Belçika’nın en çok izlenen Fransızca radyolarından La Première‘in 90’lı yıllarda siyasetçilerin tutarsızlıklarını, yolsuzluklarını ve skandallarını açığa vuran bir sabah program vardı: Cehennem Haftası… Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle ülkücü damarı tutan Meral Akşener’in yaptığı “tehdit-saldırı-ricat” operasyonu, Türkiye siyasetine de gerçekten bir cehennem haftası yaşattı.
Akşener’in “6’lı masa artık millet iradesini kararlarına yansıtma kabiliyetini kaybetmiştir. Ne kumar masasında ne de noter masasında olmayacağız” diye meydan okuması üzerine paniğe kapılan Millet İttifakı muhiplerini Kılıçdaroğlu daha baştan “Hiç meraklanmayın bütün taşlar yerine oturacak” diye teselli etmişti. Dediği de oldu, verdiği ödünler sayesinde “cehennem haftası” daha yedi gününü tamamlamadan, cumhurbaşkanlığını garantileyen Kılıçdaroğlu, onun yanı sıra başta Akşener olmak üzere masadaki beş sağcı partinin liderleri için bir “cennet haftası“na dönüştü.
Evet, 14 Mayıs’ta yapılacak olan seçimler, kamuoyu yoklamalarının verilerini de doğrulayarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve başını çektiği Cumhur İttifakı’nın yenilgisiyle sonuçlanırsa, Türkiye Cumhuriyeti varlığının 100. yılında CHP’li bir cumhurbaşkanı ile beş adet sağcı cumhurbaşkanı yardımcısı ve de bu yardımcıların tayin edeceği bakanlar tarafından yönetilen bir devlet olma özelliği kazanacak.
Sırf Akşener’in gönlünü etmek için İstanbul ve Ankara belediye başkanlarını da uygun bir zamanda cumhurbaşkanı yardımcısı kılma senaryosu da herhalde TC’nin siyasal literatürüne altın harflerle yazılacak!
Kuşkusuz, ideolojik ve siyasal eğilimleri ne olursa olsun, bu altı liderin 30 Ocak’ta açıkladıkları 9 ana başlıklı 244 sayfalık Mutabakat Metni, Kürt sorununun çözümünden ve sınır ötesi müstevli operasyonlara son verilmesinden bahsetmese de, 14 Mayıs sonrası “demokratikleşme ve insan haklarına saygı” alanında neler yapacakları konusunda bazı vaadler içeriyor.
Bu vaadlerin yerine getirilebilmesinin ilk koşulu ise, halen TBMM’de üçüncü büyük parti konumunda olan HDP’nin Anayasa Mahkemesi tarafından yasaklanmasına yek vücut olarak karşı çıkmak, 14 Mayıs seçimlerinde oluşacak parlamentoda da tüm demokratikleşme hamleleri için HDP’nin de dahil olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın önerilerini dikkate almaktır.
Yıllardır HDP ile masaya oturmaktan kaçan, hatta HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına destek vermiş olan Kılıçdaroğlu, cumhurbaşkanı adaylığını garantiledikten sonra, “toplumun bütün kesimlerine ulaşmaya çalıştığı” gibi HDP’yi de ziyaret edeceğini açıklamıştır.
Ancak, bu ziyaretin asıl amacının HDP’nin ayrı bir cumhurbaşkanı adayı göstermesini engellemek ve, İstanbul ve Ankara belediye başkanlıkları seçimlerinde olduğu gibi, HDP seçmenlerinin oylarını da alabilmek olduğu açıktır.
Müstakbel cumhurbaşkanı Kılıçdaroğlu, 14 Mayıs’tan sonra Türkiye’nin gerçekten de demokratikleşmesini sağlamak istiyorsa, sadece Millet İttifakı’nın Mutabakat Metni’ni değil, HDP’nin de dahil olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ve de Sosyalist Güçbirliği İttifakı’nın önerilerini de dikkate alması, bunları 6’lı Masa’daki ortaklarına da kabul ettirmesi gerekmez mi?
Ülkücü damarı ikide bir depreşen Akşener İYİP’i, kapris günlerinden sonra masaya döndüğünde bile HDP karşıtlığından vazgeçmemiş, “CHP, HDP ile görüşebilir. Ama bize asla getiremez” diyebilmiştir.
ÜLKÜCÜ DAMAR ÖYLE DE, İSLAMCI DAMAR FARKLI MI?
Kaldı ki, CHP diyalog kursa bile, Kılıçdaroğlu’nun “cumhurbaşkanı adayı” olarak cülusuna ev sahipliği yapan Temel Karamollaoğlu’nun liderliğindeki Saadet Partisi de daha şimdiden müstakbel iktidar içinde yeni ağırlık merkezi oluşturma manevralarına başlamıştır.
Saadet Partisi’nin organı Milli Gazete, Kılıçdaroğlu’nun tek aday ilan edilmesinin ardından yayınlanan 8 Mart tarihli sayısında müstakbel iktidar koalisyonunun ağır topunun hangi parti olacağını manşetten şöyle duyuruyordu: “Siyasetin merkezi Saadet oldu!”
Kaldı ki, şu günlerde sağ cenah soldan daha hareketli… Karamollaoğlu’nun Saadet Partisi, Necmeddin Erbakan’ın yarım yüzyıl önce başlattığı Milli Görüş hareketinin tek temsilcisi de değil… Necmeddin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan’ın başkanlığındaki Yeniden Refah Partisi, islamcı oyları Cumhur İttifakı’na yönlendirme pazarlığında…
Bunun da etkisiyledir ki, Karamollaoğlu Millet İttifakı içinde Gelecek Partisi ve Deva Partisi’yle birlikte yeni bir sağcı ittifak oluşturmak üzere şimdiden seferber olmuş durumda… İslamcı seçmen kitlesini Yeniden Refah Partisi’ne kaptırmamak için de TV5 ekranında yayınlanan bir programda AKP’nin tüm islamcı yaptırımlarına ve cemaatlere iftiharla şöyle sahip çıkıyor: “Kimsenin endişesi olmasın ne imam hatip okulları, ne başörtüsü meselesi, ne devlette görev almalar, bunların hiçbiri engellenmez. Bazıları ‘cemaatleri yasaklayalım’ diyorlar, cemaati yasaklayamazsın. Bu tip çıkışlar bazı yerlerde önyargılı hareketlerden kaynaklanıyor. Ben hiçbir kazanımdan, özellikle de bahsettiğimiz hususlarda taviz verilmeyeceğinin taahhüdünü veririm.”
12 MART 1971 DARBESİNİN 52. YILDÖNÜMÜNÜN BURUKLUĞU İÇİNDE YAZIYORUM
12 Mart, Türkiye Cumhuriyeti tarihine ilk kez 1921’de, Mehmet Akif Ersoy’un “Kahraman Ordumuza” ithafıyla yazdığı İstiklal Marşı’nın TBMM tarafından kabul edilmesiyle damgasını vurmuştu.
İkinci 12 Mart, kendisine ulusal marş ithaf edilen kahraman ordunun Kozlu madenlerinde direnen işçilere saldırarak Satılmış Tepe ve Mehmet Çavdar adındaki iki madenciyi katlettiği gündü.
Akşam gazetesini giderek solun günlük sesi haline getirmeye çalıştığımız, sayfalarını Çetin Altan, Yaşar Kemal, Fethi Naci başta olmak üzere sol yazarlara açtığımız, daha da önemlisi, 1965’te ilk kez parlamento seçimlerine katılacak olan Türkiye İşçi Partisi’nin sesini duyurmaya çalıştığımız günlerdi.
Kozlu saldırısını Akşam’ın birinci sayfasında “İşçilere ateş açıldı” manşetiyle bir manifesto gibi gibi yansıtmıştık.
Üçüncü 12 Mart, ondan 6 yıl sonra, 1971 yılında aynı ordunun bu kez muhtıra vererek hükümeti devirdiği, parlamentoda temsil edilen TİP dışındaki tüm partilerin desteğiyle ülkede kanlı bir terör, işkence, zindan ve idam dönemini başlattığı gündü.
12 Mart darbecilerinin ilan ettiği sıkıyönetimin ilk uygulamalarından biri radyolarda ve yazılı medyada “Türk Ceza Kanunu’nun 142, 311, 312, 156 ve 159. maddelerini ısrarla ihlal eden Ant Dergisi’nin süresiz olarak kapatıldığını, sorumluları hakkında gerekli kanuni takibata geçildiğini” duyurmak olmuştu.
Bir yıl önce, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin ardından ilan edilen ilk sıkıyönetimde Ant’ı “Kapitalistleşen subaylar işçileri yargılayamaz” sloganlı bir kapakla yayınlamamız üzerine 1. Ordu Karargahı’nda beni sorguya çeken dokuz subay tarafından açıkça tehdit edilmiş olduğum için illegaliteye geçip sahte pasaportla yurt dışına çıkarak cuntaya karşı demokratik direniş kampanyası başlatmak zorunda kalmıştık.
O dönemin Türkiye siyaset alemi için en yüz karası sayfalarından biri, sıkıyönetim mahkemesinin Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan için verdiği idam kararlarının Askeri Yargıtay’dan geçtikten sonra 10 Mart 1972’de TBMM’de onaylanması olacaktı.
O gün 441 milletvekilinden 118’i oylamaya katılmamış, katılan 323 üyeden 2’si çekimser ve 48’i ret oyu verirken Adalet Partisi (AP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Güven Partisi (GP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP), Millet Partisi (MP), Yeni Türkiye Partisi (YTP) ve Birlik Partisi (BP)’den 273 milletvekili üç devrimci gencin idamı lehinde oy kullanmıştı.
Ve dördüncü 12 Mart… 28 yıl önce CHP’nin de ortak olduğu Tansu Çiller Hükümeti döneminde, 12 Mart 1995’te Kontrgerilla İstanbul’da Alevi yurttaşların yoğun yaşadığı Gazi Mahallesini basarak 22 yurttaşı katledip yüzlercesini yaralayacaktı… Katliam tanıklarının, “Polisler ölü ve yaralılarımızın üzerinde basıyordu” sözlerine rağmen yalnızca iki polis hakkında ceza kararı verilecek, onlar da çok kısa bir süre kaldıkları cezaevinden ünlü “Rahşan Affı”yla tahliye edilecekti.
1974’TE MSP’NİN ETTİKLERİ, 2023’TE SP’NİN EDECEKLERİ
Bu yılın 12 Mart’ına dönüyorum… Tüm medyada SP lideri Temel Karamollaoğlu’nun Millet İttifakı içinde GP ve DEVA ile üçlü ittifak kurma girişiminin ve İslamcı seçmenlere verdiği imam hatip okullarına, cemaatlere asla dokunulmayacağı güvencesinin haberleri yankılanıyor.
1974 seçimlerini ve ardından CHP-MSP koalisyonun nasıl kurulduğunu anımsayan kuşaklar için pek de şaşırtıcı değil…
Bülent Ecevit ‘in başbakan ve de Necmettin Erbakan’ın başbakan yardımcısı olduğu koalisyonun kurulmasından bur süre sonra siyasal af çıkartılırken, TCK’nın 163. maddesinden tutuklu ve mahkum olan İslamcıların salıverilmesi oybirliğiyle onaylanmıştı, ancak sıra 141 ve 142. maddeden tutuklu ve mahkum olan solcuların affına geldiğinde MSP milletvekilleri büyük bir iftiharla “Hayır'” oyu kullanmışlardı. Onların zindandan kurtulmaları ancak Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla mümkün olabilmişti.
1974’teki Kıbrıs harekatı konusunda da Başbakan Yardımcısı Erbakan hükümete adanın yarısının işgaliyle yetinmeyip tamamın fethedilmesini dayattığı için CHP-MSP koalisyonu 17 Eylül 1974’te dağılacaktı.
Hemen ardından Erbakan demokratlığı iyice bir yana bırakarak 1975 Mart’ında AP, MHP ve CGP’nin de içinde yer aldığı 1. Milliyetçi Cephe hükümetinde, 1977 Temmuz’unda yine aynı partilerin katılımıyla kurulan 2. Milliyetçi Cephe hükümetinde devlet bakanı ve başbakan yardımcısı olarak yer alacak, AP’nin 1979 Kasım’ında kurduğu azınlık hükümetini de dışarıdan destekleyecekti.
12 Eylül darbesinden sonraki uzun yasaklama döneminin ardından 1987’de Refah Partisi’ni kuran Erbakan’ın 1996’da Tansu Çiller’le Refah-Yol koalisyon hükümetini oluşturmasından sonra başbakanlık konutunda tarikat liderlerine ve şeyhlere ziyafetler vermeye varan İslamcı şovları militaristlerin 28 Şubat sürecini başlatmasına, 18 Haziran 1997’de de kendisinin başbakanlıktan çekilmek zorunda kalmasına neden olacaktı.
Erbakan’ın Refah Partisi 16 Ocak 1998’de, ardından yine kendisinin kurduğu Fazilet Partisi Haziran 2001’de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Art arda yediği bu darbelerden sonra Milli Görüş hareketi bir yandan Erbakan’ın başını çektiği Saadet Partisi, öte yandan Recep Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği AKP olarak ikiye bölündü…
Yıllar sonra, 14 Mayıs 2023’de yapılacak seçimlere Milli Görüş hareketinin ürünü olan üç parti, AKP, SP ve de Necmettin Erbakan’ın oğlunun kurduğu Yeni Refah Partisi katılıyor.
Önümüzdeki iki aylık seçim kampanyası döneminde iİlamcı seçmen, bu üç parti arasında bir şeçim yapmak zorunda…
Unutulmasın, mütedeyyin seçmeni kazanma yarışında, bu üç partinin yanı sıra, helalleşmeyi bayrak yapan, AKP iktidarında zaten dokunulmazlık kazanmış olan başörtüsünü daha da dokunulmaz kılmak için yasa önerileri hazırlayan Kılıçdaroğlu’nun CHP’si de var…
Millet İttifakı cephesinde bunlar olurken, Türkiye’nin gerçekten demokratik ve özgürlükçü bir ülkeye dönüşmesinin özlemini çeken, bunun için mücadele verenler, Emek ve Özgürlük İttifakı ile Sosyalist Güçbirliği İttifakı’nın son gelişmeler karşısında belirleyeceği seçim stratejisinin ve aday listelerinin açıklanmasını bekliyor…
Hem de sabırsızlıkla…
Doğan Özgüden: 1952’den itibaren İzmir’de Ege Güneşi, Sabah Postası, Milliyet, Öncü gazetelerinde çalıştı, 60’larda İstanbul’da Gece Postası ve Akşam Gazetesi genel yayın yönetmenliği yaptı. 1967’den itibaren eşi İnci Tuğsavul, Yaşar Kemal ve Fethi Naci ile birlikte sosyalist Ant Dergisi’ni yayınladı. Gazeteciler Sendikası, Gazeteciler Cemiyeti, Basın Şeref Divanı ve Türkiye İşçi Partisi yönetimlerinde bulundu. 12 Mart 1971 darbesinden sonra Türkiye’den ayrılarak yurt dışında Demokratik Direniş Örgütü, İnfo-Türk Haber Ajansı ve Güneş Atölyeleri, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra Demokrasi İçin Birlik örgütü kurucuları arasında yer aldı. Evren Cuntası tarafından 1982’de eşiyle birlikte Türk vatandaşlığından çıkartıldı. 12 Mart rejimine karşı Türkiye Dosyası, 12 Eylül rejimine karşı Kara Kitap adlı İngilizce, Türkiye’deki ve sürgündeki yaşamını ve mücadelelerini anlatan iki ciltlik “Vatansız” Gazeteci ve beş ciltlik Sürgün Yazıları adlı Türkçe ve Fransızca kitapları bulunuyor. Kurulduğu tarihten beri Artı Gerçek’e yazıyor. (https://www.info-turk.be/ozguden-tugsavul-T.htm)
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***