Dr. İlhan Döğüş
Bu deprem, sadece demokratik kontrolden azade otoriter bir yönetimin ve onun rant dağıtmaya dayalı ekonomisinin ne kadar tehlikeli olduğunu değil; aynı zamanda “sağlık dahil her şeyi özelleştirelim, firmalar daha verimli yapar” diyen neo-liberal bakışın da geçersiz olduğunu gösterdi.
Kamunun zayıflatılmasının krizleri derinleştirdiğini sadece 1980 sonrasında dünyada finansal krizlerin daha sık, daha sert ve derin gerçekleşiyor olmasında değil; Covid salgını sırasında da özellikle İngiltere’de gözlemledik. Almanya’nın İngiltere’ye göre Covid ile görece daha etkili başa çıkmasının başat sebebi, sağlıkta İngiltere kadar özelleştirmeye gitmemiş olmasıydı.
Eğer neo-liberal tasarım çerçevesinde işsizlik yüksek tutularak maaşlar baskılanmasaydı, insanlar en temel ihtiyaçlarından olan barınma ihtiyacı için kalitesiz evlere tamah etmek zorunda olmayacaklardı ve bugün enkaz altında canlarını yitirmeyeceklerdi. Sosyal medyada deprem illerinde olmayan insanlar, evlerinin depreme dayanıklı olup olmadığını test etmekten çekindiklerini yazıyorlar çünkü evleri depreme dayanıklı değilse yüksek kiralardan ötürü yeni ev bulmak imkanları olmadığını düşünüyorlar. Bu da depremin sınıfsal boyutunu sert bir şekilde ortaya koymaktadır.
MAKROEKONOMİK SİRKÜLASYON
1999 Depremi, GSMH’da %3,2 kadar bir küçülmeye sebep olmuş. Bunda deprem bölgesi olan Marmara’nın ülke ekonomisinin katma değerinin büyük kısmını yaratan; sanayi, ticaret ve finansın yoğunlaştığı bölge olmasının etkisi büyük. Fakat bugünkü deprem GSMH içindeki payı %9,3 olan 10 ili birden etkilemis olması nedeniyle ve ekonominin zaten bir dar boğazda olmasından dolayı %3’ün üzerinde bir küçülmeye sebep olabilir- eğer devlet gerekli çözümleri ivedikle devreye sokmazsa.
İktisadi olayların analizinde ekonomiyi bir sirkülasyon, bir döngü olarak görmek işimizi daha da kolaylaştıracaktır. Berraklaştırmak için şöyle bir örnek verelim: Diyelim ki bir ülkedeki bütün işsizleri başka bir ülkeye gönderdik ve işsizlik sıfır oldu. Bir ay sonra işsizlik sıfır olarak kalacak mı? Hayır, çünkü o işsizlerin tükettikleri ürünlerin artık tüketilemeyecek olması, o ürünleri üreten firmaların üretimlerini kısmalarına ve işçi çıkarmalarına sebep olacak ve işsizliği yeniden artıracaktır. Şu anda işsiz olan insanların örneğin bir kısmını işe almak ise, onların gelirlerinin ve tüketimlerinin artması sayesinde geriye kalan işsizlerin bir kısmının bir sonraki dönem iş bulmalarına olanak sağlayacaktır.
Ekonomiyi bir sirkülasyon olarak görmek, bir iktisadi aktörün harcamasının başka bir iktisadi aktörün geliri olduğunu ve keza bir aktörün borcunun başka bir aktörün alacağı olduğunu unutmamayı gerektirir. Bu temelde ve üretim zinciri içerisinden bakıldığında, depremin vurduğu bölgedeki insanların üretim ve tüketim kapasitelerinin sert düşmesi ve dolayısıyla oradaki firmaların borçlarını çeviremeyecek olması, tedarik zincirinin kırılması, ölen insanların artık üreten ve tüketen insanlar olarak hayatlarına devam edemeyecek olmalarının acı gerçeği; bu iktisadi sirkülasyonda tıkanmaları ima eder.
Yolların tamirinin uzun sürecek kadar ağır hasar görmüş olması nedeniyle bölgeyle ulaşımın ve iletişimin uzun bir süre zorlaşması; trafo noktalarını yıkılması nedeniyle elektriğin aksaması, psikolojik travmalar, bütün rehabilatasyon ve yeniden toparlanma sürecini yönetecek kamu kurumlarının tahrip olmuş olması, bölgede olmayan diğer iktisadi aktörlerin de iktisadi sirkülasyonlarını devam ettirme imkanlarını sarsacaktır. Yani bölgedeki bir firmaya mal satan, ondan mal alan veya ona borçlu olan İstanbul’daki bir firma da finansal zorluk yaşayacaktır çünkü ekonomi, aslında firmaların ve hanehalkların bilançolarının bir networkudur, ağıdır.
Depremin yaşandığı 10 ilin tarım, bitkisel üretim ve hayvancılık alanlarındaki GSMH’ya katkısının %15-%20, imalat sanayiindeki payının %11, tekstildeki payının 40% olduğu düşünüldüğünde, depremin bu sektörlerdeki negatif etkisinin görece daha yüksek olacağını söylemek mümkün. Diğer sektörler de elbette bu sektörlerle bağlantılı. Özellikle Hatay limanı ve Gaziantep sanayi bölgesinin ulusal ekonomik sirkülasyondaki payına bağlı olarak bu negatif etki yükselebilir.
Ancak bölgenin yeniden inşasının, daralma sonrasında inşaat sektörünün merkezde olduğu ve inşaatla bağlantılı metal, mobilya gibi sektörleri de beraberinde sürükleyen bir büyümeyi tetikleyeceğini söylemek mümkün. Daralmanın büyüklüğü, yeniden toparlanmanın süresiyle doğru orantılı bağlı olacaktır.
Bu nedenle ve ölümlerin ve fiziki tahribatın 1999 depreminden daha büyük olması yüzünden, eğer devlet kadük kalırsa, depremin ekonomik maliyetinin Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu’nun hesapladığı 84 milyar doların üzerinde olacağını tahmin ediyorum.
ENFLASYON-İŞSİZLİK-YOKSULLUK
Daralmanın büyüklüğüne bağlı olarak batacak firma sayısı ve dolayısıyla işini kaybedecek insanların sayısı, yoksulluğa ve dolayısıyla enflasyona da artması yönünde baskı yapacaktır. Çünkü ayakta kalan firmalar, bölgedeki pazar paylarını arttırmaları dolayısıyla ve yoksulluğun artmasına binaen gıda ve barınma gibi enflasyonist temel ihtiyaç ürünlerine olan güçlü talep sayesinde fiyatlarını daha rahat artırma imkanına kavuşacaklardır. Ayrıca üretimin daralmasından dolayı birim maliyetlerin artışı da enflasyonun yukarı çıkmasına katkı sunacaktır. Eğer devlet özellikle bu gıda ve barınma gibi temel ihtiyaç ürünlerinde fiyat sınırlamalarına gitmezse, TİP Hatay milletvekili Barış Atay’ın 12 Şubat’ta bildirdiği üzere, Mersin’de 3.000 TL’lik evlerin kiralarının 20.000 TL’ye çıkması gibi, enflasyon-yoksulluk girdabı daha da derinleşir.
DEVLET NEYİ NASIL YAPABİLİR?
Almanya hükümeti Corona salgını nedeniyle karantina ilan edildikten bir hafta sonra 23 Mart 2020’de federal meclisten 750 milyar Euro kadar bir ‘Corona ile mücadele paketi ‘açıkladı. Bu pakette firmaların 2019 yılı hasılatlarının ve işçilerin maaşlarının %70’inin ödenmesi de vardı. Almanya devletinin 2019 yılı vergi geliri ise 790 milyar Euro idi. Bu paketi finanse etmek için 750 milyar Euro kadar bir tahvil ihraç ederek kamu borçlanmasına da gitmedi, vergileri de artırmadı, diğer kamu harcamalarından da kesintiye gitmedi çünkü Hazine harcadığı anda Merkez Bankası yoluyla para yaratır, Hazine’nin harcamak için önceden vergi veya borçlanma yoluyla para toplamasına gerek yok.
Türkiye Cumhuriyeti devleti de, depremin etkilerini bertaraf etmek, yeniden toparlanmayı hızlı ve etkili sağlamak için bu şekilde kapsamlı büyük bir paket açıklamalıdır. Her depremzede haneye sadece 10.000 TL verilecek olması, sadece aşağılayıcı bir ayıp değil; ekonomik olarak da yetersizdir.
Bölgedeki firmaların ve insanların vergi ve kredi borçlarını ötelemek ayrı bir garabettir. İnsanların şuanda çalışma, üretme ve gelir elde etme imkanları yokken, vergilerinin ve borçlarının ötelenmesi değil, silinmesi gerekir.
Ülkedeki yardım kampanyalarının ilk baştaki kadar çok ve sürekli olmayacağı unutulmamalıdır. Deprem bölgesinde olmayan insanlar ve şuanda orada yardım için bulunan gönüllüler, psikolojik sağlıkları gereği gündelik hayatlarına ve çalışmaya döndüklerinde bölgedeki depremzedeler bugünkü kadar gıda ve giyim yardımına erişemeyecekler. Devletin bölgedeki barınma, gıda ve diğer tüm ihtiyaçları yardım kampanyalarından bağımsızlaşacağı bir mekanizmayı kurması gerekmektedir.
Devlet kendisi bizzat karşılayamıyorsa; firmaların, marketlerin temel ihtiyaç ürünlerini oradaki insanlara ücretsiz satmaları karşılığında o satışların faturalarını da üstlenebilir. Bunun önünde hiçbir finansman engeli yoktur.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***