YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN
Sürgünde gazetecilik yapmanın zorluklarından birisi de habere ve haber kaynaklarına ulaşmadaki zorluk.
Bağımsız ve eleştirel gazetecilik yapmaya çalışanlar Erdoğan rejimi tarafından ‘terörist’ damgası yediği için haber kaynakları sizinle iletişime geçmekten çekiniyor.
Sonuçta kendilerini bir anda Silivri yada Sincan’da bulabilirler.
Diğer bir zorluk ise ‘haber’in bizatihi kendisine ulaşmaktaki zorluk. Sonuçta yasaklısınız ve gidip habere konu olan olayı yerinde izleyip, gözlemleyip birinci elden haber yazamıyorsunuz.
Uzun zamandır söylüyorum.
Eğer bu dönem de Türkiye’de olabilsem başta 15 Temmuz yargılamaları olmak üzere bazı davaları bizzat yerinde takip etmek isterdim.
Mesela Necip Hablemitoğlu davası bunlardan birisi.
20 yıl önce işlenen suikaste dair on sanıklı dava geçtiğimiz günlerde başladı. Türkiye’yi vuran ve on binlerce insanımızın canına mal olan deprem gündemi nedeniyle pek konuşulmadı ama o dava çok önemli.
DAVA NEDEN KRİTİK?
Hablemitoğlu soruşturması son çeyrek asra ışık tutma potansiyeline sahip. Aynı zamanda önümüzdeki yıllarda yaşanabilecek siyasi gelişmeleri de etkileme ihtimali var.
Söz konusu dava sayesinde hem Türkiye’deki faili meçhul cinayetlere ışık tutmak hem Suriye ve IŞİD’e yollanan silahlar konusunu aydınlatmak mümkün.
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 2013 sonrası kol kola girdiği Ergenekon-derin devlet aparatlarıyla yeniden pazarlık yapma imkanı da tanıyor.
Yani sıradan bir cinayet soruşturması – yargılaması değil.
Fakat rejim, faili bulmak ve olayı aydınlatmak yerine sayısız örnekte olduğu gibi faturayı Fethullah Gülen Cemaati’ne kesiyor.
Soruşturma en baştan Saray’ın direktifleri doğrultusunda şekillendirildi. Bundan sonra nereye ilerleyeceği ise Erdoğan’ın siyasi hedeflerine bağlı.
Bu yüzden merhum Necip Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu’nun “Leş pazarlıklar dönüyor” tweeti çok anlamlı.
Duruşmalarda neler olduğunu ve yaşananların ne anlama geldiğini irdelemeden önce iddianameye dair şu kapsamlı analizi okumanızı hararetle tavsiye ediyorum. KHK’lı hakim Yusuf Metin iddianameyi delik deşik etmiş.
Hakim Metin’in ifadesiyle ‘Zihni Çakır senaryosu’ olan bu iddianame ile ‘Gerçek failleri devlet tarafından bilinen bu cinayetin üzerine bir örtü çekildiği ve cinayetin arkasındaki güçlerin ifşa edilerek yargı önüne çıkarılması yerine, suçun, olayla ilgisi ispat edilemeyen ve rejimin yok etmeyi hedeflediği bir grubun üzerine yıkılmaya çalışıldığı net olarak görülmekte’.
Ortada böyle bir iddianame olunca yargılama çok daha kritik ve anlamlı hale gelmişti.
Ancak soruşturma ve iddianame aşamasını günlerce manşetlere taşıyan, akla ziyan senaryolar yazan Havuz medyası duruşmalara ilgi göstermedi.
Neredeyse haber bile yapmadılar.
Müyesser Yıldız takip edip kendi kişisel blogunda detaylarıyla anlatmasa kimsenin davadan haberi bile olmayacak.
Sadece bu durum bile Erdoğan rejiminin karakteristiğini yansıtmaya yetiyor.
Her türlü kurguyu yap, suçla, manşetten infaz et ama mahkeme aşamasını takip etme. Sanıklar beraat edip çıksa bile haberleştirme!
Gelelim duruşmalara.
Dosyadaki en kritik isim Gökhan Nuri Bozkır’dı. O da daha ilk duruşmada ifadelerini geri çekip anlattıklarının ‘senaryo’ olduğunu söyleyince geriye bir şey kalmadı.
Gökhan Nuri Bozkır, Ukrayna’dan tabut içinde getirilip MİT’e teslim edildiğini, orada ağır işkenceler gördüğünü anlattı. Ayrıca kendisine IŞİD’e yollanan silahlarla ilgili davada gizli tanık olma sözü verilmiş. Bozkır’ın silah ticaretine dair anlatımları meşhur MİT Tırları denen ama aslında bir silah kaçakçılığı işi olan dosyayı da kaçınılmaz olarak etkileyecek.
Yani Bozkır ‘gizli tanık’ olmayı beklerken kendini sanık olarak bulmuş.
İnsan, Bozkır’ın ifadelerini okurken ‘acaba hangi leş pazarlıklar döndü de Bozkır bunca zaman bekleyip ifadelerini geri çekti” diye sormadan edemiyor.
Tabii bu aşamada mahkeme başkanı Mehmet Selim Karakuzu’ya bir parantez açmak şart. Bu dönemde partizan hakim çok gördük ama Karakuzu bu işi birkaç basamak daha yukarı çıkarmış durumda.
Daha ilk duruşmada ihsası rey yapıp Bozkır’a “Fetönün belini kırmaktan” bahsetti.
Sanki sanıktan yardım ister gibiydi.
Sanıkların savunmalarına müdahale etti, usulsüzlükleri dile getiren sanıkları “burada insan hakları mı konuşacağız” diye tersledi.
Enver Altaylı’nın iddianamenin mantık hatalarına dikkat çekerken kullandığı ifadeler üzerine “yaşlılıktan dolayı anlama zorluğu mu çekiyorsunuz” gibi tepkiler gösterdi.
Kamuoyunun yakından takip ettiği bu duruşmada bile sanıklara “boş boş konuşuyor” diyen, avukatlara “arkadaşım” ve “tek işimiz bu dava değil” diyerek azarlayabilen bir hakim profili çizdi.
Bir parantez de savcı Zafer Ergün’e açmak şart.
Normal şartlarda soruşturma savcısının duruşmalara katılması beklenmez. Ancak iddianame daha birinci gün delik deşik olunca savcı bizzat duruşmalara katılmak durumunda kaldı.
Bir nevi defansa geldi.
Ancak savcının işi zor çünkü dosya Zihni Çakır ve Nuri Bozkır’ın elinde oyuncağa dönmüş halde. Soruşturma ve iddianame baştan kurgu olduğu için daha ilk duruşmada delik deşik oldu.
PAZARLIKLAR VE KURGULAR
Nuri Bozkır’ın ifadelerinde yer alan ayrıntılara geri dönersek.
MİT’te 25 gün işkence gören Bozkır’a Sedat Peker’den Levent Göktaş’ın ticari işlerine kadar çok şey sormuşlar ama Hablemitoğlu’na dair soru sorulmamış.
Ne kadar enteresan değil mi!
Nuri Bozkır ifadelerini reddedince elde bir tek HTS kayıtları kalmıştı.
Sanıklar daha ilk savunmalarında bu kayıtlardaki hukuksuzlukları ve mantıksızlıkları sıralayınca işler daha da karıştı. Öyle ki daha baştan ihsası rey yapan hakim Karakuzu bile HTS için bilirkişi raporu istemek durumunda kaldı.
Kuvvetle muhtemel bilirkişi olarak bir polisten alacakları raporla boşa düşen iddianameyi ayakta tutmaya çalışacaklar.
Davanın bir numaralı ismi eski MAK Alay Komutanı Levent Göktaş da bütün suçlamaları inkar etti.
Savunmasında MİT’i işaret etti.
Bir bütün olarak baktığımızda tüm sanıklar ‘Hablemitoğlu’nu görmemiş, duymamış ve bilmiyor’.
Tüm yollar ilginç bir şekilde ‘gazeteci’ Zihni Çakır ve Abdurrahman Şimşek’e çıkıyor. Öyle ki savcı Zafer Ergün bu isimlerle beraber çalışmış.
Çakır ve Şimşek gazetecilik dışında her şeyi yapmış.
Erdoğan rejimi her şeyi olduğu gibi gazeteciliği de öldürdüğü için kimse ‘gazeteciler’in bu durumunu tartışmıyor bile.
Aslında duruşmaların bugüne kadar gelen seyrini en iyi özetleyen Av. Hüseyin Ersöz’ün tweetleri oldu.
Avukat Ersöz duruşmaları özetleyip “Kişisel kanaatim iddianamedeki suçlamalara delil gösterilen hususlar asla ‘tutuklamayı’ haklı kılacak mahiyette değil. En büyük üzüntüm önemli bir suikastin ‘senaryo’ olduğu ifade edilen bir kısmıyla ilgili ‘iftira’ değerlendirmesi yapılan ve bazı sözde gazetecilerin yönlendirmeleriyle şekillenen beyanlara dayandırılması… Bunu müştekiler de, sanıklar da kamuoyu da hak etmiyor” dedi.
Gerçekten de elde tuhaf ve çok kötü niyetli hazırlanmış bir iddianame var. Bu iddianame her şeyden önce Hablemitoğlu’nun ailesine saygısızlık.
Savcının amacı failleri bulup yargılamak değil, Saray’ın direktifleri doğrultusunda cinayeti Gülen Cemaati’ne fatura etmek. Bunun için de delil-tanık uydurmaktan çekinmemişler.
İddianame böyle olunca duruşmalar da farklı değil.
Duruşmalar devam ediyor. Önümüzdeki celselerde hararetin yüksek olacağı muhakkak.
Ancak bu yargılamadan ‘adalet’ çıkmaz.
Çünkü karar çoktan verilmiş ve yazılan senaryonun tiyatro kısmı icra ediliyor. Bir yandan faili meçhuller, Suriye ve IŞİD’e gönderilen silahların üzeri kapatılırken öbür taraftan Gülen Cemaati’ni infaz edecek bir adım daha atılıyor.
Perinçek’in tabiriyle ‘altın çağını yaşayan yargı’ için bundan iyisi olmaz!
Türkiye’de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇
Kaynak: Tr724
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***