Artçıları da yıkıma neden olan depremin 21. günündeyiz. Deprem kuşağında olduğumuz bilgisini ortaokul coğrafya derslerimizde duymuş, 1999 Gölcük depremini yaşamışsak da deprem kuşağında yaşadığımızı idrak edememiş gibiyiz. Jeologların uyarılarını devlet kadar toplum olarak bizler de pek duymadık, sosyal haklarımızın peşine düşmedik sanki. Bu konu ayrı bir yazının-araştırmanın konusu. Bu hafta, yetişkinlerin sözü, davranışı, bakımıyla şekillenen çocuk ve ergenlerin bu olağan dışı zamanlarda ne gibi ihtiyaçları olur, çocuklara ölüm nasıl anlatılmalı ve onlara yaklaşımımız nasıl olmalı gibi sorular üzerine Psikiyatrist Dr. Özlem Önen’le* konuştuk.
Yaşadığımız depremin, depremzede çocuklar ve TV’deki haberlerin depremzede olmayan çocuklarda ne gibi etkileri vardır?
Dr. Özlem Önen: Öylesine büyük bir yıkımla karşı karşıya kaldık ki, sadece çocuklar değil biz erişkinler de derinden sarsıldık ve neredeyse temel güven duygumuzu yitirdik. Bizler bu süreçte korkularımızla yüzleşmeye çalışırken, depremden etkilenen vatandaşlarımız kaotik ve distopik bir gerçekliğin içinde gerçekten ölümle, soğukla, açlıkla ve yalnızlıkla yüzleşti ve halen aynı zorlukları yaşamaya devam etmekte.
Bir çocuğun iyilik hali öncelikle ebeveynin iyilik halinden etkilenir. Çocukların temel güven duygusunu sağlayan kişiler, ebeveynleri ya da primer bakım verenleridir. Ebeveyni ne yaşarsa, çocuk onu hisseder. Deprem bölgesinde yaşamayan, ancak bu denli şiddetli bir yıkımın sonuçlarına televizyon ve sosyal medya gibi elektronik ekranlardan sürekli maruz kalan çocukların kaygı düzeyinin artması kaçınılmazdır.
YARALARIN ZAMANINDA SARILAMAMASI
Afet bölgesinde, afeti yaşayan çocuklar için ise tamamen farklı ihtiyaçlardan söz etmemiz gerekmektedir. Afetlerden sonra yapılması gereken ilk şey, bireylerin sıcak ve güvenli bir ortamda barınma, beslenme, uyuma, hijyen gibi temel yaşamsal ve güvenlik ihtiyacını karşılamaktır. Son derece korkutucu böylesi bir afetin sonuçlarının hem fiziksel hem ruhsal yönden daha ağır neticelere ulaşmasının bir diğer sebebi, yaraların zamanında sarılıp sarmalanmamasıdır. Bireylerin sosyal devlet tarafından kapsanmaması, afet sonucunda sarsılmış olan temel güven duygusuna ikinci büyük darbeyi indirir.
Afeti yaşamış ya da tanıklık etmiş çocukların bu travmaya tepkileri, bulunduğu yaş aralığına göre farklı olacaktır. 6 yaş öncesi çocuklarda anneye yapışma davranışı, yalnız başına bir yerden diğerine (örneğin odadan odaya geçememe), gece yalnız uyuyamama, uykuda bölünmeler, gece idrar kaçırma, kâbus görme, parmak emme gibi davranışlar görülebilirken, daha büyük yaşlardaki çocuk ve gençlerde kaygı düzeyinde artış, okula gitmede isteksizlik ve depresif belirtiler görülebilir.
Afet bölgesindeki çocukların ne kadar etkileneceği, güvenli bir ortamda barınma /barınmama, enkaz altında kalma /kalmama, yakınlarını kaybetme ve ölümlere tanıklık etme durumları ve afet öncesi dönemde travmatik deneyimlerle nasıl baş edebildiklerine göre değişecektir.
Bu etkiler hangi aşamalardan oluşur?
Dr. Özlem Önen: Travmalardan sonra olayla ilgili donakalma, yaşanılanların bir kısmını ya da tamamını hatırlayamama ya da olan bitenin tekrarlayıcı şekilde zihninde canlanması, aşırı hassas olup sürekli çevreyi kontrol etme ve travmayı hatırlatacak uyaranlardan kaçınma gibi belirtiler gelişebilir. Sanki yeniden deprem oluyormuşçasına rüyalar görme, huzursuz uyuma gibi uykuya dair bozulmalar da görülebilir. Bir ayı aşan süreye rağmen belirtiler sürüyorsa ya da ilk bir ay içinde bu belirtiler çocuğun yaşamını belirgin olarak olumsuz etkiliyorsa mutlaka uzman desteğine başvurmak gereklidir.
ÇOCUKLARA ÖLÜM NASIL ANLATILIR?
Çocuklarda kayıpların ve ölüm kaygısının giderilmesi için yetişkinler nasıl bir yaklaşım içinde olmalı?
Dr. Özlem Önen: Erişkinler için çocuklarla konuşulması zor olan konulardan biri ölümün nasıl açıklanacağıdır. Bu konunun çocuğa açıklanması ebeveynde kaygı yaratır. Oysa çocukların kayıp hakkında ne hissettiği ve bu durumla başa çıkabilmesine etki eden en önemli faktör, yetişkinin çocuğa nasıl yaklaştığıdır. Çocuklar erişkinlerin ölüm kelimesi ile ilgili kaygı ve kaçınmalarını kolayca sezerler. O nedenle çocuklar bu konu hakkında soru sorduğunda sakin kalıp ve abartılı duygular içermeyen bir yüz ifadesiyle bilgi vermek önemlidir.
Bu konuda konuşmak isteyen çocuğun iletişim kurma isteğine önem vermek, konuşma çabasını engellememek ve dinlemek, sorularını yanıtsız bırakmamak, dürüst, kısa ve basit kelimeler kullanıp, kafa karıştırıcı açıklamalardan kaçınmak önemlidir.
Peki çocuklara ölümü nasıl anlatalım, ne zaman anlatalım, neleri söylemeyelim?
Dr. Özlem Önen: Sormadan bilgi vermek doğru olmayacaktır, ölüm hakkında hazır olmadığı sırada bilgi paylaşımı çocuk için kaygı verici olabilir. Sahiplendiği hayvanı, aile üyeleri, akrabaları ya da çevresinden biri öldüğünde, ölüm hakkında herhangi bir şey duyduğunda zamanı gelmiş demektir.
Ölüm anlatılırken çocuğun anlayabileceği bir dil kullanılmalıdır. Doğadan örnekler verilebilir. “Doğada her şeyin bir başlangıcı, bir de sonu vardır. Örneğin bir çiçek önce tohumdur, büyür, gelişir, sonra ondan başka çiçekler çıkar ama uzun bir zaman geçince solar. İnsanlar da böyledir. Bebekler önce çocuk, sonra genç olur, yetişkin olur, yaşlanır. Çok yaşlandığında ise ölür ve doğaya karışır” şeklinde anlatılabilir.
Ne kadarını soruyorsa, ne kadarına ihtiyacı varsa, o kadarını anlatalım. Tüm ritüelleri anlatmak çocuğu korkutabilir. Konuşmanız sırasında çocuk sözünüzü keser, başka bir konuya ya da oyuna geçerse, konuşmaya devam etmemek gerekir; aldığı bilgi yeterli demektir.
Neleri söylemeyelim;
“O bizi görüyor” demeyelim (ölmüş birinin kendisini görebileceği düşüncesi çok korkutucudur).
“Uyuyor”, “son uykusuna yattı” demeyelim (çocuğun uykudan korkmasına sebep olur).
“Aramızdan ayrıldı, uzaklara gitti” demeyelim (ölen kişinin geri gelebileceğini düşünmesine sebep olur).
“Artık aile reisisin, ailen sana emanet” gibi fazlaca sorumluluk yükleyen cümlelerden kaçınalım; ergen dahi olsalar onlar halen böyle bir sorumluluğu üstelenecek kadar büyük değiller.
Çocukluk çağında 10-11 yaşa kadar somut düşünce hâkimdir, dolayısıyla Allah, melekler, cennet, cehennem gibi soyut kavramları (10 yaşından önce) tam olarak algılayamazlar. Erişkinlerin ölümle baş etmesini kolaylaştırabilen bu kavramlar, çocuklar için kafa karıştırıcı olabilir.
Çocuklara mezarlık ziyareti ve gömülme konusunu ne şekilde anlatmalıyız?
Dr. Özlem Önen: Ölüm; 0-2 yaş arasındaki çocuklarda sadece sevdiği kişiden ayrı kalma ve kaygı şeklinde algılanır. 2-5 yaşları arasındaki çocuk, ölümü geri dönülebilen bir durum olarak algılar. 5 yaş öncesindeki çocuğa da (gidenin geri geleceğine dair inancı süreceği için), ölen kişinin geri dönmeyeceğini söylemeliyiz. “Evet, o öldü.” demekten çekinmeyin ve ölümün ne anlama geldiğini olabildiğince açıklayın.
5 yaş öncesinde mezarlık ziyaretine mutlaka gidilecekse ölen kişinin toprağın altında olduğunu söylememek, “Bak burada … kişi yatıyor” dememek; onun yerine mezarın kaybedilen kişinin bahçesi olduğu, onu özlediğinde bu bahçeye çiçek götürebileceğini söylemek daha uygun olacaktır.
“İnsanlar öldüklerinde bedenleri çalışmayı durdurur. Artık nefes alamazlar, yemek yiyemezler, konuşamazlar veya hissedemezler. Biz de onu göremeyiz ve duyamayız” şeklinde geri dönüşsüzlük vurgulanabilir. Böylece toprağın altında yatan bedenin acı çekmeyeceğini anlatmış oluruz.
Özellikle 10 yaşından küçük çocukların cenazeye ve hatta defin işlemine götürülmeleri ya da ölüyü son kez görmeleri şiddetli korkulara yol açabilir, yapılmaması daha uygun olur. Ölmüş bedene (özellikle yüzünü gösterme biçiminde) tanıklık etmek çocuğun zihninde ömür boyu baş etmesi zor bir imgeyi taşımasına sebep olabilir.
Yakınını kaybeden çocuğa, bu bilgi nasıl verilmeli?
Dr. Özlem Önen: Anne baba ya da kardeşlerinden birini kaybetme durumunda çocukla hayatta kalan ebeveyni, ebeveyni yok ise aileden en yakın olduğu kişi konuşmalıdır
Aileden bir bireyin kaybı durumunda aileler kendi kaygıları nedeniyle bir hekimden ve / veya psikologdan yardım almayı istemektedir, ancak uygun olan yaklaşım ailenin, nasıl konuşacağıyla ilgili bir uzmandan bilgi alması, ardından durumu çocuğa açıklamasıdır.
SOSYALLEŞME, OKUL VE OYUN
Deprem bölgesindeki çocuklarla atölye çalışması yapmak için şu an doğru zaman mı ve bu tür çalışmaları yapmak isteyenler nasıl bir yaklaşım içinde olmalı?
Dr. Özlem Önen: Travmalar tüm insanların alışık olduğu düzeni, temel güven duygusunu ve kontrol hissini sarsar. Günlük rutin oluşturulması, travma öncesi yaşam koşullarına benzer ortamlar yaratma ve yeniden başlayabilme anlamı taşımaktadır. Çocuklar için günlük yaşam rutininin en önemli parçası okuldur. Okulun çocuğa sağladığı sosyalleşme imkânı çok kıymetlidir. Bu nedenle çocukların okul ortamına hızlıca dönüşü sağlanmalıdır.
Deprem bölgelerinde okul imkânlarının kısıtlı olabileceği de göz önüne alındığında, oyun, resim ve diğer yaşa uygun, bilimsel temelli aktivite alan ve atölyeleri de çocuğun zihinsel uğraşını travmatik olay ve alandan uzaklaştıracak ve duygusal anlamda rahatlamayı sağlayacaktır. Oyun, çocuklar için önemli bir geçiş alanıdır. Oyun yoluyla travmalarını işleyen çocuğun baş etme becerisi de artabilir. Çocuğa müdahale etmeden oyun kurup sürdürmesi desteklenmelidir. Burada önemli olan, çocuğun yüksek yararının gözetilerek korunduğu ve sosyal, duygusal, dini ya da fiziksel olarak istismar edilmediği ortamlarda bu etkinliklerin sürdürülmesidir.
Sevdikleri ile birlikte, güvenle ikamet edebilecekleri, sıcak, korunaklı ve temiz bir alan sağlanmasının ardından çocukların birlikte vakit geçirebilecekleri alanlar oluşturulmalıdır.
YÜZ YÜZE EĞİTİM ŞART
İlerleyen süreçlerde depremden doğrudan etkilenen çocukların normal yaşama adaptasyonları için neler yapılabilir?
Dr. Özlem Önen: Türkiye Psikiyatri Derneği çok güzel bir açıklama yaptı bu konu ile ilgili. Devlet kurumları, temel güvenlik duygusu sarsılmış vatandaşına koşulsuz olarak yanında olduğunu hissettirmeli ve bunu sürekli hale getirebilmelidir. Ne yazık ki yaşanılanların bu noktadan çok uzakta olduğunu deneyimledik. Yaşanılan yıkımı sadece bir tabiat olayı olarak nitelendiremeyiz, devlet kurumları vatandaşlarını korumak ve gereken önlemleri almak ve bununla ilgili denetimleri gerçekleştirmekle yükümlüdür. Tabiat olaylarına dayanıklı binaların yapılmasını sağlamak, denetimleri sıkılaştırmak, vatandaşını korumak devletin vazifesidir.
Önüne geçilemeyen yıkımlar sonrasında temel güven duygusunun yeniden inşa edilmesidir esas olan, ayrım gözetmeksizin koşulsuz destek, hayatta kalanın temel yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması, güvenli bir koruyucu çatı altına alınma ve ardından yaşamsal rutinlere hızlıca dönüşün sağlanması, yeterince iyi bir ebeveynden olduğu kadar devlet kurumlarından da beklenen niteliklerdir.
Tüm ülke genelinde eğitim kurumları hızlıca açılmalı, çocuk ve gençlerin sosyal ortamda rehabilite olmaları sağlanmalıdır. Böylesi olağanüstü koşullarda barınma ihtiyacı için feda edilecek yerler eğitim öğretim kurumlarının yurtları olmamalıdır. Pandemi süreci boyunca evde geçirilen zamanın artmasının psikopatoloji ile paralel seyrettiği deneyimlerle görülmüşken, eğitim öğretimin yüz yüze süreçten uzaklaştırılması kabul edilebilir bir uygulama değildir.
*Psikiyatrist Dr. Özlem Önen
1974’de, Zonguldak Devrek’te doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde lisansını, Dokuz Eylül Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi bölümünde ihtisasını tamamladı. Adana Ekrem Tok Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nde ve İzmir Behçet Uz Çocuk Hastalıkları ve Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi’nde 8,5 yıl devlet memuru olarak çalıştı. Çocuk ve Ergen Psikiyatristi olarak İzmir’de serbest hekimlik yapmaktadır.
Ceren Gündoğan: 1983 İstanbul doğumlu. İBBŞT TAL’de ve Akademi İstanbul Tiyatro bölümlerinde oyunculuk, Kocaeli Üniversitesi GSF/ Sahne Sanatları Dramatik Yazarlık bölümlerinde öğrenim gördü. İstanbul Devlet Tiyatroları’nda oyuncu ve reji asistanlığı, Asis Yapım’da proje tasarım asistanlığı ile dizi ve belgesel senaristliği yaptı. İlk romanı Yaralı Rüzgâr, 2022 Mayıs ayında Eksik Parça Yayınları etiketiyle yayınlandı. Artı TV’de Artı Sahne programı sürdürüyor.
Kaynak: Artı Gerçek
***Mutluluk, adalet, özgürlük, hukuk, insanlık ve sevgi paylaştıkça artar***