HATAY – Hasar gören evinden çıkararak seranın içine yerleştirdiği ranzada yaşayan Ata Durğun, “Umudumuzu tüketmiyoruz. En azından toprağımızın kokusunu alıyoruz. Seramızı evimizi çevirir, ama burayı bırakmayız” dedi.
Mereş merkezli 6 Şubat’ta meydana gelen depremlerin üzerinden bir ay geçmesine rağmen binlerce yurttaş halen çadıra ulaşamadı. Depremzedeler ya kendi imkanlarıyla kurdukları barakalarda ya da seralarda yaşam mücadelesi veriyor. Yemyeşil ve verimli topraklarıyla bilinen Hatay Samandağ’da çadıra ulaşamayan birçok yurttaş da seraları mesken edindi. Samandağlı depremzedeler, yakıcı güneş nedeniyle gün içinde seralarını sadece akşam yatmak için kullanabiliyor. Bir bölümü “elbise odası”, diğer bölümleri ise “yatak odası” olarak kullanılan seralarda “nüfus” değişiyor. Bazı seralarda sadece bir aile kalırken, bazı seralarda ise ailelerin sayısı 5’i bulabiliyor.
EJDER MEYVESİ EKİLİ EV!
Durğun ailesi de depremin ilk gününden bu yana serada yaşayan ailelerden biri. Aile, Ejder meyvesi ekili serada 2 aileyle birlikte kalıyor. Serada kalanların nüfusu depremin ilk günlerinde 300’ü bulmuş. Ancak zamanla bazı depremzedelerin farklı kentlerdeki yakınlarının yanlarına ve kendi seralarına gitmesiyle birlikte bu sayı 28’e düşmüş. Yaşadıkları seranın kapısını Mezopotamya Ajansı’na (MA) açan aile fertlerinden baba Ata Durğun, gülümseyerek, “Yaşam alanımız burası, Ejder meyveleri arasında yaşam alanı yaratmaya çalıştık” diyor.
FIRSATÇILIĞA TEPKİ
İlk olarak “elbise odası”nı gösteren Durğun, ardından toplu kalınan “yatak odası” ile hasar gören evinden çıkardığı ranzayı bıraktığı bölüme götürüyor bizi. Depremin ilk günü serada 300 kişiyle birlikte kaldıklarını ifade eden Durğun, çadırlara 2 gün önce ulaştıklarını ancak halen kurmaya fırsat bulamadıklarını aktarıyor. Depremde 11 yakınlarını kaybettiklerine dikkat çeken Durğun, “Çocuklarımızı tedavi amacıyla İstanbul’a gönderdik. Burada gönüllüler ve hayırseverlerin yardımlarıyla ayakta durabiliyoruz. Çiftçi olarak üretimimiz daha olmadı. Yavaş yavaş olacak. Ürettiğimiz mal, sebzeyi satıyoruz ama değerinin 3’te 1’i fiyata gidiyor. Piyasayı takip etme şansımız yok. Bu bizim ciddi sorunlardan biri” sözleriyle fırsatçılığa tepki gösteriyor.
Kar ve yağışlı hava olması halinde insanların çadır ya da seralarda kalamayacağının ifade eden Durğun, olası bir fırtınada kurulan çadırların da uçtuğuna işaret ediyor. İlk etapta prefabrik evlerle depremzedelerin yaralarının sarılabileceğini söyleyen Durğun, “Uzun vadede bu iş nasıl olacak hep beraber göreceğiz” şeklinde yaşadığı kaygıyı dile getiriyor.
Durğun, “Yiyecek konusunda sorun yok. Ama su ihtiyacı kendini yavaş yavaş hissettiriyor. Bizim iki evimizin arasında olduğumuz için duş alabiliyoruz ama dışarıda yaşayan vatandaşlarımızın hiçbirisinin duş alma imkanı yok” diye ekliyor.
‘BU TOPRAĞA BAĞLIYIZ’
Durğun’u kaygılandıran konuların başında kentteki olası göçler geliyor. Durğun, bu duruma da değinmeden geçmiyor: “Tüm bu zorluklara rağmen toprağımı terk etmeyi düşünmedim. Seralarımızda, topraklarımızda bir sıkıntı yaşamadık. Bir aya yakın iş yapmama durumu oldu. Biraz kayıp oldu, gerileme oldu ama onun dışında önümüzdeki 15-20 gün içinde tekrar hayat devam edecek. İlk deprem anında paniğe kapılan aileler gitti. Ama onların 3’te biri de geri geldi. Buradaki durumları öğrendikten sonra diğerleri de geri gelecek. Şu ana kadar görüştüğüm insanlar ‘çadır gelse de gelmese de konteynırlar kurulsa da kurulmasa da biz bu toprağı terk etmeyeceğiz, yerimizden yurdumuzdan olmayacağız’ diyor. Biz bu toprağa bağlıyız. Bu coğrafyada depremler, sıkıntılar yaşandı. Ama hiçbir zaman Antakya, Antakyalığını kaybetmedi.”
‘SERALARI EVİMİZE ÇEVİRİR AMA TERK ETMEYİZ’
Durğun, yıkılan kentlerinin yeniden inşa edileceğinden emin olarak şöyle sürdürüyor sözlerini: “Bazı taşlar yıkılmış olabilir, farklı kültürel yapılar yıkılmış olabilir ama bence tekrar yerine oturtulabilir. Eski güzelliğine, ihtişamına kavuşabilir. Bundan da eminin, umutluyum. Bölgenin yüzde 95’i seralara taşındı. Aileler, komşularının seralarına yerleşmiş. Bu çok ciddi bir dayanışma. Yaşanabiliyor. Şartlar ne kadar ağır olursa olsun bu dükkanlarda, bu sokaklarda kalacağız. Seramızı evimize çeviririz, yaşam alanlarımızın birinci konumuna oturturuz. Ama toprağımızı terk etmek, bırakmak gibi bir hayalimiz ve düşüncemiz olmadı, olmayacak.”
‘TOPRAĞIMIZIN KOKUSUNU ALIYORUZ’
Durğun, “Burası bizim baba yadigarımız” sözleriyle yaşadığı karyolaya işaret ederek, şöyle devam ediyor: “Babam bunu 1968’de Antakya’dan getirdi. Son 6.4 depreminden sonra bizim baba evinin kiremitleri uçtu, çatı düştü. Oradan taşıdık, getirdik bizim sera sarayımıza. İyiyiz, rahatız. En azından toprağımızın kokusunu alıyoruz. Umudumuzu tüketmiyoruz, tüketmeyeceğiz. Geleceğe umutlu bakıyorum.”
DUVARLARA İŞLENMİŞ SANATÇILAR
Seradaki bölümleri görüntüledikten sonra Durğun ile Cilli (Tekebaşı) mahallesini geziyoruz. Durğun, mahalledeki hasar gören yapıların duvarlarına kazınan Beyrutlu sanatçı Feyruz, Adile Naşit, Neşat Ertaş, Yaşar Kemal, Ahmet Kaya, Charlie Chaplin, Kazım Koyuncu, Che Guevera, Sabahattin Ali, Kemal Sunal’ın fotoğraflarına işaret ederek, tüm halklar ve inançların barışçıl bir şekilde bir arada yaşaması gerektiğini vurguluyor. Durğun, sokağın başına dikilen ve üzerinde “Ey İnsanoğlu Lütfen Doğaya Saygı Göster!!!” yazılı tabelaya göstererek, “tabi doğaya da saygılı olmalıyız” diye ekliyor.
MA / Azad Altay – Müjdat Can
Kaynak: Mezopotamya Ajansı.
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***