Biliyorum, haftada bir yazdığım bu yazıda geçtiğimiz hafta sadece Türkiye’nin değil, dış dünyanın da büyük bir şaşkınlık ve endişeyle izlediği Kılıçdaroğlu-Akşener düellosu üzerine yazmalıydım. Ama helalleşmeci CHP liderinin İYİP’i Meclis’e sokmak için Akşener’e 15 CHP’li milletvekilini ödünç verdiği 2018 Nisan’ından bu yana beş yıldır bu ikili ittifakın nasıl bir hilkat garibesi olduğu üzerine Artı Gerçek‘te de, İnfo-Türk‘ün dijital sayfalarında da o kadar çok yazmıştım ki, bu fiyaskonun değerlendirmesini yıllardır ona umut bağlamış olanlara bırakıyorum.
Yine de bir küçük hatırlatma yapmadan geçemeyeceğim.
Beş yıldan beri TBMM’nin üçüncü büyük partisi HDP ile diyalog kurmak yerine MHP yetiştirmesi Akşener ile can ciğer kuzu sarması olan Kılıçdaroğlu, bundan tam dokuz yıl önce, 10 Ağustos 2014 seçimlerinde de, MHP lideri Devlet Bahçeli ile kafa kafaya vererek cumhurbaşkanlığı için CHP adına da aşırı sağcı Ekmeleddin İhsanoğlu‘nu aday göstermekte beis görmemişti.
Bu skandal tercihin üzerinden bir yıl geçmeden aynı İhsanoğlu 23 Haziran 2015’te yapılan parlamento seçimlerinde MHP listesinden milletvekili seçilerek gerçek kimliğini ortaya koyacak, TBMM’de Devlet Bahçeli’nin arkasında saf tutacaktı.
***
Geçtiğimiz hafta Türkiye siyaseti 6’lı Masa’nın muhtemel cumhurbaşkanı adayı üzerine spekülasyonlar ve de ardından Akşener skandalının yarattığı artçı zelzelelerle sarsılırken, tüm demokratik muhalefet güçlerinin 14 Mayıs’ta alaşağı etmek için seferber olduğu AKP iktidarını, özellikle de onun başındaki Recep Tayyip Erdoğan‘ı sanık sandalyesine oturtmak için Hollanda’nın La Haye kentindeki Uluslararası Ceza Mahkemesi‘nde önemli bir dava süreci başlatıldı.
1998’de Birleşmiş Milletler’in Roma’daki bir toplantısında alınan karar uyarınca 1 Temmuz 2002 tarihinde kurulmuş ve 11 Mart 2003 tarihinde çalışmaya başlamış olan Uluslararası Ceza Mahkemesi, savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve saldırı suçlarını yargılayıp mahkum etme konusunda tam yetkili bir kurum…
Davayı, 24 Eylül 2021’de Cenevre’de Ankara rejimini işkence, yoketme, basın özgürlüğünü çiğneme, cezasızlık, yargı bağımsızlığını ve adalete erişimi ihlal ve insanlığa karşı suçlar konularında sorumlu bularak mahkum etmiş olan Türkiye Mahkemesi (Turkey Tribunal), Demokrasi ve Özgürlükler İçin Avrupa Yargıçları (MEDEL) ve Belçika avukatlık bürosu VSA birlikte açmış bulunuyor.
Davanın açılışını kamuoyuna duyurmak üzere La Haye’de 1 Mart günü yapılan basın toplantısında, davacı örgütler adına sunuş yapan Belçika’nın eski başbakan yardımcılarından Prof. Dr. Johan Vande Lanotte, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri üzerine şu açıklamaları yaptı:
“Mahkemeye yapılan başvuru, kimliği belirlenmiş veya belirlenebilir 800 kişiye ilişkin 463 bireysel işkence beyanı içermektedir. İfadeler, işkencenin nasıl geniş ve sistemli bir şekilde uygulandığını ayrıntılı olarak açıklamaktadır. Türkiye İnsan Hakları Derneği’nden alınan kanıtlar da, örgütün 2003-2021 döneminde işkence ile ilgili yılda ortalama 1.460 şikayet aldığını ve sistematik işkencenin 2022’de de devam ettiğini göstermektedir.
“Mahkemeye yapılan başvuruda 109 kişiyle ilgili ülke dışı ve ülke içi zorla kaybettirme vakası belgelenmiştir. Türk devleti yurt içindeki kayıp vakalarına karıştığını her zaman inkâr ederken, yetkililer sürekli olarak yurt dışında yapılan yasa dışı kaçırmalarla övünmektedir. En son Temmuz 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir Türk öğretmenin yabancı bir ülkeden kaçırılmasına ait görüntüsünün teşhir edildiği bir basın toplantısı yapmıştı. O belgede kaçırılan kişinin maruz kaldığı işkencenin izleri de görülmekteydi.
ALTI YILDA 2,2 MİLYON SORUŞTURMA, 347 BİN HAPSE MAHKUMİYET
“Uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal eden tutuklamalara gelince, resmi Türk istatistikleri 2015-2021 döneminde 2.217.000 kişi hakkında ‘terör örgütü’ üyeliği iddiasıyla soruşturma başlatıldığını göstermektedir. 560.000 kişi yargılanmış, 270.000’i terör örgütü üyesi olmakla suçlanan 374.000 kişi hapse mahkûm edilmiştir. Rejim muhalifi sayılan kişilerin mezarlarını ziyaret etmek veya cenazelerine katılmak bile tutuklanma nedeni olmaktadır.
“Kovuşturmaların keyfiliğinin yakın tarihli bir örneği, işkence mağdurlarına yardım konusunda tanınmış bağımsız bir uzman ve aynı zamanda Türk Tabipler Birliği Başkanı olan Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklanmasıdır. Türk ordusunun kimyasal silah kullanımını eleştirdiği için, evinde terörizmle ve özellikle de PKK ile ilişkili bir kitap bulunduğu iddiasıyla yakalanarak gözaltına alınmıştır. Ancak birkaç gün sonra, kitabın Kürt kadın şair Bejan Matur tarafından yazılan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ailesine ait olan D&R kitap tarafından herhangi bir sorun olmadan açıkça satılan bir şiir kitabı olduğu ortaya çıkmıştır.
“Yazar Ahmet Altan, HDP lideri Selahattin Demirtaş ve insan hakları savunucusu Osman Kavala’nın davaları da insan haklarını savunan kişi ve kuruluşları susturmak amacıyla yapılan baskıların en iyi bilinen örnekleridir.
“Rejim muhalifi olarak algılanan kişiler, devlet kurumlarında veya özel sektörde zorla işten çıkarılırken, yurt dışındaki Türk vatandaşlarının, hatta yeni doğmuş çocuklarının pasaportları ellerinden alınmıştır, bunlar konsolosluk hizmetlerinden de mahrum edilmişlerdir. Resmi Türk istatistikleri, 2016 yılından bu yana 129.410 kamu görevlisinin ihraç edildiğini ve 19.962 öğretmenin öğretmenlik lisansının iptal edildiğini göstermektedir. Keyfi soruşturmalar kapsamında toplam 234.419 pasaport gasp edilmiştir.
“Kanıtlar, Türk Devleti’nin yüzbinlerce insana karşı, sırf Erdoğan rejiminin düşmanı olarak algılandıkları gerekçesiyle suç işlediğini açıkça ortaya koymaktadır. Bu suçlardan sorumlu olan kişiler, yaptıklarının uluslararası hukukun tüm temel kurallarına aykırı olduğunu biliyorlardı, ancak cezasız kalacaklarından emindiler.
“Uluslararası Ceza Mahkemesi bu cezasızlığı durdurmak için kurulmuştur ve bizim davamızda da bunu yapmalıdır. UCM savcısını bu davayı ele almaya ve hiçbir bireyin, NATO ittifakı üyesi bir ülkenin üst düzey yetkilisi olsa bile, hukukun üstünde sayılamayacağını kanıtlamaya çağırıyoruz.
“Uluslararası Ceza Mahkemesi geçmişte Avrupa dışındaki ülkelere, sorumluluklarını yerine getirmekte aciz devletlere odaklanmıştı. Bu politika seçiciliği nedeniyle eleştirilmiştir. Türkiye ise sorumluluklarını yerine getiremeyecek acizlikte bir devlet değildir. Ancak hukukun üstünlüğü söz konusu olduğunda acizdir, insanlığa karşı suç işleyen yetkililerini cezalandırma konusunda başarı gösterememiş bir devlettir.
“Rusya tarafından Ukrayna’da işlenen suçlar, Ukrayna halkına ve uluslararası hukukun en temel ilkelerine karşı bir savaş suçu sayılmaktadır. Türk yetkililer tarafından rejim muhaliflerinin işkenceye, hapse ve sosyal ölüme mahkum edilmesi de bir başka savaş türüdür. Bu savaş aynı zamanda uluslararası hukukun en temel ilkelerine kasıtlı yapılmış olan bir saldırıdır. Türkiye’de ve yurt dışında işlenen bu suçları cezalandırmanın, aynı suçların tekrar işlenmesini önlemenin ve uluslararası hukuk düzeninin temel unsurlarını korumanın tek yolunun UCM tarafından yürütülecek bir soruşturma ve UCM nezdinde açılacak bir dava olduğu açıktır. Davanın kapsamı Türkiye’yi de aşmaktadır. Söz konusu olan uluslararası hukuk düzenidir. Girişimi başlatanlar, durumun ciddiyetinin savcı tarafından kabul edilmeyeceğini düşünmemektedir”.
AĞIR İNSAN HAKLARI İHLALLERİ ALTINDA ACI ÇEKEN HERKESİ DESTEKLEYEN BİR EYLEM
Prof. Dr. Johan Vande Lanotte‘un ardından davacı kuruluşlardan Turkey Tribunal‘in temsilcisi Prof. Marc Baron Bossuyt söz alarak “Bu başvurunun sunulması Türkiye’ye karşı düşmanca bir hareket olarak algılanmamalıdır. Bu, başarısız darbeye karışmış olanları destekleyen bir eylem de değildir. Bu girişim, ağır insan hakları ihlalleri altında acı çeken herkesi – ve bu aslında çok sayıda kişi – destekleyen bir eylemdir” dedi.
Diğer davacı kuruluş MEDEL’in temsilcisi Mariarosaria Guglielmi de davanın önemini şöyle vurguladı:
“Bu başvuru, çok sayıda mağdurdan gelen ve ele alınmadan kalamayacak adalet talebine ses vermeyi ve hiçbir Türk vatandaşının artık temel hakların etkili bir şekilde korunmasından ve hukukun üstünlüğüne saygı duyan bir devletin doğal güvencelerinden mahrum kalmamasını sağlamaya katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.
“Bu eylemle, insan hakları ihlalleri iddialarının zaman içinde sistematik olarak izlenmesi faaliyetinin sonuçlarını uluslarüstü adaletin dikkatine sunmak istiyoruz; bu faaliyet sonunda, belgelere ve yüzlerce kişinin bireysel ifadelerine dayanarak, insanlığa karşı suç olarak nitelendirilebilecek olayların ciddiyetine ilişkin hukuki ve olgusal bir analiz yapılmıştır.
“İnsan hak ve özgürlüklerine yönelik her ihlalin adalet açısından bir karşılığı olmalıdır. Bu hiçbir istisnayı kabul etmeyen bir ilkedir: özgürlükler ve insan hakları dokunulmaz ve evrensel değerlerdir. Bunların korunması askıya alınamaz ya da inkar edilemez. Bunları kasıtlı ve sistematik olarak ihlal eden herkes sorumlu tutulmalıdır.”
Hem Türkiye’de hem de yurt dışında Erdoğan gazabına uğrayanlardan uluslararası ün sahibi basketbolcu Enes Kanter de basın toplantısına ilettiği mesajında “İnsanlığa karşı suçlar işleniyor. Ne yazık ki, güçlü Batılı ülkeler tarafından işlenen bu tür suçlar hiçbir zaman kovuşturulmadı. Ancak İnsanlığa karşı suçların cezai sorumluluğu seçici olamaz” çağrısında bulundu.
Davacı kuruluşların isteği üzerine sürgün yaşamında yıllardan beri Türkiye Büyükelçiliği’nin ve onun emrindeki kurumların tehdit ve saldırılarına maruz kalan bir gazeteci olarak gönderdiğim ve basın toplantısında yansıtılan video mesajımda şu temennide bulundum:
“Hak ihlalleri nedeniyle Türk mahkemelerinde açılan davalar ne yazık ki sonuç vermiyor… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları da Türk devleti tarafından dikkate bile alınmıyor… Baskı kurbanları hâlâ zindanlarda tutuluyor. Bu nedenledir ki, Uluslararası Ceza Mahkemesi nezdinde açılan bu davanın tamamen yerinde olduğuna inanıyorum… Ve de Türkiye’nin demokratikleşmesine büyük katkı sağlayacağını umuyorum.”
Davanın açılmasının ardından Tayyip iktidarının medyasında hem davacı kuruluşlar, hem de bu davanın açılışında olduğu gibi 24 Eylül 2021’de Cenevre’de Ankara rejimini mahkum eden Türkiye Mahkemesi’nin kuruluşunda büyük emeği geçen Belçikalı eski başbakan yardımcısı ve Flaman Sosyalist Partisi’nin başkanı Prof. Dr. Johan Vande Lanotte hakkında saldırı ve iftiralar gecikmedi.
Gerek bu davanın açılışında, gerekse 24 Eylül 2021’de Cenevre’de Ankara rejimini işkence, yoketme, basın özgürlüğünü çiğneme, cezasızlık, yargı bağımsızlığını ve adalete erişimi engelleme suçlarından mahkum eden Türkiye Mahkemesi’nin kuruluşunda büyük emeği geçen
Prof. Dr. Johan Vande Lanotte ile 23 yıl önce Türk Devleti’nin saldırılarına birlikte hedef olmuştuk. Üstelik, kendisi Belçika Devleti’nin federal hükümetinde başbakan yardımcısı, bütçe ve kurumsal reformlardan sorumlu bakan iken…
2000 yılında Türkiye büyükelçisinin onursal başkanı olduğu Türk Diyanet Vakfı tarafından Türk camilerine, derneklerine, bakkallarına PKK Terörünün İçyüzü: İşte Onlar! adlı bir kitap dağıtılmaya başlanmıştı.
Hürriyet gazetesinin Brüksel’deki muhabirlerinden biri tarafından sahte imzayla yazılmış olan kitaptaki bir tabloda Belçika’daki tüm Kürt dernekleriyle birlikte Brüksel Kürt Enstitüsü, İnfo-Türk, Asurilerin Mezopotamya Kültür Derneği ve Belçika Demokrat Ermeniler Derneği de PKK Bölge Sekreterliği’ne doğrudan bağlı gösteriliyordu. İnfo-Türk’e hasredilen bölümde, Doğan Özgüden’in Belçika’daki tüm Türk düşmanı faaliyetlere katıldığı, 1994 Saint-Josse Olayları’ndan sonra da Kürt, Ermeni ve Asuri dernekleriyle birlikte ortak bildiri yayınlayarak PKK’yle ilişkisini açıkça ortaya koyduğu ileri sürülüyordu.
Kitabın en gülünç olan yanı ise, farklı siyasi çizgilerdeki Belçikalı 22 siyaset insanının da PKK’ye hizmet ettikleri iddiasıyla. Belçika İnsan Hakları Birliği başkanı tanınmış avukat Georges-Henri Beauthier gibi Johan Vande Lanotte da o iftira listesinde yer alıyordu. Üstelik Vande Lanotte o tarihte Belçika Federal Hükümeti’nde Başbakan Yardımcısı ve Bütçe Bakanı idi.
Recep Tayyip Erdoğan ise o tarihlerde bir şiir okuduğu için kapatıldığı Pınarhisar Hapishanesi’nden yeni çıkmış, AKP’nin kuruluş hazırlıkları içinde özgürlük türküleri söylüyordu…
Evet, üzerinden tam 23 yıl geçti… Recep Tayyip Erdoğan 21 yıldır Türkiye’de adım adım inşa edilen çağdışı bir islamo-faşist diktanın başında, Johan Vande Lanotte ve arkadaşları ise onun zulmünü sona erdirip bu yıl 100 yaşını dolduracak olan cumhuriyetin demokratikleşmesi mücadelesi verenlerin safında…
14 Mayıs seçimlerinin sonucu ne olursa olsun, iktidar kimlerin elinde bulunursa bulunsun, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Erdoğan ve ortaklarından hesap sormasına yardımcı olmalıdır…
Olmalıdır ki, cumhuriyetin ikinci yüzyılında yeni Erdoğan’lar bu ülkenin çileli insanlarına zulmü devam ettiremesin…
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek’e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***