YORUM | M. NEDİM HAZAR
Epeydir bu hissiyatta olduğum için yaklaşık 10 gündür bu konuda hiçbir şey izlememeye çabalıyordum.
Çünkü çaresizlik görüntülerine maruz kalan bir çaresizin ruhunu kanatmaktan başka eylemi olamıyor maalesef.
Zaten yıllardır televizyon izleyen biri değilim.
Ancak kısa videolar ve takip ettiğim birkaç Youtube kanalı var.
Halk TV’deki bir program nasıl oldu da önüme düştü bilmiyorum.
Oldum olası Youtube algoritmasına akıl sır erdirememişimdir.
Yeri gelmişken esas konumuz olmamasına rağmen bir hususu vurgulayıp geçeyim hemen.
Malum; Erdoğan iktidarının medya üzerindeki baskı ve ele geçirme mücadelesi darbe girişiminden çok daha öncesine dayanır.
Alo Fatih’lerden, 5’li çetenin “sen kaç lira verdin?” içerikli havuz satın almalarına, gazete çökmelerinden Tayyiban medyası oluşturmalarına kadar pek çok gelişmenin 10 yıldan fazla bir geçmişi var.
Bugün ülkede maalesef özgür medya neredeyse hiç kalmadı.
Cumhuriyet, Sözcü gibi birkaç ulusalcı görünen yayın organının örtülü havuz olduğunu da artık herkes biliyor.
Hatta Oda TV gibi, yandaş Pelikancı Hilal Kaplan’ın deyimiyle “Nuh’un köpekleri”, muhalif görünümlü saraya amade yayın organları var.
Bİrgün ve birkaç sol fraksiyon yayın organı da, can alıcı pek çok noktada Saraydan milim farklı bir anlayışa sahip değil.
Misal Birgün denen kendini muhalif olarak gören yayın organında bir tane insani, mağduriyet haberi göremezsiniz. Kendilerinden olmayınca haksızlığa haksızlık bile diyemeyen Türk tipi solculuk bu olsa gerek.
Halk TV ise bambaşka bir alem.
Tam anlamıyla havuzun simetrisi.
CHP borazanlığını geçtim, bir dönem Ergenekon’un yayın platformu gibi çalışıyordu.
Bir de Atatürk’ten nemalanmak. Nutuk satmak filan…
Neyse, ülke medyasının neredeyse tamamı ya sarayın güdümünde ya da kendi ideolojinin sığ ve bulanık suyunda debeleniyor.
Girişi çok uzattım kusura bakmayınız.
İş bu Halk TV’de çekilmiş bir programa denk geldim.
Gazeteciler Şule Aydın, Timur Soykan ve Murat Ağırel, bir depremzedeyi konuk almıştı: Edvar Aksakal.
Aksakal eğitimli biri, bunu daha ilk cümlesinden anlamak mümkün.
Ancak anlatmaya başladığında içimin ezilmeye, yüreğimin burkulmaya, ruhumun kanamaya başladığını hissettim. Ve sonuna kadar izledim. Yazının sonuna linkini de koyacağım.
Ama Edvar anlattıkça bu ülkede çaresizliğin ne olduğunu bir kez daha iliklerime kadar hissettim.
Kendisi İstanbul’da iken deprem olmuş.
Ancak ailesi ve yakınlarından pek çok kimse Hatay’da yakalanmış depreme.
Hemen kendi aracıyla yola çıkmış Aksakal.
“Ben kendi aracımla Hatay’a 12 saatte vardım ama devlet günlerce gelmedi” diyor içi kan ağlayarak.
Hüznünü, öfkesini nasıl baskılıyor inanın hayran kaldım.
Çünkü anlattıklarını dinlemek bile insanı çıldırtmaya yeterken, bizzat yaşadıktan sonra bu kadar sükûnetle olayları aktarması bende hayranlık uyandırdı.
Ancak onun da ruh hali çok normal değildi sanırım.
Daha sonra ailesine ulaştığında bazı üyelerinin hala sağ olduğunu, pek çok komşusunun da hayatta olduğunu görmüş Edvar Aksakal.
Ancak üzerlerinde tonlarca beton kütleler var.
Ve hiçbir alet edevat yok. Birkaç gün kendilerince çabalamışlar.
Devlet hala yok.
Depremden sağ çıkanların birçoğu maalesef bu süre içinde hayatını kaybetmiş. Sevdiklerini kendi imkanlarıyla enkazdan çıkarmış bahtsız adam.
Derdi bununla da bitmemiş.
Ölülerini ne yapacağına karar verecek olanların bürokrasisi ve rahatlığı onu daha çok yaralamış.
Mesela olağanüstü hal ilan edildiği halde, savcı 9’dan önce mesaiye başlamıyormuş.
“Saat 11’de geldi” diye anlatıyor bunu.
Düşünün canınız gibi sevdiklerinizin cansız bedenini alıyor ve saatlerce, hatta günlerce defnedecek yer arıyorsunuz.
En iyisi ben yazıyı çok uzatmayayım, o anlatsın.
Ancak uyarayım, sağlam bir ruh haliniz ve psikolojiniz yoksa videodan uzak durun ve yazıyı okumayı bitirin.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***