yanında din özgürlüğü vardır. Din özgürlüğü inanç ve inanmama özgürlüğünü içerir. Ötesinde, bu devlet mimarisi mutlaka seküler bir devleti öngörür. Seküler olmayan bir devlet, farklı inançtan olanlara adil olamaz. Bunları çoğaltmak ve sayfalarca kriter yazmak olanaklı.
Türkiye’de demokrasi tartışılırken bunlar unutuluyor.
Ben bunları hatırlatmanın zamanı olmadığını biliyorum. Çünkü okurların bir kısmı demokrasinin gerekli olup olmadığından bile emin değiller! Ama sorsan, hepsi de adalet istiyor. Kendilerine ve yakınlarına yapılan zulümden dolayı ağlıyor.
O halde bunları neden yazıyorum? Bencilce bir nedenden: Tarihe not düşüyorum.
Günün birinde birileri bu günlerin tarihini araştırırken, bak birisi 2023’te bunları yazmış, ama kimse bu adamı dinlememiş desin diye. Peki bunun kendini tatminden başka faydası nedir? Şudur: Bundan yüzlerce yıl önce başka toplumlarda da sosyal bilimciler, düşünürler, felsefeciler, yazarlar bu tip makaleler yazdılar, ama toplumlarının çoğu onlara burun kıvırdı. Oysa sonrasında bu insanların düşünceleri yayıldı, birçok insanı etkiledi, dönüşümlere ve değişimlere neden oldu. Yani fikirlerini yaz, denize at!
Seçimlere girilecek. Demokrasi tartışılıyor. Daha doğrusu seçimsel prosedür. Herkesi bir kaygıdır aldı. Evet, matematiksel olarak kazanılacak bu seçimler. Ama ya masa başı? Masa başında seçimleri çalmaya kalkacak diktatör ve rejimi nasıl engellenecek? Evet, konunun önemini kavramaya yakınsınız şu an. Lütfen düşünmeye devam edin. Pes etmeyin! Efendim? Hukuk mu? Kurumsallaşma mı? Yetkileri sınırlandırılmış iktidar mı? Şimdi aynı dili konuşuyoruz işte!
Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok.
Türkiye’de yapılması gerekenler gayet de ortada, gayet de açık ve bellidir.
Soru ya da sorun şudur: İnsanlar yapılması gerekenleri yapacak mı?
Hukuk devleti ve demokrasi dışında insanı insan gibi yaşatacak, hakkınızı ve hukukunuzu koruyacak başka bir siyasal sistem yok. Bunu yüzde elli birin anlaması çok önemlidir.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***