İktidar, yönettiği devletle beraber halkın üstüne çöktü. Evet, tam anlamıyla çöktü ve enkazlar altından yükselen çığlıklar, hayatta kalanların boğazına düğümlendi. Konuşmakta, yazmakta, anlatmakta bu yüzden zorlanıyoruz. Bir adamın iki dudağı arasına sıkışmış bir ülkenin iniltileri şimdi dalga dalga yayılıyor hepimizin ruhuna.
Rantın, talanın kültürel ve siyasal tüm kodlarını toplumun kılcal damarlarına kadar işleyen ve umudu, aklı yoldan çıkararak kendine benzeştirenler şimdi “asrın felaketi” illüzyonuna hepimizi ortak etmek için duygularımızı test ediyorlar.
Konu devletin sorumluluğuna ve yönetenlerin yönetemeyişlerine geldiğinde, en meymenetsiz hallerini saklandıkları yerden çıkarıp, “devlet ciddiyeti” pozu veriyor, bu yetmeyince kireç yüzlerini kameralara dayayıp “yönetime el koyduk” içerikli darbeci reflekslerini halkın üstüne kusuyorlar. Aceleleri var çünkü. Aceleleri, halkın yarasını sarmak için değil elbette. Açığa çıkan öfkeyi bastırmak için.
“Yapacak bir şey yok, böyle bir felaket görülmüş bir şey değil, devlet ne yapsın” algısını hâkim kılmak için acıyı vitrin haline getirenlerin insafsızlığı, yaşananları gram hissetmeyişleri ve o ölü balık bakışları, nasıl soğukkanlı birer katil olduklarını da bir kez daha gösteriyor bize.
İnsanların altında can verdiği ve hala bir ses duyacağı umuduyla başından ayrılmadığı enkazlara hızla “moloz” diyebilmelerinin başka bir açıklaması yok.
Bir rahmet bile dilemeden insanların ölülerini “moloz yığını” algısına çeken ve ellerini ovuşturan rantçı müteahhit pespayeliği nasıl da kılıktan kılığa girip karşımıza çıkıyor değil mi? “Olumsuzlukları abartmayalım, olumlu çok şey var sahada ”diyen sesin “saha” olarak gördüğü yerde sahipsiz ölüler yatıyor. Sahibi olanlar ise kurda kuşa yem olmasın diye, kıvranmış yanında yatıyor.
BİR OLAY KARŞISINDA REFLEKSİNİZ NEYSE SİZ OSUNUZ
Felaketten çıkan öfkeyi göçmenlere yönlendirenler, insanların sesini perdelemek için kamerasını, mikrofonunu saklayanlar, “devletin bölünmez bütünlüğü” söyleminin arkasına geçip sağa sola tehdit savuranlar, işkence görüntülerine “oh olsun” dedirtecek içerikler üreten ne varsa, hemen hepsi aynı çürümüşlüğün refleksine sahipler.
Daha beteri küçük hırsızları linç ederek, parçalayarak, lime lime edip sokağa atanlar, karakollara çekip işkence edilmiş görüntülerini paylaşanlar, siyasetin takım elbisesini giyen büyük hırsızları görünce el pençe hizalanıyorlar. Böyle olmasa “bu milletin a…na koyacağız” diyen ensesi kalın yüzsüzler bu kadar rahat olamazdı.
Hırsızın bile zengin olanının makbul olduğu bir sistem bu ve o sistemin enkazındayız şimdi işte hepimiz.
B. Brecht ‘in sözüyle özetlersek ;
“Her savaştan geriye 3 ordu kalır: Ölüler ordusu, yas tutanlar ordusu, hırsızlar ordusu”
Şimdi tam olarak gördüğümüz bu. Siyasi iktidarın rant, talan, rüşvet ve onu meşrulaştıran 20 yıllık sisteminden geriye kalan tek gerçek bu işte.
Doğaya, bilime, bilimsel akla ve insan yaşamına karşı açılan bu savaşın tek kazananı, enkazın üstünde “bayrak, vatan, millet” diyerek bayrak sallayanlar.
Onlar, hırsızlar ordusu olarak gücün arkasından poz vermeye devam ediyorlar. Hiç şüpheniz olmasın, bu hırsızlar ordusu şimdi ellerini ovuşturup, depremden kendilerine düşecek ihaleler için projelerini koltuklarının altına alıp, çoktan koştur koştur sarayın odalarında fink atmaya başladılar.
İşte bu yüzden “asrın davası” için, hesaplaşmak ve hepsini tarihin mahkeme kürsüsünün karşısına çıkarmak için seferber olunmalı.
Halk olmanın gerçek mayası, dayanışma ve hesap sorabilmektir çünkü. Tam da bu nedenle bizi bir araya getiren ve birbirimizin yarasını sarmak için koşturan o duyguyu haklaştırmak ve hesap sorabilecek gücü ortaya koymak, bir daha aynı acıları yaşamamak demektir.
Bunu başaramazsak, hesabı sorulamayan her gözyaşı, yarın hırsızlar ordusunun elinde kullanışlı bir silaha dönüşecek ve yeniden bu halk kendi acılarıyla kurşuna dizilecek.
Halkın dayanışması bu iktidardan büyük. Halkın ürettiği çare de öyle. Umutsuzluğun yarattığı ihanetlerden yükselen tek şeyin rant ve çürüme olduğunu aklımıza not edip, umudu büyütmenin, dayanışmanın ve bununla gerçek bir halk olmanın yolunu mutlaka bulmalıyız.
Ben buna tutunmayı seçiyorum.
Akın Olgun: Siyasi nedenlerle 7 yıl tutuklu kaldı. 2002’de İngiltere’ye yerleşti. 2009-2015 yıllarında BirGün gazetesinde haftalık yazılar kaleme aldı. Gazete ve haber portalları aracılığıyla düzenli olarak okurlarıyla buluştu. Adları Saklıdır, Ecel Öyküleri, Karanfil Mevsimi, Kül Sesleri ve El Alem adlı kitapları kaleme aldı. Olgun’un “Sokaksızlar” (White) ve “İnat” “Farewell” (Veda) adlı öyküleri kısa metraj olarak beyaz perdeye aktarıldı ve senaryosunu yazdığı Fısıltılar (Whispers) adlı kısa metraj filmi Feel The Reel Uluslararası Film Festivali’nden üç dalda ödüle layık görüldü.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***