’Başkalarına düşman gözüyle bakan sınıf ya da ulusların. her zaman kendilerine mükemmel bir gözle bakarak ruhlarının seçkinliğini övgü konusu yaptıklarını ve başkaları hakkında kötü şeylerden başka söyleyecek söz bulamadıklarını görürüz.’’
Alfred Adler
Yaşamımız bir anda adeta bir kâbusa dönüştü. Corona virüsü atlattık derken şimdi de psikolojik olarak aslında unutmaya çabaladığımız deprem gerçeği ile tekrar karşı karşıyayız. Maraş ve Hatay depremleri sonrası sanırım, Türkiye artık eski Türkiye değil. Deprem öncesine dönme ihtimalimiz ise yok. Acılar ve yanlışlıkların unutulması mümkün değil.
Deprem bölgesinde yaşanan büyük acılar, TV’de ve özgür medyada gördüğümüz deprem bölgesinden gelen görüntüler sonrası hepimiz psikolojik olarak korkularla ve acılarla dolu, kötü bir travmatik ruh haline evrildik.
Bu süreçte toplumun normalleşmesi aslında bir yanıyla son derece yanlış olacaktır. Çünkü kabul edelim ki bu büyük deprem, bu coğrafya için henüz bir başlangıç gibi. Ülke, fay hatlarının üzerine kurulu ve bu deprem sonrası fayların hareketlenmesi muhtemel. Deprem gerçeği bugüne kadar neredeyse hiç önemsenmeden ülke inşa edildi. Halklar olarak kabul edelim ki çok vurdumduymaz davrandık. Ülke insanları olarak bu tip afetler olmadan tedbir almakta kılımızı kıpırdatmayan bir yapımız olduğu malum; bu yüzden normalleşme, bir sonraki deprem olana kadar unutmak ve riskleri azaltmak adına hiçbir şey yapmamak anlamına geliyor. Bu acıları yok sayarak normalleşmek, kaybettiğimiz canlara ihanet ve gelecek için çok acı sonuçlar ortaya çıkaracaktır.
Bu depremde resmî kurumların inşasında dahi devletin kontrol etme gereği duymadığını görüyoruz. Yıkılan hastaneler ya da diğer resmi binaları görünce, özel inşa alanlarının denetiminin, yapılması gerektiği gibi yapılmadığını fark etmek güç değil. Ne acıdır ki güvensizlik, depremin topluma verdiği ağır mesajlardan biri oldu.
6 Şubat Maraş depremi sonrası, 20 Şubat akşamı Samandağ depremi yaşandığında aslında yine ders almadığımızı gördük.
AFAD’ın Samandağ’da Asi nehrinin denize kavuştuğu yerde kurduğu çadır kent yönetici zihniyetlerin aslında yetersizliğini gösteriyor. Çadır kent kurulmaması gereken iki yerin yanına kurulmuş. İnsan hem nehir kenarı hem de deniz kenarı olan bu yeri çok aramışlar mı acaba diye düşünmeden edemiyor. Ne yazık ki felaketi önleyecek kurumlarımızın bilgi birikimleri ve deneyimleri, afet anına ve sonrasına yeterince hazır değil ve tabii yeterli de değiller.
Samandağ depremi olduktan sonra da deprem uzmanı hocalar kanal kanal gezerek toplumu bilgilendirmeye çalıştı. Özellikle Kıbrıs ve Adana’da çok uzak olmayan bir süre içinde deprem beklediklerini söylediler ve diğer yandan da elbette İstanbul depreminden söz ettiler.
Genel kanı, İstanbul depreminin altı sene içinde olacağı yönünde. Böyle bir deprem söylemi geçince oğlumun yorumu şöyleydi: “Baba Maraş depremi İstanbul’da olsa bizleri kurtarmaya ne yazık ki bu kadar ekip bile gelemez. Para toplayacak kurum kalmaz.” Bu soruyu sanırım büyük şehirlerde yaşan herkes kendi penceresinden düşünmüş olmalı.
Bu endişe aslında büyük şehirlerin yapı kalitesi ve merkeziyetçi yaklaşımların beceriksizliği sonucu aklımızı kurcalayan bir durum. Ülkenin kalbi İstanbul’da beklenen deprem sonrası Hatay’a, Maraş’a, Osmaniye’ye, Antep’e, Adıyaman’a benzer bir durum oluşursa ülkenin kendini toplaması neredeyse imkânsız.
DEPREM YAKLAŞIYOR, NE YAPACAKSINIZ?
Evet tekrar başa dönelim. Adana ve İstanbul depremleri için deprem uzmanları ikaz etti. Peki şimdi ne yapacağız? İstanbul’da yaşayan bir aile olarak kendimi merkeze koydum. Oturduğum ev kendi mülküm. İstanbul’da olan evlerin çoğu gibi eski. Altı sene içinde İstanbul’da deprem olacağı neredeyse kesin gibi. Deprem olmadan evi satıp başka bir semtte 1999 sonrası yapılan bir binada ev almayı planlamıştım ama Maraş depreminde bunun da çözüm olmadığını gördük. Yeni binaların neredeyse 50 yaş üstü binalardan daha önce yıkıldığını okuduk. Diyelim ki apartman olarak güvendik bir müteahhitle anlaşıp yeni bir bina yapmaya karar verdik. Bugün bu ekonomik krizde böyle güvenilir bir inşaat şirketi bulma ihtimali çok düşük.
Binanın inşaatına ödeyeceğimiz paranın iki milyon civarı olduğu söyleniyor. Diğer yandan bir binanın inşası inşaat şirketi sağlam çıksa bile en iyi koşullarda iki sene sürüyor. Bunun anlamı en az iki sene kira ödememiz gerekecek. Bugün bulunduğum semtte en düşük kira 20-25 bin civarı ve yine eski daire. ‘Ya Murad sen de Kadıköy’de oturma, iki sene başka bir semtte yaşa.’ diyebilirsiniz. Eğer bu iki sene canımı riske atmayacaksam ve yeni bir daire kiralayacaksam 15 binden aşağıya yer bulmak imkânsız. Tabii bir de o inşaatın parasını ve kirayı nasıl ödeyeceğimizi düşünürsek çıkmazda kalmış oluyoruz. Bundan sonra geriye sadece evimizin sağlam olduğuna inanma seçeneği kalıyor. Bu koşullarda çözümsüzlük ne yazık ki çözüm gibi görünüyor.
Yani işin özü, deprem yarın olacak dense bile yaşadığımız binayı depreme hazır hale getirmek imkanlar ötesinde. Ne acıdır ki bir seçenek yok. Binanın sağlam olup olmadığını öğrenmek için özel şirketler tarafından yapılan testler 100 bin lira civarında ve veriler ne kadar inandırıcı bilinmez. Tabii testler yapılırken binalardan alınan parçaların binaya zarar verdiği malumunuz. Bu testlerde zemin etüdü de yapılmıyor.
Geçen günlerde çoğumuz okumuştur. İstanbul’da 93 okulun depreme dayanıksız olduğu haberi çıktı. Bu okulların tahliye edileceği kararı alınmış. İnsan iç geçirip sormak istiyor. Eğer Maraş depremi olmadan evvel İstanbul depremi olsaydı ne olacaktı? Suçlusu kim olacaktı? Maraş ve Hatay depremleri olunca mı depreme dayanıklılığı olmayanlar okulları tahliye etmek alelacele aklınıza geldi?
Gerçekten geleceğimize baktığımızda beklenen felaketin arifesinde zihnen normalleşmek artık imkânsız hal aldı.
Bu kısa sürede artık devletin çözüm üretecek bir planlama yapması gerek. Fakat sahil kenarına çadır kent kuran bir akla sahip iktidardan bunu beklemek sanırım saflık – yok ya o kadar kibar olmayacağım – APTALLIK olur.
Gördüğüm kadarıyla mahallelerde ve semtlerde afet için ne yapabiliriz toplantıları artıyor. Kabul edelim ki yerel belediyelerin de bu afet durumlarında yükü kaldıracak gücü yok. Bu çalışma top yekûn siyasi erkle birlikte belediyelerin organize edeceği ve insan merkezli olması gereken projelerle uygulanmalı.
SAVAŞ BÜTÇESİ YERİNE YAŞAM PROJELERİ
Eğer Kanal İstanbul projesi yapacak kadar ya da uzay çalışmaları için bütçelerimiz varsa ve dünya da bizi kıskanıyorsa, bu işin çözümüne dair bir yerlerde bütçe olmalı. Savaş bütçesi yerine yaşam projeleri için en hızlı şekilde yönetim şeklimiz belirlenmeli. Büyük şehirlerin nüfuslarının en başta makul seviyelere gelmesi için toplumsal barışın ve gerekli ekonomik koşulların oluşması şart.
NEFRET SÖYLEMİ
Deprem sonrası yaşanılan büyük bir acıyla bile ülkedeki nefret söylemlerinin artmış olması hepimizi derinden yaraladı. Okuduğumuz bir haberde Adıyaman’da genç bir kadının enkaz altında çıkarıldıktan sonra söylediği sözler gerçekten çok acı. “Arapça seslenirsek bizi kurtarmazlar diye korktuk.’’ sözleri kan dondurucuydu. Özellikle Suriyelilere karşı nefret söyleminin artmış olduğu bir gerçek. Bu durumun oluşması, ülkedeki dış politika ve göç politikasının da dibe vurduğunun kanıtı niteliğinde. Gelecek açısından milliyetçi ve ırkçı siyasetçilerin nefret söylemlerini artırması halklar arasındaki bağların kopmasına vesile olacak.
Kutsal olan insandır ve insan yaşamı umarım artık bu topraklarda hak ettiği değeri bulur.
Murad Mıhçı: Ermeni yazar, siyasetçi, aktivist. 1975’te İstanbul’da doğdu. 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi Parti Meclis üyesi oldu. 2014’te İstanbul Halkların Demokratik Partisi İl yönetiminde görev alıp basın sözcüsü görevini yürüttü. 2015 yılında yapılan 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde HDP İstanbul 1. Bölge Vekil adayı oldu. 2016 ve 2017 ‘de Halkların Demokratik Partisi 2 Kongresi’nde Parti Meclis ve Merkez Yürütme Kurul üyesi görevlerini üstlendi. Halklar İnançlar ve Genişleme Komisyonlarında çalışma yürüttü. Turnusol, Agos Gazetesi (misafir yazar), Demokrat Haber’de yazarlık yaptı. ”Yeniden İnşa Et ” kitap yazarlarından.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***