1999 yılında Türkiye ve Yunanistan’da depremler olunca, devletler karşılıklı yakınlık gösterip komşu ülkeye yardıma koştular. O zaman da gergin olan ikili ilişkiler düzelmiş, barış ve anlayış rüzgârları esmişti. Bu tür gelişmeler tabii ki sevindiricidir ama aynı zamanda da acıdır. Çünkü siyaset aktörlerinin gerekli ve aklıselim adımları atmaları için felaketlerin gelmelerini beklemekte olduklarını görüyoruz.
Bu son afette Yunanistan hemen Türkiye’ye yardıma koştu, kurtarma timleri gönderdi. Türkiye ise resmi kişiler aracılığıyla, yani bakanlar ve askeri yetkililerce Yunanistan’a teşekkür etti. Ve daha düne kadar tehdit ve düşman sayılan batıdaki komşu birden dosta dönüştü. Eski bir atasözü de yetkililer ve medya tarafından hatırlatılmaya başlandı: Dost kara günde belli olurmuş!
Yunanistan’da ise bu yardım konusu temel habere dönüştü. İki ülkenin birbirini kucaklayan dışişleri bakanları televizyonlarda sürekli gösterildi. Türkiye’nin “teşekkürleri” tekrarlandı. Yunanistan’daki algı bu yardımın hayati olduğu ve Türk yetkililerce ve özellikle Türk halkı tarafından çok takdir edildiği yönünde oldu.
Bu gelişmelerin sevindirici yanının ötesindeki bazı gelişmeleri de görmekte yarar var. Yunanistan’ın yardımı her iki ülkede de abartılı bir biçimde ele alındı. Seksene yakın ülke Türkiye’nin yardımına koştu. Yani hemen hemen bütün dünya. Bazı ülkeler çok, bazıları daha az sayıda personelle katıldı bu çalışmalara. Katılım sayıları açısından Yunanistan ellinci sıralarda. Yani özel bir durum bulunmuyor bu yardımda. Oysa Yunanistan yardımı her iki ülkede de özellikle öne çıkarıldı.
Aynı anda bir ilk de yaşandı. Düne kadar Türkiye tarafından devlet statüsü tanınmayan Kıbrıs devletinin yardımı da – Türkiye’de “Rum yönetimi” olarak bilinen Kıbrıs’ın yardımı – bir tereddütten sonra kabul edildi.
Bu gelişmeler Türkiye’nin (yani CB Erdoğan’ın) yeni dış politika arayışları gibidir. Özellikle düne kadar ABD maşası, Batı ile işbirliği içinde düşman olan komşu birden “dost” oluverdi. Bu dönüşün, depremlerden doğan ihtiyaç yüzünden olduğunu açıklamak yeterli değildir. Çünkü Yunanistan yardımı aşırılıklara varan “dostluk” gösterilerine yeltenmeden de kabul görebilirdi.
Benim yorumum, şimdiye kadarki dış dünya ile ilgili siyasetin sonuçlarının iyi olmamasının görülmesi ve bir fırsat – ya da bir bahane – bulununca yeni bir yönün deneniyor olduğudur. Yunanistan’ın tehdit ile “yola getirilmesi” yaklaşımı tam ters sonuçlar verdi. Yunanistan silahlandı, ABD ve AB ülkeleriyle siyasi ve askeri dayanışmasını artırdı ve Türkiye hem askeri açıdan zorlandı hem de Batı ile ilişkilerini kötü duruma getirdi.
Aşırılıkların – ani dostluk gösterilerinin – böyle açıklanması daha akla yakındır. Yunanistan’ın yöneticileri de herhalde bu tür mesajlar almışlar, bu yönde bir algıya meyletmişlerdir. Türkiye artık “gece aniden geliriz”, ya da “füzelerimiz Atina’ya rahat varır”, “Miçotakis yok”, “bizim ordumuzla baş edemezsiniz” türü sözler yerine daha diplomatik bir yaklaşım sergileyeceği konuşulmaktadır. Ege sahasında tartışmalı alanlardaki uçuşların azalmasını da beklenmektedir.
Bu tür gelişmeler tabii ki sevindiricidir. Ama yıllarca önce atılması gereken bu adımların şimdi, bunca ölümden ve acıdan sonra akla gelmesi acıdır, umut kırıcıdır ve ayıptır. Siyasilerin ne denli duyarsız oldukları, veya milliyetçi popülist bir eğilimle nasıl oy hesabıyla siyaset gemisini kayalara yönelttiklerini görmek – en azından bende – öfkeye de neden olmaktadır.
Bu deprem musibetinden belki bir ek nasihat da “dünya” ile ilgili olabilir. Bütün dünyanın Türkiye’ye karşı olmadığını, şu veya bu şekilde yardıma koştuğunu gördük. Dünyamız düşman milletlerden oluşmuyor; her türlü insanlardan oluşuyor. İnsanlar devletlerinden bağımsız iyi veya kötü de olabiliyor. Bu “yardım” olayından sonra umarım zenofobili, yani yabancı-düşmanlığına dayalı milliyetçi söylem ve her yerde düşman görme huyu da tavan yapmaya devam etmez.
HERKÜL MİLLAS
13 Şubat 2023 GÖRÜŞ
Kaynak: Kronos
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***