YORUM | MAHMUT AKPINAR
AKP lider partisi değil, kadro partisi olarak kuruldu. Çekirdek kadro Milli Görüşçü olsa da farklı görüşlerden farklı profildeki, kabiliyetteki insanlarla parti kadrosu zenginleştirilmişti. Başlarda Turgut Özal’ın dört eğilimi (liberalizm, merkez sol, muhafazakarlık, milliyetçilik) temsil eden ANAP’ına özenti vardı. O dönemin konjonktüründe böyle çok yönlü ama merkez sağa hitap eden bir partiye ihtiyaç vardı. Zira ANAP ve DYP eriyen partilerdi. İlk seçimde AKP’nin iktidar olması, bu boşluğu doğru gördüklerini ortaya koymaktadır.
İktidarının ilk yıllarında AKP gayet liberal, özgürlükçüydü. Hukuka saygısı vardı, adalet istiyordu, Kürt sorununu çözmeyi önemsiyordu. Lider odaklı olmaktan uzak duruyordu. Yolsuzlukla, yasaklarla ve yoksullukla mücadele edeceğini taahhüt etmişti. İlk iki dönemde bir kadro hareketi olarak oldukça başarılı oldu, insanların takdirini kazandı. Halktan destek alırken, bürokrasi ve yargı içine yerleşmiş kurulu düzenin unsurları AKP’ye problem üretiyordu.
Aradan 10 yıl geçtikten sonra AKP içinde önemli olan Aziz Babuşçu, geçmiş 10 yılda kendilerine hukuk, demokrasi ve özgürlük çerçevesinde destek verenlerin gelecek 10 yılda paydaş olmayacaklarını, hatta karşılarında olacaklarını söyledi. Zira artık bir “inşa dönemi”ne geçmişlerdi ve bu dönem liberallerin, özgürlükçü kesimlerin kabullenemeyeceği bir dönem olacaktı. Dedikleri gibi de oldu. AKP ilk iki dönemden sonra anayasa ve yasaları dikkate almaz, denge denetim sistemlerini işlemez hale getirdi. Medyayı kontrolüne aldı, tüm gücü Erdoğan’ın şahsında topladı. Bu sürecin 2007 yılında Dolmabahçe’de Yaşar Büyükanıt’la başbaşa yapılan sır görüşmeden sonra başladığını söyleyebiliriz.
İlerleyen yıllarda AKP demokrasiden, çoğulculuktan, özgürlüklerden ve adaletten uzaklaştı. Kirlenme, yozlaşma arttı, beton lobisi partiye hakim oldu. 2010’lardan sonra artık AKP ve projeleri yoktu, “karizmatik, olağanüstü bir lider” olarak topluma pompalanan Erdoğan vardı. Parti dara girdiğinde Erdoğan meydanlara iniyor, hitabetiyle, hamasetiyle kitleleri arkasına takmayı başarıyordu. Altı boş ve uzun vadeli taahhütlerle halka bir şekilde umut vermeyi ve ayakta kalmayı başarıyordu. İlk kaybettiği Haziran 2015 seçimlerinden sonra Baykal nezdinde kurulu düzen yardımına koştu. Altı ay içinde kaosla ve korkutarak halkı tekrar yanına almayı başardı. 15 Temmuz Erdoğan’a hem daha güçlü bir otoriter sistem kurma, hem de siyasi ömrünü uzatma imkanı verdi.
Uzunca süredir AKP diye bir parti yok. Partinin organları, kurulları, vekilleri sembolik. Her şey Erdoğan’a bağlı ve onun kontrolünde. Erdoğan’a rağmen varlık ifade eden, ses çıkarabilecek herkes tasfiye edildi. Bazıları makamlar, imkanlar mukabili suskun kaldı. Yaklaşık 10 yıldır AKP yok, hükümet yok, hatta devlet yok! Sadece Erdoğan var. Erdoğan her şeyin üstünde, her gücün önünde. İç ve dış kamuoyunda epeydir Erdoğan>AKP, Erdoğan>iktidar, Erdoğan=devlet olarak okunuyor. Bir ticari aktör veya devlet olarak Erdoğan’la bir konuyu halletti iseniz yasa, anayasa, devlet, hükümet, parlamento vs. düşünmeniz gerekmiyor. Onun adı bir projenin, bir konunun önüne eklenince tüm engeller kalkıyor, tüm kapılar açılıyordu. Siyaset bilimi bunu tek adam rejimi, otoriterlik olarak tanımlasa da, halka bu durum “olağanüstü siyasi beceri”, “karizma”, “asrın lideri”, “ümmetin adamı” şeklinde pazarlandı.
İşler iyi giderken bu yöntem Erdoğan’ın egosunu tatmin ediyor ve kendisini sultan, halkı kulları gibi görmesini sağlıyordu. Bazıları onu “ülkeyi sırtında taşıyan, her zorlukları aşan adam” olarak görüyordu. Ama her gücün tek adama bağlı olması, her şeyin bir elden yürütülmesi yönetim biliminin temel ilkelerine aykırıydı. Böyle bir yönetimin çökmesinin mukadder olduğunu gerek kamu yönetimiyle, gerek işletme yönetimiyle ilgilenen herkes bilir. Nitekim kişisel olarak en güçlü olduğu dönemde ülke dağılmaya, çökmeye başladı. 15 Temmuz ile kazandığı krediyi de tüketti. Üç dört yıldır ülke her alanda çöküyor, çözülüyor. Ekonomi bitik, halk perişan. Bu durumda başarısızlıkların fatura edileceği, halkın toslayacağı tek kişi var: Erdoğan.
Şubat başında yaşanan büyük depreme kadar Erdoğan korkuyla, baskıyla eleştirileri bastırabiliyor, muhalif sesleri sindiriyordu. Ama deprem bütün beceriksizlikleri, acziyeti, koordinasyonsuzluğu, soygun düzenini ifşa etti. Fatura da doğal olarak tek adam Erdoğan’a kesildi. Zira Erdoğan kendisini yasaların, iktidarın ve devletin üstünde konumlandırmıştı. Ekonomik krizle büyüyen Erdoğan’a tepki depremle derin öfkeye dönüştü. Halk enkaz altında kalan yüzbinlerce canın hesabını “her şeye hakim ve muktedir!” Erdoğan’a soruyor, faturayı ona ödetme konusunda kararlı.
Ulusal ve uluslararası saygın bütün anketler, ajanslar Erdoğan’ın enkaz altında kaldığını ve kaybedeceğini söylüyor. Veriler, ciddi oranda çalsa bile Erdoğan’ın kazanamayacağını gösteriyor. Öngörüm, toplumdan ve gerçeklikten bütünüyle kopmadıysa, Erdoğan’ın kaybedeceği bir seçime girmeyeceği yönünde. Muhtemelen bir Cumhurbaşkanı adayı ileri sürer, AKP genel başkanı ve milletvekili olarak kendisini korumaya alır. Son 10 yıldır “Erdoğan>AKP” idi. Son dönemlerde “Erdoğan nefreti>AKP nefreti” haline geldi.
“Asrın lideri” olma sevdası ile yola çıkan Erdoğan artık bütün olumsuzlukların sorumlusu, bütün problemlerin sebebi görülüyor. Tam bir nefret objesine dönüştü. Böyle bir tabloda aday olmaktan vazgeçebilir. Kendisini madara etmemek için kenara çekilip başka aday öne sürebilir. Bunu YSK’nın adaylığını reddetmesiyle gerçekleştirebilir. Böylece hem kendisine yasal koruma sağlar hem de Cumhurbaşkanlığı yarışını kaybetmemiş olur.
Diplomasızlığına, adaylığının anayasaya aykırılığına ve seçilme umudunun düşük olmasına rağmen aday olursa işte o zaman ciddi endişelenmek lazım. Bu durumda çok kirli, kanlı projeler uygulamayı göze almış demektir.
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***