YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN
Depremde yıkılan sadece binalar değildi. Son taşına kadar devlet zannettiğiniz yapının kalan son taşları da tümüyle darmadağın oldu.
Sizi yönetmek için görevde olması gerekenlerin görevlerini asgari anlamda bile yapamadıklarına tanık olduk. Görev yapamamalarının kifayetsizlikleriyle alakası var. Ama aynı zamanda görev yapmadıklarını da biliyoruz. Bunun tümüyle başka bir düzlemde değerlendirilmesi lazım. Depremin ilk iki günü, en kritik 48 saat içerisinde, örneğin standart diye bakılan, zaten bölgede konuşlu ve görevli ordu birliklerinin sahaya indirilmemesi, belli ki tümüyle siyasi bir karardı. Kendilerine darbe olacağından ödü kopan saray çevresi, askerin arama ve kurtarma çalışmalarında bulunmak üzere deprem bölgesinde aktif hale geçirilmesine karşı çıktı. Böylece enkaz altında kalan ve kurtarılmayı bekleyen binlerce insana yardım gitmedi. Binlerce insan, yaralanmış olmalarının ve dondurucu soğuğa maruz kalmalarının sonucunda hayatını enkaz altında kaybetti. Bunu da geçelim, depremden neredeyse 10 gün sonra bile, hiçbir arama kurtarma ekibinin ulaşamadığı bina enkazları vardı.
Tüm bunlar olurken, uluslararası yardım ekipleri ülkeye giriş yapmaya çalışıyordu. Çoğu daha havaalanlarında ağır bürokratik engellerle karşılaşıyor, daha da vahimi, kendilerini tam bir kaos ortamında buluyorlardı. Afet yönetimi konusunda Türkiye denen devletin hiçbir hazırlığının olmadığı anlaşılıyordu. Bir şekilde, saatler yitirdikten sonra felaket bölgelerine intikal ettirilen yabancı ülke yardım ekipleri, bu kez de sahada yerli ekiplerin tacizine maruz kalıyor, mesela depremzede kurtarmak üzereyken çalışma yaptıkları enkaza gelen Türk ekiplerince kovuluyor, orada iğrenç bir PR çalışmasına tanıklık ediyorlardı. O yerli ekipler, deprem kurbanı vatandaşı enkazdan kendileri çıkarmış gibi kameralara pozlar veriyorlar, sloganımsı biçimde tekbir çekerek şov yapıyorlardı.
Özellikle İsrail, Ermenistan ve Yunanistan ekiplerine demediklerini bırakmadılar. Yardıma koşan ve kendi canlarını tehlikeye atan bu ekipleri espiyonajla, misyonerlikle, tarihi eser kaçakçılığıyla, bilmem neyle suçladılar. İsrail ekibi ortamın kendileri için iyice güvensizleştiğini görerek sahadan ayrıldı, Türkiye’yi terk etti. ABD Türkiye’ye uçak gemisi ve ona eşlik eden bir donanma filosu gönderme kararı alınca, benzer reflekslerle, tam bir üçüncü dünyacı refleksle tepkiler verdiler. Bu arada komplo teorileriyle, depremi ABD’nin tetiklediğini yazıp çizmeye başladılar.
Vatandaşına yeterince çadır, gıda, içme suyu, hijyen ve diğer temel gereksinimlerini karşılayamayan devlet kurumları, mesela Türk Kızılay kurumu bölgedeki depremzede vatandaşlarca sorgulanmaya başlanınca, cumhurbaşkanı olan şahıs tarafından ağza alınmayacak hakaretlere uğratıldı. Erdoğan ve ekibi bölgeye iki hafta sonra gitti. Bahçeli kendi memleketi depremde ağır hasara uğramış olmasına karşın oraya gitmeme yönünde tercihte bulundu. Sonra da ikinci haftanın sonunda Erdoğan’ın kortejine dâhil olup onunla beraber göstermelik ziyaretlerde bulundular.
Ben depremden sonra neredeyse yirmi gün ne yazacağımı bilemediğimden yazılarıma ara verirken, depremin felakete dönüşmesinin siyasi mimarları pişkinlikle açıklama üstüne açıklamalar yaptılar. Asrın felaketi, dünyayı ikiye bölen deprem, dünyanın en büyük depremi gibi açıklamalarla, depremde yıkılan binaların yıkılma sebeplerini örtbas etmeye çalıştılar. İnşaat sektöründe kendi dönemlerinde patlama yapan yolsuzlukları ve kuralsızlıkları gizleme telaşına düşmüşlerdi. Dahası, deprem fonu oluşturmaya yönelik son 20 yılda yapılan çalışmalar ve biriken paranın abrakadabra yöntemle iç ve hiç olması gerçeğini başarıyla kamufle ettiler. Yalaka yazar kasa tayfaları, yine bildiğiniz devlet masallarını anlatma görevini başarıyla ifa etti.
Uzaydan titanyum çubuklarla Türkiye’de deprem tetikleyen Amerikan uydularını da bu esnada öğrendik. Yine HAARP teknolojisiyle Türkiye’ye saldıran ABD’nin acaba neden hem uydudan, hem de HAARP silahı ile saldırıda bulunduğunu (!) anlayamadık. Buna karşın halk, feraseti (!) sayesinde depremin sorumlusunun çürümüş siyaset, hortumcu ve üçkâğıtçı inşaat sektörü, hırsız müteahhitler, onların maaşlı kuklaları haline gelmiş siyasiler falan olmadığına kanaat getirdi. Tarihi geçmiş konservelerin dağıtılmasını, uyku tulumu ve çadır verilmemesini, tuvalet temin edilmemesini, ölenlere kefen bile tedarik edilmemesini kabullenenler, TV kameraları karşısında Erdoğan ve devlet övgüsü yapmaya başladılar. Kimse arka fondaki inleme seslerini duymak istemiyordu. Kameraların karşısına geçip doğruları konuşmaya çalışan insanlar olursa programlar yarıda kesiliyordu. Medyasından kamu yönetimine, kolluk gücünden kurtarma ekiplerine, siyasi karar alıcılardan diyanetine, üniversitelerinden sivil toplumuna, büyük bir çoğunluk kader kısmet muhabbeti yapıyordu.
Deprem sonrasında Türkiye denen devletin bazı bölgelerinde asayişi bile sağlayamadığını gördük. Talan-yağma iddiasıyla sokak ortasında öldürülen, ağır darba uğratılan vatandaşların yanında, polis ve jandarma gözetiminde, resmi dairelerde insanların kamera karşısında işkence görüntülerini izledik. Suriyeli, Arap, Kürt vs. oldukları için ayrımcılığa maruz bırakılan insanlar vardı. Bu insanlardan bazıları, enkaz altında seslerini çıkarmamayı seçmişlerdi, çünkü Türkçe bilmedikleri anlaşılırsa kendilerini kurtarmaya gelmezler diye düşünmüşlerdi. Bazı siyasi partilerin yöneticileri, Suriyeli sığınmacı nefreti söylemlerini deprem sonrasında da sürdürdüler. Sadece Ümit Özdağ değil, Meral Akşener de demografi ve güvenlik kaşımak üzerinden ırkçılık yapıyorlardı.
Devlet zannettiğiniz çete, bu arada ağır hasarlı, hatta kısmen yıkık binalara sağlam diyor, insanları o binalara dönmeye çağırıyordu. Ardından Hatay’da bir artçı daha meydana geliyor, o hasarlı binalardan bazıları uzmanların işaret ettiği üzere gerçekten de yıkılıyordu.
Devletin yaptığı hastaneler, kamu binaları ve yollar yüksek oranlarda çökmüş, en azından kullanılmaz hale gelmiş ve yok olmuş, imar affı verilen binlerce sivil bina da içinde oturan garibanlara mezar olmuştu. Devletin resmi rakamlarında bile 45 bine yaklaşan ölü sayısından bahsediliyorken, bazı yöneticiler esas kayıpları bu sayının belki de üç katı olduğunu söylüyorlardı.
Şu an milyonlarca vatandaş, felaket bölgesinde ve asgari gereksinimlerini dahi sağlayamayacak durumdalar. Devlet zannedilen çeteyse, imajını kurtarma gayretinde!
Devlet depremden önce yıkılmıştı, kimse görmek istemedi. Deprem, devletin son taşlarını da yerle bir etti. Asli görevlerini yapmakta bu denli aciz bir devlet var olamaz. Bu devleti, ona dadanan bir çete bitirdi. Bunu bilerek ve isteyerek yaptılar. Bunu menfaatleri gereği yapmak zorundaydılar. Gariban insanlara, kentlere, doğaya, çocuklara, yüz milyarlarca dolarlık altyapıya, insanların birikimlerine, hatta hayatlarına yazık oldu. Siyasetin hukuksuzlaşmasını son 7 yıldır yüzlerce yazıyla anlatmaya çalıştım. Ama sanırım bu deprem sonrası gördüklerimiz, her şeyi daha anlaşılır kıldı. İnsanlar artık gerçekleri görecekler mi? Uyanacaklar mı? Zaman gösterecek.
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***