İngiltere Tiyatrosu’nun deneysel oyunlarıyla ünlü yazar, oyuncu ve yönetmenlerinden Tim Croch’un yazdığı The Author – Şimdi, Seda İlter’in çevirisi ve Öner Erkan’ın rejisiyle DasDas Açık Sahne’de seyirciyle oyun kuruyor.
Levent Kazak, Yazar Levent’i, Nezaket Erden, Oyuncu Nezaket’i, Erdem Şenocak, Oyuncu Erdem’i ve Melikşah Altuntaş, Seyirci Melikşah’ı oynuyor. Seyirci seyretmenin ötesinde, oyunun kendisine dahil oluyor. Bunu, sahneye girişte, oyuncularla aynı salona giriş kuyruğundayken sezer gibiyiz, uyanık metropol seyircisiyiz biz, seyirci salona girdiğinde çoktan başlamış oyunları daha önce görmüştük. Hoş… Ve fakat sahne yok! Platform-yükselti anlamındaki sahne yok. Hmm… Karşılıklı iki tribündeki, canımızın istediği (bunu çok seviyorum) koltuklara oturuyoruz, tamam da yüz-yüze, seyirci-seyirciye konuşlandığımız bir oturma düzeni… Sahne nerede, pardon? Aynı tekli-ikişerli sırayla salona girdiğimiz oyuncu yüzler, bedenleriyle aramıza serpiliyor. Onlar da oturuyor. Tamam kabul, türlü çeşit deneysel iş görmüş seyirci gözümüz bunu ilk kez deneyimliyor. Bakalım ilk replik kimden gelecek… Oyun başlıyor gibi sanki. Yok ya başladı işte. Işıklar açık ama, yüzüm görünüyor, beni mi izleyecekler? Abartma yahu, seni kim, neden… Su ister misin? Cık!
İZLEYİCİNİN YÜZÜ/ OYUNCUNUN YÜZÜ
İçeriğinden bahsetmenin, hakkında konuşmayı çok istesem de, zor olduğu, bunu, deneyimi paylaşan herkes için biricik kılması için de tercih etmediğim özel bir oyun, Şimdi. En fazla hakkında naçizane atmosfer kurup, oyunun bende uyandırdıklarını benzetme yoluyla top döndüreceğim. Ya da basketçiler bilir, steps yapacağım. Basketbolda top elinizdeyken sektirmeden üç adım atarsanız steps! nidasıyla hatanız jurnallenir ve top karşı takıma geçer. Benzetmem negatif ama durum tersi, keyifle, bile isteye steps yapacağım yazıda. Neden? Çünkü bu sürprizli maçta herkes olabildiği kadar eşit.
Oyunu Türkiye sorunsalları-gerçekleriyle uyarlayan Levent Kazak ve Şimdi ekibi, karakter çalışan oyuncunun dertlerini, oyunculuk mesleğinin öznenin karakterinde oluşabilecek deformasyonunu, özne-aktör sınırlarının zorlanışını, Yazar Levent karakteriyle zihin iç dökümü yaptığı “aşırılık sanattır” tartışmalı mottosunun varacağı noktayı, noktaları enfes bir biçimde gösteriyor. Kime? Yazar, oyuncu ve seyirci kendi isimleriyle bitimsiz stepsler içinde birbirine ayna olmuş; kurgusal bir oyunda, giderek tekinsizleşen bir şeyleri sezinliyoruz. Sezmenin ötesine geçtik artık. Bir şeylerden hoşnut değiliz. Neden? İlgimizi çeken oyuncularla keyifli bir seyir içindeyiz, içindeydik. Nerede?
Şimdi, büyüleyici ve sarsıcı bir oyun. Pamuk ve demir gibi iki benzemezi içinde barındıran tuhaf bir kütle. Büyüsünü, metropol seyircisini pamuklara sarmasından değil, hakikatten var ediyor. Alışkın olmadığımız sahneleme tekniği, zekice kurgulanmış metni, zekice işlenmiş uyarlaması ve duygu aktarımında öznesini karakterinden ayrıştırabilmiş (tam tersi gözükerek üstelik) reji ve oyunculuklarıyla heyecanlandıran bir yapım.
Sorumluluklarını hatırlatıyor, bilmiyorsa işaret ediyor seyirciye. Bunu yaparken seyirci didaktik bir söylem karşısında köşeye sıkışmış hissetmiyor ama. Söylem hiç de suçlayıcı değil. Koltukları seçmekte özgür olduğu gibi, koltuktan kalkıp gitme seçeneği de, oyunda söz söyleme seçeneği de var izleyicinin.
IN-YER-FACE’E İHTAR
İngiltere’de, 1990’lı yıllarda başlayan, sahnede şiddetin, vahşetin temsilini, seyirciyi şaşırtmak ve kışkırtmak yoluyla gösteren in-yer-face (suratına tiyatro) akımına sıkı bir dur ihtarı Şimdi. Üstelik bunu göstermeyerek yapıyor. Oyunun bir noktasından sonra seyirci üzerindeki gerilimin nedeniyse, en basitinden hikâye anlatımının binlerce (belki milyarlarca) yıllık kolektif hafızamızın en basit, en etkili duygu aktarımı olmasından kaynaklanıyor.
Oyun, devrimci anlamda yenilikçiliğini, Brecht’yen bir “bu olanlardan sen de sorumlusun” söyleminin ötesine geçen, bireyin yeniden inşası meselesinden alıyor. Bir de tabii, yüzünüze doğrultulmuş temsili bir silahın yarattığı gerilimden değil, temsili silahın, seyircisi ve oyuncusuyla bir salon dolusu insanın ellerinde, elden ele geziyor oluşundan alıyor. Bu da seyirciyi, “bu olanlardan ben de sorumluyum” noktasına getiriyor ki, oyunu yenilikçiliğinin yanında biricik kılan özelliklerden biri de bu. Karşısına alarak değil, yanında, yan yana durarak… Epik tiyatrodan farklı bir şekilde.
Kendi cevapları kadar sorularını da ortaya bırakan, birlikte oynanan, enfes dertleri olan, mükemmel bir oyun, Şimdi. Düşünmek zorunda kalan seyircinin zihinsel süreci devrede. Ne zaman? Her zaman. Hep. Şimdi…
Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL’de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım’da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV’de Artı Sahne programı sürdürüyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***