“Depremin ilk saatlerinde ortada olmayan ‘devletlu’ zevat”a çok kızmış.
“Yapılan işlerin ne kadar beceriksizce yapıldığını tespit edenlere”, “gözdağı veren bir tutumu” şiddetle eleştiriyor.
“Devlet, tam bir şaşkınlık içine düşerek toplumu büyük bir felaketle baş başa bıraktı” diye isyan ediyor.
“İhmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri ‘şaibeli’ duruma düşürmeye” çalışan resmi sözcülere de iki çift laf ediyor:
“Kendi sorumluluğunu örtbas etmek isteyen devlet erki hala meseleyi mümkün olduğunca sümen altı etmeye harcıyor enerjisini.”
“İnsanların canları niye kurtarılmadı diye kamu otoritesini eleştirenlere ya da canları kurtarılma ihtimali olanlara bir an evvel ulaşılması için seslerini yükseltenlere bu derece şiddetle karşılık verilmesinin” anlamını sorguluyor.
Sonra da en çarpıcı tespitini yapıyor:
“Çok basit ama bir o kadar da acı olan şu: Türkiye yönetilemiyor. Ve, yönetemeyen, yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiyormuş gibi yapması binlerce cana mal oluyor.”
Evet, ne kadar acı değil mi; ülkeyi yönetemeyenlerin yönetiyormuş gibi yapmasının binlerce cana mal olması…
Bu acı gerçeği görenlerden biri de bugün AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik.
Yukarıdaki “tırnak içindeki” tüm satırlar da Ömer Çelik’e ait.
Ancak Çelik bu satırları 19 Ağustos depremi sonrası, 22 Ağustos 1999’da Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yazmış.
Aradan geçen süre içersinde “muhaliflikten” Saray iktidarının sözcülüğüne tırmanan Çelik, 6 Şubat depreminden sonra değil sadece Türkiye’nin, tüm dünyanın yaşadığı çaresizliği şimdi kalkmış “Hiçbir eksik kalmadı” deyip neredeyse seçim propagandası yapıyor:
“Herhangi bir şekilde, şu anda bir eksik gözükmüyor… Hem AK Parti Genel Merkezi hem Milliyetçi Hareket Partisi Genel Merkezi, MYK ve MKYK üyeleri, milletvekillerimizi ilgili bölgelere gönderdik. Cumhur İttifakı’nın teşkilatları sahadadır. Her ilde bakanlarımız var. Cumhur İttifakı’ndan genel başkan yardımcıları, milletvekilleri ve MKYK üyeleri, teşkilatlarımız var.”
Sanki yaşanan büyük bir deprem felaketi için değil de, 14 Mayıs’ta yapılması planlanan seçimler için sahaya çıkmışlar.
TEK ADAM REJİMİNİN ORGANİZE OLAMADIĞI ORTAYA ÇIKTI
Ancak 6 Şubat’tan bu yana yaşadığımız gerçek Çelik’in iktidar sözcüsü olarak söylediklerini hiç de doğrulamıyor.
14 milyona yakın nüfusu olan 10 ilde yaşanan 6 Şubat faciasında insanlar resmen sahipsiz bırakıldı. Özellikle ilk iki gün enkaz altındakiler ölümle, üstündekiler yakınlarını kaybetme acısıyla baş başa kaldılar.
“Ben sizin babanızım, sizi ben kurtarırım” anlayışıyla büyük bir ayrımcılık yapıldı. İktidar organizasyonu dışında hiçbir kişi ya da kuruluşa, insanlara doğru dürüst yardım etme olanağı verilmedi. İnsanlar bu anlayış nedeniyle büyük bir acıyla ve ölümle baş başa bırakıldı.
Dün olduğu gibi bu acılı günlerde de insanların birbirleriyle yardımlaşmasını, dayanışmasını kendi iktidarları için büyük bir tehlike olarak gördüler.
Tek adam rejiminin de böyle büyük bir felakete göre organize olamadığı çok acı biçimde ortaya çıktı.
İnsanlar enkaz altında kalan canlarını kurtaracak ekiplere, alet, edevat ve araçlara ulaşamadı.
Yıkılan binaların beton blokları altında kalanlar ya sesleri kesilene kadar bağıra bağıra ya da enkaz altında donarak can verdi.
Geride kalanlar elektriğe, suya, internete, doğal gaza, yiyecek içeceğe, barınma olanaklarına kavuşamadı özellikle ilk iki günde.
Ortada var olan büyük beceriksizlik ve dağınıklık yetmezmiş gibi Saray iktidarı bunca kişinin ölümünün sorumlularını gizlemek, sağ kalanların perişanlığını görünmez kılmak için elinden gelen her şeyi yapmaya başladı.
“Olağanüstü Hal ilan edildi” diye gazeteciler altında canlıların olduğu enkazlardan uzaklaştırılmaya başlandı.
Depremden arta kalan acı görüntüleri çeken yerli gazetecilere “turkuaz basın kartı”, yabancılara “akreditasyon” sorulmaya başlandı.
Depremin ilk iki gününde gelmeyen yardımları, olmayan kurtarma ekiplerini dile getirenler gözaltına alındı.
İnsanların canlarını kurtarmak, ihtiyaçlarını bildirmek için kullandıkları sosyal medyaya bile kısıtlama getirdi Saray iktidarı.
İnsanların birbirleriyle haberleşmesini, yardımlaşmasını engellediler.
Saray’ın İletişim Başkanı Fahrettin Altun, sosyal medya hesabından “Dezenformasyon Bildirim Servisi” kurulduğunu duyurdu:
“Dezenformasyon Bildirim Servisi halkımızın kullanımına açılmıştır. Deprem felaketine ilişkin üretilen ve yayılan şüpheli/yalan olduğunu düşündüğünüz haberleri uygulamamızı telefonunuza indirip bildirebilirsiniz.”
Sırf “dezenformasyon olmasın” diye insanların arasındaki enformasyonu kestiler.
Bu da yetmedi, Erdoğan, iktidarı sarsılmasın diye yurttaşlara gözdağı bile verdi:
“Devlet ve millet el ele vermiş, bu tarihi felaketin üstesinden gelmeye çalışırken yalan haberler ve çarpıtmalarla insanımızı birbirine düşürmeye niyetlenenleri yakından takip ediyoruz. Günü geldiğinde şu anda tuttuğumuz defteri de açacağız. Savcılarımız bu tür insanlık dışı yöntemlerle sosyal kaos çıkarmaya tevessül edenleri belirleyip gereken işlemleri süratle yapıyor.”
Saray iktidarı yaşanılan beceriksizleri, insanları büyük bir felaketle baş başa bırakmayı, onca canın ölümünden sorumlu olmayı gizlemek için bütün yollara başvurmaktadır.
İktidara ortak olanların bütün korkusu daha fazla insan kaybından çok, yaklaşık üç ay sonra yapılacak seçimi bir de deprem felaketini kötü yönetmekten dolayı kaybetmektir.
Saray iktidarı sadece deprem sonrası insanlara gereken yardım elini uzatamadığı için değil aynı zamanda kent rantı için insanları eve benzeyen tabutlarda oturttuğu için de sorumludur.
Aynen AKP Sözcüsü Ömer Çelik’in 1999’daki 19 Ağustos depremi için yazdıkları, birkaç gün önceki 6 Şubat depreminde çok daha fazlasıyla yaşanmıştır; “devletlu zevat depremin ilk saatlerinde ortaya çıkmamış, beceriksizlikleri tespit edenlere gözdağı verilmiş, devlet tam bir şaşkınlık içinde toplumu büyük bir felaketle baş başa bırakmış, ihmalleri ve beceriksizlikleri dile getirenleri ‘şaibeli’ duruma düşürmüş, yönetemeyen ve yönetmesi mümkün olmayan bir mekanizmanın yönetiliyormuş gibi yapması binlerce cana mal olmuştur.”
6 Şubat depreminde sadece binalar yıkılmamıştır.
Aynı zamanda bu deprem Saray’daki tek adam rejiminin de enkaza dönüştüğünün tartışılmaz bir göstergesi olmuştur.
Celal Başlangıç: 1956 yılında İstanbul’da doğdu. 1975’te Ekspres’te gazeteciliğe başladı. 1978 yılında Ege Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. Demokrat İzmir, Politika ve Cumhuriyet gazetelerinde muhabirlik, istihbarat şefliği, bölge temsilciliği, politika servis şefliği ve yazı işleri müdürlüğü yaptı. 1995’te Evrensel Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi. Radikal’de 10 yıldan fazla süreyle “Zaman Mekan ve İnsan” röportajları yaptı. 2002’de Beyoğlu Gazetesi’nin Kurucu Genel Yayın Yönetmeni oldu. 2011’de İMC TV’nin Kurucu Yayın Kurulu Üyeliğinde bulundu. T24, Haberdar ve Gazete Duvar haber sitelerinde köşe yazarlığı yaptı. 2017’de Artı TV ve Artı Gerçek’in Kurucu Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***