YORUM | AHMET KURUCAN
(Gelecek Projeksiyonu Serisi 39)
Yurt içi ve dışı seyahatlerim, gezi izlenim ve deprem yazılarım dolayısıyla ara vermek zorunda kaldığım Gelecek Projeksiyonu yazı serisine geri dönüyorum. Aslında Bana göre şu an Türkiye’nin tek gündemi hala deprem ve depremzedeler olmalı ama siyasi arenaya bakın ki… Ne kalbim, ne kalemim daha ötesini yazmaya izin vermedi, sükut et dedi. Bazı sükutlar vardır ki nice beliğ konuşmalara bin bedeldir. Bu da o cinsten.
Hatırlayanlarınız olacaktır, 9 ana başlığın sekizincisine İslam Hukuku mu İslam Fıkhı mı başlıklı yazı ile başlamış ve orada bırakmıştık. Bu yazıda kavramsal çerçeveyi çizmeye çalışmış ve İslam hukuku deme yerine Müslümanların Hukuku ya da İslam’ın Fıkhı demenin daha doğru olduğunu söylemiştik. Tabii bu yaptığım okumalara bağlı olarak benim ulaştığım bir sonuç. Kabul etmeyenler olabilir, onlara da saygı duyarım.
Şimdi günümüz dünyasında Müslüman zihninin en büyük problemlerinden biri bir zamanlar hayata hayat olmuş, Müslüman toplulukların, kabilelerin, milletlerin zaman zaman devletin yaptırım gücünü de arkasına alarak -ki bu durumda devletlerin dememiz lazım- kanuni çizgide hayatını düzenleyen içtihatlar manzumesinin bugün de geçerli olup olmadığı ya da daha doğru bir ifadeyle hangi ölçüde geçerli olup olmadığı veya hangilerinin hala daha geçerli olduğu hangilerinin geçersiz olduğu sorusuna aranan cevaptır.
Cevapsız mıdır bu soru? Hayır. Siyah, beyaz ve gri tonlarda olmak üzere bu sorunun cevabı verilmiştir ve hala daha verilmektedir. Baksanıza bu yazı bile 2023 yılında İslam’ın neşetinden tam 1458 yıl sonra söz konusu soruya cevap için kaleme alınmaktadır.
Siyah tondaki cevap ortodoksi veya mutaassıp kısmen de gelenekselci diyebileceğimiz çizgide yerini alan kesimden gelmektedir. Bu görüş sahiplerine göre ‘Hayatın tümünü kuşatan İslam dini bütün emir, yasak ve tavsiyeleri ile evrenseldir. Kıyamete kadar bütün insanlığın her türlü sorununun ve sorusunun cevapları Kur’an ve sünnette vardır. Cevabı olmayan bazı soruları ve sorunları da fıkıh uleması bu iki asli kaynağa dayanarak çözüme kavuşturmuştur. Söz konusu fıkhi ahkam kaynağını İlahi nasslardan aldığı için İlahi sayılır, değişmez ve değiştirilemez. Bu zaviyeden onlara da evrensel diyebiliriz. Evrensel olan bu hükümler aynı zamanda bütün Müslümanları bağlayıcıdır. Bize düşen o cevapların yer aldığı kitapları milimi milimine takip etmek ve hayatımıza tatbik etmekten ibarettir. Yeni içtihadi çalışmalara ihtiyaç yoktur.’
Beyaz tondaki cevap ise bunun tam aksi kutupta yerini alan modern, modernist, reformist denilen görüş sahipleridir. Onlar iman hariç kenara toplumsal hayata yönelik fıkhi içtihatların üretilmiş olduğu dönem şartları için geçerli olduğunu ve günümüz dünyasında hiçbirisinin hiçbir hükmü olmadığı kanaatini beslerler. Bunlar dünyevi alanı belirleyen kurallar manzumesidir ve bugün itibariyle toplumsal bir karşılığı yoktur. Fıkhın bu bağlamda bize söyleyeceği hiçbir şey yoktur. İbadetlere gelince, bazıları ibadetleri bütünüyle içtihadi alanın dışında bırakırken bazıları haccın zamanı meselesinde olduğu gibi kısmen ibadetlerin de içtihada açık yanlarının olduğunu söylerler.
Bir başka anlatımla bunlar 14 asırlık Müslümanların hukuki geleneğini günümüz hayatının dışına atarlar. Pekala yerine ne koyarlar? Bu alanı kim düzenleyecek? İlahi referansa ihtiyaç duymayan akıl mı? Yürürlükte olan seküler ve pozitif hukuk mu? Evet, ilk defa Ali Bulaç’ın Vahiy kitabında okuduğum kavramla “Dini Deizm” denilen çizgide yerini alan bu görüş sahipleri dünya hayatına ait her şeyde rasyonalizmi merkeze koyarak çözüm arayışı içine girerler.
Pekala siyah ve beyaz arasındaki gri tonlara gelince. Öncelikle bir tane gri ton yok. Siyaha yakın beyaza yakın ve ortada olmak üzere çok çeşitli tonlar var bu iki uç arasında. Ortalaması şu; söz konusu görüş sahipleri bir zamanlar Müslümanların hayatına mal olmuş, dini, sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik, uluslararası ilişkiler vb. fert, toplum ve devlet hayatının tümünü düzenleyen hukuki normları 4 ana kategoriye ayırırlar. Hemen ilave edeyim, bu tasnif geneldir. Bir başka ifadeyle sadece fikha uyarlanmaz bu ayırım. Kur’an için de sünnet için de geçerlidir. Hatta sünnet söz konusu olduğunda daha teferruatlı tasnifler yapılır. Ana başlıkların 2’den 12’ye kadar çıkartıldığı başka tasnifler de vardır ve her bir ana başlık Efendimizin hayatından nice örneklerle temellendirilir.
Fıkha döneyim, bu dört alan şudur; iman, ibadet, ahlak ve sosyal hayat. İman aslında kelam ilminin konusu olmakla birlikte iman ile iç içedir. Zira ibadetler iman temeli üzerine inşa edilir. O temel olmazsa ibadetler açıkta kalır. Onun içindir ki geleneksel fıkıh ve ilmihal kitaplarında iman ile alakalı müstakil bir bölüm olmasa da iman ile amel arasındaki zorunlu bağ sebebiyle iman konusu hemen her yerde karşımıza çıkar. Mesela alış-veriş konusunda gabni fahiş yani aşırı aldatma dediğimiz müşterinin piyasa koşullarını bilmemesini satıcının daha fazla kazanmak için bir avantaj olarak kullanmasına dair spesifik örnekler üzerinden hükümler verilirken en sonunda Efendimizin (sas) “Aldatan bizden değildir” hadisine vurgu yapılır. Böylece imanın yaptırım gücünün devreye sokulması amaçlanır.
Bu görüş sahiplerine göre iman, ibadet ve ahlak adına ortaya konulan değerler zaman ve mekan üstü özelliklere sahiptir ama sosyal hayatı düzenleyen fıkhi içtihatlar zaman, mekan, insan ve toplumsal arka plan şartları ile sınırlıdır ve sonludur. Çünkü üretilmiş beşeri düşüncelerdir. Mutlak bilgi ve mutlak hakikat değildirler. Ebedilik vasfı ihtiva etmezler. Bu hükümleri ortaya koyan hukukçuların da zaten böyle bir iddiası yoktur, hiç bir zaman için de olmamıştır. Dolayısıyla bu hükümler yereldir, mahallidir, statik değil dinamiktir, geçicidir, örf ve adete, devrin idrak seviyesi, ilmi gelişmeleri ile alakalıdır.
Fakat söz konusu hükümlerin hepsi olmasa da bazıları hala daha güncelliğini koruyabilir. 21. yy. dünyasında dahi 1300-1400 sene önce üretilmiş o içtihatlar bizim verili sorunlarımıza cevap verebilir, çözüm üretebilir. Öyleyse fıkıh geleneği günümüz insanları tarafından çok iyi şekilde taranmalı, tetkik edilmeli ve derdimize derman olacakların seçimi yapılarak hayata taşınmalı, olmayanların yerine de yeni içtihatlarla hayatta boşluk bırakılmamalıdır.
Gördüğünüz üzere muhafazakar üst ismini almaya layık bu gruptaki görüş sahipleri ne mutaassıplar ne de modernistler gibi düşünmekte. Ne her türlü hüküm bugün de geçerlidir ne de hiçbiri geçerli değildir çöpe atılmalıdır dememektedir.
Bu satırların yazarının nerede durduğunu merak ediyorsanız üçüncü grubun görüşlerini benimsiyorum. Kur’an ve sünnet özelinde sabiteler ile değişkenler arasındaki ayrımın, fıkıh özelinde ise verili sorunlarımıza Allah’ın maksadı ve insanların maslahatı ekseninde cevap verip veremediklerine bakılmasının merkeze konularak tenkid ve tasnifin yapılması gerektiğine inanıyorum.
Devam edecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***